Müslüman dünyası özellikle terör ve yaşanan silahlı çatışmalar gibi ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Bu sorunların çözümüne yönelik yapılması gerekenler Müslüman ülkelerde birlik, dayanışma ve uzlaşmanın sağlanmasıdır. Güçlerimizi birleştirmeli ve karşı karşıya kaldığımız sorunlarla yüzleşmek için yeni tutumlar geliştirmeliyiz. Son dönemde ortaya çıkan olumsuz görüşler ancak ve ancak İslam dünyasının birleşmesi ve ortak hareket etmesiyle durdurulabilir. Karşılaştığımız sorunlara etkin çözümler bulabilmek için güçlerimizi birleştirmeliyiz. İstanbul'da düzenlenen konferansın tam da bu yönde ilerlediğini düşünüyorum. Birlik ve beraberliğin zirvesiydi aslında. Zirvede oy birliği ile kabul edilen "İslam Birliği Organizasyonu Aksiyon Planı" son derece önemli ve güç vericiydi. İslam Organizasyonunun barış, güvenlik, terörle mücadele, insan hakları, gelişim, fakirlik, kadın, aile ve çocuk hakları, eğitim, bilim ve teknoloji ve kültür gibi konularda ilgili ülkelerde iyileştirmeye odaklanması son derece önemlidir.
Yakın gelecekte oluşturacağımız fikir birliği ile İslam Birliği Organizasyonu üyeliğine başvuracağız. Günümüzde ne yazık ki bu fikir birliğini sağlayamadık çünkü Sırplar buna halen karşı çıkmakta. Bizler bu arada organizasyon ile işbirliğimizi kuvvetlendirmek ve üye ülkelerle ekonomik ilişkilerimizi geliştirmek için çalışmalarımıza devam edeceğiz. Bosna Hersek ile Müslüman ülkeler arasında iyi anlamda geliştirilen ekonomik işbirlikleri mevcuttur. Örneğin yatırım, elverişli kredi alımı ve et ihracatı konularında Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Kuveyt gibi ülkelerle son derece iyi ilişkilerimiz var ve bu ülkeler Bosna Hersek'te birçok iş yeri de açtı. Bununla birlikte, Müslüman ülkelerin Bosna Hersek'teki ekonomik varlığı tarih, kültür ve duygusal bağlarla orantılı olarak gelişmemektedir. İslam ülkeleri ile ekonomik ilişkilerimizi güçlendirmek istiyoruz. İstanbul'daki zirvenin sonunda bu isteğimizin onay görmesi ve kabul edilmesi beni son derece mutlu etti. Zirvede, organizasyon üyelerine Bosna Hersek devleti ve halkı ile dayanışma içerisinde olması ve ekonomik anlamda daha yoğun işbirliklerinin yapılması çağrısında bulunuldu
İslam Birliği Organizasyonu, Müslüman dünyasını bir araya toplamakta ve onların sesi olmaktadır. İslam birliğinin büyük bir kısmını oluşturan Avrupa İslam birlikleri İİT'te yeterince temsil edilmemektedir. Avrupa'da 20 milyondan fazla Müslüman yaşamaktadır. Boşnaklar gibi olan halkın bazıları ise Avrupa kıtasındaki yaşamını yüzyıllar boyu sürdürmektedir. Diğer taraftan geçtiğimiz yüzyıl ve şimdilerde yaşanan sığınmacı krizi kapsamında da milyonlarca Müslüman küresel göç sebebiyle Avrupa'ya gelmiştir. Onların gelişiyle birlikte ortaya çıkan entegrasyon sürecinde İİT'in özel bir dikkat göstermesi gerekmektedir. Avrupa'nın "Hristiyan kıtası" olarak adlandırılması ve İslam'ı yabancılaştırması tamamen bir yanılgıdır: İslam, ne Avrupa'da ne de kıtanın ruhunda yabancıdır. Aslına tam tersi: günümüzde "Avrupa ruhu" olarak adlandırdığımız şey aslında İslam'ın tüm kimlik ve kültürlere olan etkisini göstermektedir. Dinden felsefeye, sanat, siyaset, ekonomi, ülke birlikleri, bilim ve zanaat hepsi İslam'ın etkisi altında kalmış ve gelişmiştir. Balkanlarda uzun süredir yaşayan Müslüman toplumdan günümüzde Almanya ve İskandinav ülkelerine gelenlere kadar, İslam'ın Avrupa nüfusunda önemli bir parçası haline geldiğini söyleyebiliriz. Onlar kendi kimlik ve haklarını korumaya çalışırken bir taraftan da İslam ve Avrupa değerleri arasındaki dengeyi korumak için yerleştikleri kültüre de ayak uyduruyor. Avrupalı Müslümanlar, sosyal, kültür, siyaset ve ekonomik kaynaklar açısından son derece önemlidir. İşte bu nedenle acil bir şekilde kurumsal bir mekanizmanın oluşturulması gerektiğini düşündüm ve buradaki Müslümanların İİT tarafından daha çok koruma ve dikkat altında olmaları gerektiğini düşünüyorum. Onların çıkarlarını açık bir şekilde ifade etmek ve uluslararası anlamda büyük ve etkin olan İİT'de de bu konuda çok daha fazla ilerleyeceğini düşünüyorum.
Zirvede, organizasyon bünyesinde bir birliğin oluşturulması talebinde bulundum. Afrika, Asya ve Arap ülkelerinde olduğu gibi Avrupa'da da yaşayan Müslümanların haklarını gözetecek bir oluşumdu bu önerdiğim. Böylece, organizasyon ve ilgili birlikler Avrupa'da yaşayan Müslümanların sorunlarıyla daha yakından ilgilenebilecek ve müdahalede bulunabilecek. Benim önerimin görüşüleceğini kabul ve takdir eden Cumhurbaşkanı Erdoğan'a minnettarım. Bu girişimim organizasyon ülkeleri tarafından da oy birliği ile kabul edildi ve zirve sonunda Avrupa'daki Müslüman topluluklarla iletişime geçileceği kaydedildi.
Dünyadaki Müslümanlar son dönemde nem nitelik hem de nicelik bakımlarından büyümektedir. Bu da güç ile denge ve neden ve sonuç ilişkilerini önemli derecede etkilemektedir. Son 50 yılda Müslüman nüfus iki kat artarken, ekonomik güçleri de 10 kat artmıştır. Bunların arasında en önemli olan ise eğitimli Müslümanların sayısının da 100 kat artmış olduğu gerçeğidir. Müslümanlar uzun süre tarihin nesnesi olmuşlardır, şimdilerde siyaset ve askeri hareketlerin bağlamında özne konumuna gelmektedirler. Bu dönemde çatışmalar olacak, İslam karşıtı güçler kurulacak, yabancı düşmanlığı ile İslamofobi artacak ve inkar duygusu hakim olacaktır ama bunların hepsi zamanla düzelecek ve kaybolacaktır. Hızlı çözümler olmadığı sürece yapı olumsuz gelişmeye devam edecektir ama dediğim gibi zamanla durum sakinleşecek ve Müslümanların değer, birlik ve uyumları kabul görecektir. Bunun kesinlikle böyle olacağını düşünüyorum çünkü Müslümanlar Batıya iki önemli değeri getirmektedir: genç nüfus ve modern insanlığın mücadele ettiği hastalıklara çare. Müslümanlar ya ekolojik ve ahlaki düşüş ve tüketiciliğe karşı çıkacak ya da Müslüman olmaktan vazgeçecektir.
İslam adı ve bayrağı altında zulüm ve terör yapan kişiler bunları birbirine bağdaştırmaktadır. Bu son derece basit ve açık bir tutum olduğu için onların işine geliyor. Cevabı asıl zor olan soru ise neden bu böyle? Neden bazı Müslümanlar dinin temel taşlarını yıkarak mücadele edebileceklerini düşünüyor, neden Allah'ın can verdiğine inanmalarına rağmen hem kendi hem de masum insanların canına kıyabiliyor, Allah'ın merhamet ve af duygularını bağışladığı bu dünyada neden çatışmalar oluyor? Bu tarz soruların cevabını en iyi İslam üzerinde çalışma yapan teolog, sosyolog ve psikologlar cevap verebilir. Cevabın büyük bir kısmında Müslümanların son yüzyıllarda maruz kaldıkları haksız ve şiddet eylemleri olacaktır. Onların büyük bir kısmı hiç şüphe yok ki bu nefret söylemlerinden intikam almak için yola çıkmıştır.
Kuran'ı Kerim'de Müslümanların kardeş oldukları ve mezhep ayrılığına girmemeleri buyrulmuştur. Müslümanların, "İyiyi emreden kötüye karşı çıkan" bir halk olması ve bu yolda sabır, adalet ve gerçekle hareket edilmesi gerektiği yazılmıştır. Müslümanlar hata yapabilir ama unutmamaları gerekir ki Allah'ın iyiliği aramak ve kötülükle mücadele konusunda buyurdukları gelip kendilerini bulacaktır. Bu yolda, birliği bozan şeyler en başta kibirli ve bencil olmaktır, aynı zamanda yanılgı ve önyargılar ile cahillikte bizi bu değerde uzaklaştırmaktadır. İslam'ı gerçek manasıyla öğrenen yeni nesil önümüzdeki bölünmeleri aşacak ve İslam'ı dünya gücü haline getirecektir.
Suriye'de kardeşler arasında yaşanan çatışmalar bizim geçmişte yaşadıklarımızı anımsatıyor. Suriye ve Bosna Hersek'te yaşananlar arasında oldukça fark vardır ama ortak olan noktamız insanların acı çekmesidir. Suriye'de de Bosna Hersek'te olduğu gibi en çok masum insanlar acı çekiyor. Aynı olan diğer nokta ise yaşanan acılar karşısında güçlü dünya ülkelerinin çözüm bulamamasıdır. Bu, sığınmacı krizi için de geçerlidir. Hayatlarını kurtarmaya çalışan insanlar yaşadıkları zorluklara ek olarak engel ve zulümlerle karşılaşmaktadır. Gelişmiş Avrupa'nın tel örgüyle verdiği cevap son derece üzücüdür. Bosna Hersek, sığınmacı rotası üzerinde değil. Olduğu takdirde ise elimizden geldiğince ve imkanlarımız kapsamında buraya gelen insanlara yardım eli uzatacağız. Bu noktada, Türkiye'nin gösterdiği tavır örnek alınmalıdır. Ne yazık ki çoğu insan bunu görmezden gelmektedir.
Bu aslında Bosna Hersek için çok önemli bir adımdır. Ülkemiz bugün ciddi güvenlik tehditleri altındadır. Bir yandan, tekfircilik ve ve radikalleşme, diğer yandan Rusya'nın etkisi gibi etmenler mevcuttur. NATO'nun sunduğu güvenlik ve stabilizasyon bizim barış ve geleceğimiz için elzemdir. Bosna Hersek'in NATO üyeliği için adımlar atması stratejik hedeflerimiz arasındadır. NATO'ya entegrasyon süreci, ülkemizin ve toplumumuzun modernizasyonu için en etkili araçlardan birisi olacaktır. Buradaki amaç, en üst demokratik standartlara ulaşılması, rekabetçi pazar ekonomisinin sağlanması ve ekonomik gelişmenin hızlandırılmasıdır. AB ve NATO'ya üyelik kriterleri büyük oranda birbirine benzer, ve bu kriterlerin sağlanmasıyla ekonominin gelişmesi için etkili kanuni ve güvenlik ortamı sağlanmış, yabancı yatırımın gelmesi için şartlar oluşturulmuş olacaktır. Bizden önce bu süreci yaşamış ülkelerin tevcrübelerinden bunu net bir şekilde anlayabiliyoruz. Bosna Hersek'in NATO üyeliği yolunda, Türkiye'nin bize sundurğu yardım son derece önemlidir. Bu konuda müteşekkiriz.
Aslında bu formül son derece basittir. Hatalardan ders almak ve farklılıkları önceliklere çevirmek. İlişkileri saygı ve tolerans üzerine oturtmak ve ortak çıkarlar üzerine inşa etmek. Önümüzdeki en büyük mesele, bu formülün uygulanmasıdır. Balkanlar, sadece kötü değil, iyi günler de görmüştür. Temel olarak geleceğimiz, ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesi, anlaşmazlıkların diyalog ve karşılıklı hoşgörüyle çözülmesi, ortak projelerle stratejik gelişim programlarının uygulanması gereklidir. Bu minvalde, Bosna Hersek bölge içinde kilit bir rol oynayabilir. Biz de bu amaçla, Türkiye'den Slovenya'ya, Arnevutluk'tan Avusturya'ya kadar birçok ülkeyle ortaklık ilişkileri geliştirme gayreti içerisindeyiz. Entegrasyon hepimizin çıkarına ve faydasına olacaktır.
Aliya İzetbegoviç'in zamanında, Boşnaklar dinlerine ve ulusal kimliklerine dönüş yaptılar, bir ordu kurdular ve daha da önemlisi, yarım yüzyılın ardından devlet kimliğine kavuştular. Aliya İzetbegoviç'i seven ya da sevmeyen herkesin kabul ettiği gerçeklerdir bunlar. Aliya, çok uluslu bir Bosna Hersek'!in varlığı ve devamı için çok önemli bir başka şey daha yaptı. Boşnakların Sırp ve Hırvatlara karşı bir intikam hareketi içerisine girmelerini engelledi. Bu iki milletin milislerinin bizelere yaptığı zulümler aşikardır, Srebrenica bunun en iyi örneğidir. Bu kolay bir adım değildi. Boşnaklar arasında bile memnuniyetsizlik oluşturdu. Saraybosna örneğini alalım. Kuşatma altında kalmış, şehit ve yaralılara sahip bu kentte, Sırp sivillere karşı saldırılar yapılmadı. Bu şekilde, hem Boşnakların utanç duyacağı işler yapması engellendi, hem de Bosna Hersek'te çok renli bir ulus oluşturulmasının yolunu açtı.
Bu mesajların neler olduğunu anlamak için, O'nun kitaplarını okumak aslında yeterlidir. Eğer bu röportaj içinde onun bazı mesajlarının altını çizmek gerekirse şunu söylemek isterim: Aliya, her zaman dinlerin iyiliği emrettiğini ısrarla vurgulardı. Bir diğer mesajı da, bir milletin ya da ümmetin değişiminde eğitimin önemi idi. Müslümanlara da, kadınlara karşı olan ilişkilere önem vermelerini tavsiye ederdi.
Aslında bu dostluğu babamdan devraldım diyebilirim. Yakın ilişkimiz, babamın vefatından sonra başladı. Aramızda iyi bir arkadaşlığın var olduğunu söyleyebilirim, ve bu arkadaşlık iki devlet adamının ülkelerinin çıkarı için tesis ettiklerinin de ötesinde bir şey. Cumhurbaşkanı Erdoğan, benim gözümde diğer bütün politikacılardan ve devlet adamlarından çok farklı bir yere sahip.
Aliya, Tayyip beyle görüştüğünde tecrübeli ve akıllı bir devlet adamıydı. Gerek hapishane döneminde, gerekse savaş sırasında çok farklı insanları tanıma ve inceleme imkanına kavuşmuştu. İnsanların ruhunu iyi tanıyan ve ilk bakışta iyi ve kötü yönlerini, karakterlerinin güçlü ve zayıf noktalarını çıkarabilen birisiydi. Erdoğan'ın inancını, liderlik kapasitesini, ve içindeki gücü ilk bakışta keşfetmişti. Ölüm döşeğinde, Erdoğan'ı çağırıp Bosna Hersek'i ona emanet etmişti. Bunu gerçekten ölüm döşeğinde, hasta yatağında yapmıştı. Erdoğan'ın son ziyaretinde, bütün gücünü toplanmaya çalışmış, ve kendisine istediği etkiyi bırakmak için gayret göstermişti. Nitekim, Erdoğan ziyaretinin ardından son derece mutlu ayrılmış, ve Rahmetli Aliya'nın iyileşiyor olduğunu düşünmeye başlamıştı. Bu ziyaret Cumartesi öğleden sonra gerçekleşti, ve babam hemen akabinde ertesi gün öğleden önce ruhunu teslim etti.
Bunun son derece olumlu ve önemli olduğunu düşünüyorum. Bu Türk vatandaşları, ki, dediğiniz gibi sayıları milyonları bulmaktadır, bize muhakkak ki katma değer oluşturacaklardır. Akrabalık ilişkileri, kültürel, tarihi ve dostluk ilişkilerini daha sıcak ve daha yakın hale getirecektir. Bu insanların ataları, balkanlardaki savaş ve kötülükten kaçarak, Türkiye'yi kendi vatanları eylediler. Bosna Hersek'in bağımsızlığının ardından vatanlarına tekrar ilgi duymaya başladılar. İnanıyorum ki, bu her iki ülke için de büyük bir şanstır.
Direniş yıllarımız hayatımız ve hatıralarımız üzerinde büyük etkiler bırakmıştır. Tarhin bu dönüm noktasında, adalet savaşına cesur ve kararlı bir şekilde hayatlarını adayan insanların anısına, bu hatıraları canlı tutmak için elimizden geleni yapıyoruz. Gençlerimize, savaşımızın gerçeklerini, zulme karşı direnişimizi, zafer ve özgürlüğümüzü anlatıyoruz. Ne yazık ki, dünyada çok fazla yalan ve adaletsizlik var, bu yüzden gerçeğin anlatılmasında asla geri kalmamalıyız. Bu yüzden, dikeceğimiz anıtlarla, tarihi ve edebi eserlerle, mücadelemiz hakkındaki gerçekleri anlatmaya ve muhafaza etmeye devam edeceğiz.
Bu alınan karar, kurbanlar için, Bosna Hersek için, bölge için ve de dünya için son derece önemlidir. Ne yazık ki, Bosna Hersek'teki kurbanlara adalet sağlamak için verilecek hiç bir ceza yeterli değildir. Yine de, modern dünya, kurbanların acısını anladığını, adaletin yavaş işlese bile birgün muhakkak tecelli edeceğini göstermiştir. Radovan Karaciç kararı, 1945 yılında, Nürmberg'de Nazi'lere karşı verilen kararların ardından alınan en mühim karardır. Bu kararda, suçun bütün elementleri işlenmiş ve tesbit edilmiştir. Bazıları, Bosna Hersek savaşı ile ilgili 3 farklı gerçek olduğunu ileri sürmektedir. Bu doğru değildir. Gerçek tektir ve Karaciç kararı bu tek gerçeği göstermiştir. Üzülerek şunu da belirtmek istiyorum: Bu kararda Bratunats, Foça, Kljuç, Prijedou, Sanski Most, Vlasenitsa ve Zvornik'te yaşanan soykırımlar kabul edilmemiştir. İnanıyor ve ümit ediyoruz ki, bu hata, temyiz mahkemesi tarafından düzeltilecektir. Kararın en önemli sonuçlarından birisi ise, Bosna Hersek'e gerçekleştirilen saldırının ortak ve planlanmış bir saldırı olduğu gerçeğinin tescil edilmiş olmasıdır.
Türkiye, tarihi ve coğrafi olarak, İslam Ümmeti ve dünyanın kalanı arasında merkezde yer almaktadır. Türkiye genç, enerji dolu ve eğitimli bir halka sahiptir, iyi organize olmuş devlet ve ordu sistemi vardır. Sanayi ve ekonomisi de günden güne gelişmektedir. Güçlü ve kendine güvenen bir lider kadrosuna sahiptir. Türkiye dünya sistemi içerisinde yeni bir çekim ve denge merkezi olmaktadır. Ülkenizin misyonu ve tarihi bir rolü vardır. Bu yüzden ben Türkiye'deki kardeşlerime bu yolda başarı diliyorum. Bu başarının da bütün iyi niyetli insanlara fayda getireceğine inanıyorum.