|
Satılık fikirler…

Farkında mısınız bilmem; ekonomik terimleri her yerde; hattâ uluorta kullanmaya alıştık. Bunlardan birisi de “ben bu fikri satın alamayacağım” gibi, kaba bir tercümeyle Türkçeye geçirilen bir deyim. Bir fikri benimsemeyi, katılmayı anlıyorum da “satın almak” ne oluyor? Bir bakalım…


Sovyetler Birliği çöktükten sonra iki eski komünist arkadaş rastlaşır ve sohbet etmeye başlar. Biri diğerine şöyle der: “Azizim, meğer komünizm hakkında duyduklarımız ne kadar yalanmış...” Diğeri başını sallayarak arkadaşını onaylar ve ekler: “Meğer kapitalizm hakkında duyduklarımız da ne kadar doğruymuş...” Kapitalizm modern dünyânın en kapsayıcı hakikâti. Onunla ilişkilendirmeden herhangi bir şeyi kavramak ve anlatmak mümkün değil. Buna anti-kapitalizm de dâhil... Her neyse; ama bildiklerimizden birisi de, kapitalizmin her varlığı metâlaştırmak eğilimi. Buna fikirler ve inançlar da dâhil...

Bu fikri satın alamam
“veyâ “
bu fikri satın alıyorum
” diyen herhangi birisi, sıradan bir dil oyunu yapmıyor; daha derinlemesine olarak fikirlerin metâlaşmasını ve bunu ne kadar olağanlaştırdığını gösteriyor. Emeğin metâlaşması; paranın metâlaşması; nihâyet fikirlerin ve inançların metâlaşması. Geriye ne kalıyor Allah aşkına? Unutmayalım; kullandığımız dil hayâtta nerede durduğumuzu ve nereden bakıp neler gördüğümüzü çok berrâk bir şekilde ortaya koyuyor. Wittgenstein’ın meşhûr aforizmasında olduğu üzere “biz bir dili değil; o dil bizi konuşur...” Devâm edelim: Bir fikri satmak ve satın almak fiilleriyle birlikte kullanan herhangi bir kişinin tefekkürden yoksun olduğu ihtimâli son derecede kuvvetlidir. Tefekkür metâlaşırsa; metâlaşmayı tartışmak da imkânsızlaşır. Bu iki açıdan böyledir. Evvelâ metâlaşan fikirler derinliğini ve inceliğini kaybetme tehlikesiyle karşılaşır. Sığlaşır, yüzeyselleşir. İkinci olarak ise; tefekkür etmekle, inanç arasındaki bağlar zayıflar. Çünkü metâlaşma; tefekkür edilen her ne ise ona dâir inancın eksilmesini de ifâde eder. Korkarım ki bu evredeyiz. Medeniyetimizin vasatlarındaki sığlaşma, kalite yoksunluğu, kabalaşma bir vakıa... Tefekküre olan inanç ise artık mevcût değil. Fikir ürünlerinin(!) etkisini tek bir etki; kışkırtıcılık etkisi belirliyor.

Aslında bu durum kamuoylarının -bu da her ne demekse- işine geliyor. Tefekkür etmenin orijinâl kalitesini, derinliği ve kapsamı belirler. Bunlar fikirlerin yatay ve dikey boyutlarını verir. Galiba elitler derinleşme işini abarttı. Kapsam ve derinlik arasındaki dengeyi ikinciden yana bozdular. Elde edilen derinliklerde tefekkür dünyâsı kendi şehvetine kapıldı; bir dip sarhoşluğu yaşadı. Yüzeyi, hayâtı, aktüaliteyi ıskaladı. Derin fikirler insanlığı yordu. Daha beteri, anlattığı sürükleyici hikâyelerle yol açtığı mâceralar aslında birer vurgundu ve insanlığa büyük kayıplar yaşattı. Tefekkürün metâlaştırılmasını biraz da bu derinleşmenin ağır mâliyetleri hızlandırdı.

Tefekkürün metâlaşması kapsamı bozmadı; derinliği kaybettirdi. Kapsama alanımıza her şey; hattâ eskisinden çok daha fazla şey giriyor. Her şeyi konuşabiliyoruz. Sıkıntı; hiçbir şey artık derinlikli konuşulamadığı için; konuşulan her şeyin yüzeyde “yüzer geçer” bir şekilde, aktüel ajandalarla; o değilse tamâmen tesâdüfî veyâ moda tercihlerle konuşulması. Hiçbir konuşma; söylendiği gibi ufuk açmıyor; sâdece uçup, kaçıyor. Havâi fişek gösterisi gibi bir şey. Fikirler de havâîleşti. Havâileşme derinliğin yerini aldı. Bunu sâdece vasatlar için görmüyorum. Elitler(!); meselâ Türkiye’de sosyal bilim akademisi de buna dâhildir. Nasıl oldu da on sene içinde sınıfsal tahlillerden kimlik tahlillerine savrulduk? (Hayâtta karşılığı olmayan) sınıf fetişizminden, bir başka fetişizme (hayâtta karşılığı olmayan) kimlik fetişizmine yuvarlandık? Sakın özene bezene; bilim diye yaptıklarımız fetişlerimizi pekiştirmekten ibâret kalmış olmasın..…

Artık konuştuklarımızın, haberdâr olduklarımızın; hattâ bildiklerimizin arasında manâlı bağlar kurmamızı sağlayan derinlikler yakalamaktan âciz hâle geldik. Bağlantısızlık elbette tutarsızlığı doğurdu. Evet, kaba tutarlılık dayatmalarından hiç hoşlanmadım. Tıpkı Goethe gibi, “tutarlılık dayatmalarını en büyük tutarsızlık” olarak gördüm. Ama bu; en başta tutarsızlığa meşrûluk kazandırmak için değildir. İkincisi; îtirâzım tutarsızlığa değil -o netice- ilişkisizliğe… Bugün olan da bu…

Görebildiğim bir husus daha var: Derinlik kaybı mutlak değildir. Târihte hakikâten hiçbir şey kolay kolay yok olmuyor. Bir şekilde geri dönüşüme konu oluyor. Fikrî derinliklerin içi boşalsa da kodlar varlığını devâm ettirir. Tefekkürün çekildiği yerde bu boşluğu, kışkırtılmaya ayarlı reflekslerin hareketleri doldurur. Tek bir çağrı yeter. O çağrının, çöp evleri hatırlatan kapsam dünyâmızda illâ ki tutuşturduğu bir şeyler olacaktır. Bugün bana Outlet kampanyası ile siyâsal bir kampanya arasındaki farkı gösterebilene aşk olsun, derim. Kamuoyları dediğimiz sâdece kıvılcım bekleyen yanıcı ve patlayıcı yüklü alanlardır. (Bunu da en iyi terör bilir).

***

Aklıma gelmişken: “Türkler Afrin’de Kürtleri toplu kıyıma uğratıyormuş”, öyle mi? ABD Irak ve Afganistan’da, Fransa Çad’da ne yaptı Allah aşkına… Bu bayat malı kim alır? Mal gerçekten bayat; üstelik kokuyor; ama akıllara zarar; halâ alıcısı mevcût...

#Politika
#Söylem
٪d سنوات قبل
Satılık fikirler…
Korku zamanı
Boykotta kafalar neden karışık
Kimin enflasyonu
Terör örgütü elebaşı olarak İsrail portresi…
Hamas’ın ateşkesi kabulü ve İsrail’in Refah Operasyonu