|

Akif’in mealinin yakılmadığı ortaya çıkacak

Mehmet Akif’in Kur’ân meali meselesine Elmalılı Hamdi Yazır’ın arşivinde bulduğu bir defterle yeni bir boyut kazandıran akademisyen Necmi Atik, Akif’in mealinin yakılmadığına, bir gün tamamının muhakkak ortaya çıkacağına inandığını söylüyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 12/10/2016 Çarşamba
Güncelleme: 19:20 - 11/10/2016 Salı
Yeni Şafak

Geçtiğimiz hafta Yeni Şafak Kültür Sanat sayfasında yayınlanan “Akif'in el yazısıyla Kur'an meali bulundu” haberi büyük ses getirdi. Haber kaynağımız ise edebiyat dergisi Dergâh'ın Ekim sayısında akademisyen Necmi Atik'in kaleme aldığı bir makaleydi. Hak Dini Kur'an Dili adlı tefsiriyle tanınan son devrin önemli âlimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır'ın evrak-ı metrukesinde Mehmet Akif Ersoy'un kendi el yazısıyla kaleme aldığı iki cüzlük meali bulan Atik aynı zamanda Akif araştırmalarına yeni bir kapı açtı. Yüksek lisansını İslam Tarihi ve Sanatları Türk İslam Edebiyatı alanında yapan akademisyen Necmi Atik, doktorasını Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın hayatı, eserleri ve divançesi üzerine yapıyor. Antalya ve İstanbul'daki müze ve kütüphanelerde bu büyük âlimin hayatını ve eserlerini inceleyen Atik, İslam hukuku, Osmanlıca, hüsn-i hat ve Arapça dersleri veriyor. Uluslararası Antalya Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi Necmi Atik ile Akif'in Kur'ân mealinin serüvenini ve Elmalılı'nın terekesinden çıkan 2 cüzlük tercümenin macerasını konuştuk.



Mehmet Akif'in Kur'ân mealiyle yollarınız nasıl kesişti?


Elmalılı ile alakalı araştırmalarımıza başlarken kütüphanelerdeki elyazmalarından, yayınlanmış veya yayınlanmamış eserler üzerinden bilgileri arşivlerken tekrara düşmekten kurtulamadım. Ali Hüsrevoğlu hocamla konu üzerinde değerlendirme yaparken, hocam, Elmalılı'nın torunlarından tanıdığı olduğunu ve beni de tanıştırabileceğini söyleyince çok sevindim. Beraber Çamlıca'daki bir torununa gittik ve konuyu kendilerine aktardık. Bizi güleryüzle karşılayıp, ilgilendiler. Kendilerinde dedelerinin hat sanatı tablosu dışında herhangi bir şey olmadığını söylediklerinde ise üzülmüştüm. Daha sonraki görüşmelerimizde, 2012 yılında beni Elmalılı'nın torunlarından Mehmet Hamdi Yazır'la tanıştırdılar. M. Hamdi Yazır, dedesinin metrukâtının kendisinde olduğunu ve kolilerin içerisinde muhafaza ettiğini söyleyince de çok sevinmiş ve heyecanlanmıştım.







ELMALILI ÇOK YÖNLÜ BİR ŞAHSİYET


Şanslıymışsınız, her zaman ulaşılamıyor, ulaşılsa da olumlu bir netice alınmıyor bu tür durumlarda…


Kendisine her zaman müteşekkir olduğum, bu süreçte bize güvenen ve bizi ailesinin bir üyesi kabul eden M. Hamdi Yazır'la buluştuk ve dedesinin metrukâtının bulunduğu kolileri salondaki masanın üzerine dizdik. O gün heyecan içerisinde evrakları kolilerden hassasiyetle çıkarmaya başladım. Karşılaştığım evraklar tamamen el yazması ve orijinal nüshalardı. Yemek yemeyi bile unuttuğum o gün, hayatımın en mutlu anlarındandı. Filibeli Bakkal Arif Efendi ve Sami Efendi gibi zamanının dev hattatlarından icâzet aldığının belgeleri dahil, kendi eliyle, nesih, sülüs ve ta'lik hat sanatıyla yazdığı ilmiye icâzetnâmesinin de yer aldığı orijinal nüshalarla karşılaşmaya başlamıştım.



Başka neler vardı?


Neler yoktu ki metrukâtta. Masanın üzerindeki evraklar, bir devre adını yazdırmış Elmalılı'nın metrukâtıydı. O hafta tasnifle gelip geçmişti. Elmalılı merhumun torunu M. Hamdi Yazır, uluslararası bir şirketin çok başarılı bir yöneticisi. Randevu almak ve çalışmalarıma kaldığım yerden devam etmek için kendisiyle devamlı haberleşiyorum. Elmalılı'nın metrukâtını 3-4 günlük kısa bir zaman diliminde tarayıp, bir daha ki buluşmamıza kadar Arapça, Farsça ve Osmanlıca olan taradığım evrakları tercüme ve transkript yapıyordum. Elmalılı, çok yönlü bir şahsiyet olduğundan, kimi zaman hüsn-i hat eserlerini, kimi zaman meal ve tefsir çalışmalarını, kimi zaman makalelerini, mektuplarını, kimi zaman tercümeleri, mantık, felsefe ve İslam hukuku alanlarında yazdıklarıyla meşgul oluyordum. Bu meşguliyetim sırasında taramaya bile fırsat bulamadığım Elmalılı'nın kendi el yazısıyla tefsir müsveddelerine de hazin hazin bakıyordum. 2015 yılındaki son görüşmemizde M. Hamdi Yazır Bey, dedesine ait bir kolinin daha olduğunu ve koli ofise geldiğinde beni arayacağını söyledi.







MEALİ İKİ GÜN SONRA FARKETTİM


Adım adım yaklaşıyoruz yani Akif'in mealine…


Evet. Birkaç ay sonra kolinin ofiste olduğunu haber verdiğinde 2016 başıydı, müsait olduğu bir tarihte buluştuk. Kolinin içerisindekileri yine büyük bir merak ve hassasiyetle tasnif etmeye ve evrakları taramaya başladım. Evrakları bir an önce tarayayım derken bazı şeylerin farkına varamıyorsunuz. İki gün hemen geçivermişti. Hamdi Bey'den ayrıldıktan sonra evrakları yavaş yavaş inceledim. İki ay önceki görüşmemizde taramayı sona bıraktığım tefsir müsveddelerine sıra gelmişti. Elmalılı'nın tefsirine ait her ne varsa bir araya getirmiştim. Tasnif ve incelemeye başladığımda, binlerce sayfalık tefsir müsveddeleri içerisinde Mehmet Akif Ersoy'un iki cüzlük mealini ihtiva eden bir defter bulmuştum. Defterin üzerinde “Eşref Edip Bey Vasıtasiyle Elmalılı Hamdi Efendi Hazretlerine” yazıyordu.



Nasıl bir defterdi bu?


Defter, 18x23 cm ebatlarında, Mehmet Akif'in kendi el yazısıyla temize çektiği Fatiha Sûresi ve Bakara Sûresi'nin başından itibaren 252. âyet-i kerimeye (Lâkin işte şunlar Allah'ın âyatıdır ki sana hak olarak bildiriyoruz ve sen, şüphe yok, peygamberlerdensin) kadar, 40 sayfalık, yani 2 cüz meâli içeriyordu. Defterin üzerinde “Eşref Edip Bey” ve “Elmalılı Hamdi Bey Hazretlerine” yazması, karton kabının üzerinde öğrenci bilgileri için Arapça yazıların olması, Mehmet Akif Ersoy'u işaret ediyordu.



Defterdeki yazının Akif'e aidiyetinden nasıl emin oldunuz?


Daha önceden yazı karakterini bildiğim ve tanıdığım halde, şiir ve yazılarındaki el yazmasıyla karşılaştırdım. Hattat olmamız hasebiyle hamdolsun kısa sürede yazının Akif'e ait olduğu ortaya çıkıverdi. Diğer karşılaştırmayı ise, Mustafa Runyun'un daktilo ettiği nüshayı edisyon-kritik ederek yaptım. Sonuç kesindi, meal Mehmet Akif Ersoy'a aitti. Daha sonra bir makale yazarak Ali Ayçil Bey'e Dergâh'ta yayınlanmak üzere gönderdim.İlgisinden dolayı kendisine teşekkür ediyorum.



Meal üzerinde Akif'in herhangi bir tashihi vs. var mı?


Şimdi Akif'in müsvedde olarak çalıştığı nüshaları daha sonra temize çektiği biliniyordu. Fakat temize çektiği nüshalarda tekrar çalışmalar yaptığını elimizdeki orijinal nüshada görüyoruz. Akif, âyet-i kerîmelerin en güzel ifade şeklini bulabilmek için kelime kelime çalışmış, daha iyi bir ifade yakaladığında, temize çektiği nüshanın üzerinde de karalamalar yapmaktan çekinmemiş. Bazı yerlerde eşdeğer mânâlarla tercüme yaptığında iki veya üç mânâyı da zikretmiş, birini öne alarak diğerlerini parantez içerisinde devamında göstermiş. Eş mânâlı cümlelerin aynı yerlerini noktalarla gösterip tekrar yazmamış, sadece farklı kullandığı kelimeleri yazmış. Akif, kullandığı çizgili okul defterine kendi el yazısı ve rik'a hattıyla yazdığı tercümede, âyet-i kerîmelerin, âyet numaralarını yazmamış. Kur'ân'ın sayfa numaralarına göre “Sahife 1, Sahife 2” başlıklarıyla tercümesini yazmış, tercümesini yaptığı sahife nerede biterse, yeni sahifeye kaldığı yerde, ara boşluk verip bu boşluğa “Sahife …” notunu yazdıktan sonra yeni bir paragrafla devam etmiş. Sayfa numaraları olmayan defterin üst orta yerine sayfa numaralarını yazmış, dördüncü ve beşinci sayfaya hatâen iki defa dört rakamını yazmış, diğer sayfalarda herhangi bir tekrar olmadan defterin elli üç sayfasını numaralamış. Gerçekte iki cüzlük tercümesini elli dört sayfada bitirmiş. Defterin ilk sayfasına Fatiha Sûresi'ni yazdıktan sonra boşluk bırakmış ve diğer sayfaya geçerek Bakara Sûresi'ne başlamış, sahife başlangıç boşlukları dışında bir boşluk bırakmadan tercümesine devam etmiş.



DİLİ ÇOK SADE


Dili nasıl peki?


Elmalılı'nın dediği gibi “çok güzel, çok selis ve sâde”dir. Akif'in tercümesi, Kur'an-ı Kerim'e olan hâkimiyetini, Arapçayı ve Türkçeyi mükemmel bir şekilde bildiğini gözler önüne sermektedir. Örnek olması açısından Akif'in meâlinden Fatiha Sûresini zikredebiliriz:


“Bismillâhirrahmânirrahîm



Hamd ancak Allah'ın, o Rabbü'l-'âlemîn, o hem Rahmân hem Rahîm, o kıyâmet gününün sâhibi Allah'ındır. İlâhî, kulluğu Sana ederiz; yardımı Senden isteriz. Bizleri doğru yolun, o nimetine kavuşanların tuttuğu yolun yolcusu et; gazabına uğrayanların, yanlış gidenlerin saptığı yolun yolcusu etme. Âmiin.



(Bizlere doğru yolu, o kendilerine kerem kıldığın kimselerin yolunu göster; gazabına uğrayanların, yanlış gidenlerin saptığı yolu gösterme. Âmiin)



(Bizleri doğru yola, o kendilerine kerem kıldığın kimselerin yoluna çıkar; gazaba uğrayanların, yanlış gidenlerin saptığı yola çıkarma. Âmiin)”



Akif'in mealini Elmalılı Hamdi Efendi'ye göndermesinin sebebi nedir?


Bildiğimiz gibi, 26 Ekim 1925 yılında yapılan mukâvele de, meal Mehmet Akif Ersoy'a, tefsir Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'a veriliyor. Mukavelenin hemen ardından da Akif Mısır'a gidiyor. Mukâvele'ye göre, Akif yaptığı tercümelerin biten kısımlarını Elmalılı'ya gönderecek, Elmalılı da tefsirinin meâl kısımlarına bu meâlleri yerleştirerek Diyanet İşleri'ne gönderecektir. Elmalılı'nın kendi elyazması tefsir müsveddelerindeki araştırmalarımız da bunu teyid etmektedir. Zira Elmalılı yaptığı tefsirlerin meal yerlerini hem müsveddelerde hem de kardeşi Mahmud Bedreddin Yazır tarafından ana metinler nesih ve talik, tefsirler rik'a, başlıklar bazen sülüs bazem talik hat sanatıyla harika bir şekilde temize çekilmiş olanlarında, “Meâl-i Şerif” yazıldıktan sonra boş bırakılmıştır. Elmalılı bir mektubunda bu konuyu dile getirerek, Akif'in meallerini beklediğini ve gelince bu boşluklara kardeşi Mahmud Bedreddin tarafından yazılacağını şöyle ifade etmektedir:“…Şimdiye kadar Diyânet İşleri Riyâsetine on bir cüzü tevdi' edebildim. Zât-ı âlinize âit olmak üzere tebyiz edilmiş olanlarda benimkilerle beraber nezdimde mahfuzdur. Lâkin hepsinin meâl-i şerîf yerleri bilâhare yazılmak üzere boştur, gönderdiğiniz zaman birâder yazacaktır…”



Peki Elmalılı'nın tefsirinde Akif'in mealinden izler var mı?


Bu konuyu ben de çok merak ettim. Acaba Elmalılı, kendisine gelen meallerden etkilenmiş midir ve bu etkinin izlerini daha sonra kendisinin yaptığı meale de taşımış mıdır diye. Ancak yaptığımız karşılaştırmalarda, kullanılan kelimeler, cümle yapıları ve tercüme tarzı noktasında Elmalılı'nın, Mehmet Akif Ersoy'un meâlinden etkilenmediğini söyleyebiliriz.



Akif meali üzerindeki tartışmalardan ilki neden yayınlamadığı. Sizin kanaatiniz nedir?


Bu konuda şu ana kadar yazılan ve çizilenleri iki başlık altında toplanabiliriz: Birincisi, Akif tercümesini kendisini tatmin edecek şekle gelmediği için vermemiştir ki bu çok zayıf bir ihtimaldir. Zira Akif, tercümesini temize çekip bitirdiğinde tarih 1928'dir. Akif, yaptığı tercümelerden yedi buçuk cüzlük kısmını da temize çekilmiş haliyle Elmalılı'ya göndermiştir. Elmalılı'nın inceleyip Diyanet İşleri Başkanlığı'na göndermiş olduğu mealleri Akif, mukâvelesini feshetmeden önce de düzeltme bahanesiyle geri almıştır. Burada şu soru akıllara gelmektedir: Akif, kendisini tatmin etmeyen tercümeyi Elmalılı'ya neden göndersin? Noksanları olan mealleri gönderse bile bir notu da beraberinde iliştirerek, incelenmesini ve kendisine geri gönderilmesini yazması gerekmez mi? Ayrıca Akif, Eşref Edip'in nakliyle bizzat kendisi tercümesinin çok güzel olduğu konusunda şunları söylemektedir: “Tercüme güzel oldu, hatta umduğumdan daha iyi. Lâkin onu verirsem, namazda okutmaya kalkacaklar. Ben o vakit Allahımın huzuruna çıkamam ve Peygamberimin yüzüne bakamam.” Bizim de katıldığımız ikinci sebep, hükümetin mukavele maddelerine aykırı olarak meâl'i tefsir'den ayrı basmak ve “Türkçe İbadet” veya diğer adıyla “Milli Din” projesinde kullanmak konusundaki kararlılığının ortaya çıkmasıdır. Aslında konu çok net ve açık: Mehmet Akif Ersoy gibi bir zâtın asla kabul edemeyeceği bu projeye âlet olmayı reddetmesidir. Akif, ikinci sebepten dolayı mealini Ankara'ya vermemiş, kendisinin de meâlini yayınlamaya ömrü yetmemiştir.



BU İŞ BİZE NASİP OLDU


Yakılmasını vasiyet etme konusunda ne düşünüyorsunuz?


Kanaatimizce Akif'in, İhsan Efendi'ye: “Ben sağ olur da gelirsem, noksanlarını ikmâl eder, ondan sonra basarız. Şayet ölür de gelemezsem bu eseri yakarsın!” şeklindeki vasiyeti, vefatından sonra muhtemel yapılacak baskıları önleme ve ortadan kaldırma girişimidir. Ne Akif'in, ne de İhsan Efendi'nin meali yakmak gibi bir niyetleri asla bulunmamaktadır. Mustafa Âsım Köksal hocanın dediği gibi, bu kadar kıymetli bir eserin yakılması suçtur. Zira 1925 ve 1932 yılları arasındaki mealle alakalı baskılar o kadar şiddetli ve çeşitlidir ki, bütün bunlara rağmen Akif, teslim etmeyerek mukâvelesini bile feshettiği mealini niçin tamamlamıştır? Madem bir tehlike var, meali hiç yapmazsınız ve vazgeçtim, bıraktım diyerek korktuğunuz şeyi en kısa yoldan engellemeyi düşünmez misiniz? Diğer taraftan, kendinizin bile korumakta zorlandığınız bir eserinizi başkasına koruması için neden veresiniz? Dönünce noksanlarını ikmâl ederiz, basarız dediğiniz eser, basılıp dağıldıktan sonra, Türkiye'ye gitmeyecek mi? Aslı bile tehlikeli görülüp yakılması istenen eser, yakılması vasiyet edilen kişi tarafından neden çoğaltılsın? Ayrıca, bu kadar üzerinde titizlikle durulan eser, İhsan Efendi'nin talebesinin elinde Tevbe Sûresinin sonuna kadar daktilo edilecek zamanda neden ortada olsun? Madem eserin sahibi tarafından “Ölürsem yakarsın” denilen eser, Akif'in vefatı olan 1936 yılında neden yakılmamıştır? İhsan Efendi neden vasiyeti yerine getirmeyip, oğluna havale etmiştir? 1936-1961 yılları arasında tam 25 yıl zarfında, Mustafa Runyun'dan başka hiç kimsenin mealden haberi olmamış mıdır ve başkaları tarafından da istinsah edilmemiş midir? Ben Akif'in mealinin yakılmadığını, şayet yakılsa bile muhakkak birilerinin bunu kopya ettiğine ve bir gün tamamının muhakkak ortaya çıkacağına inanıyorum. Hamd olsun, 2 cüzünü ortaya çıkarmak bize nasip oldu.



Akif'in mealiyle ilgili bugüne kadar yapılan çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?


Mehmet Akif'in meal çalışmaları ile alakalı yazılan tezler, kitaplar ve yapılan söyleşiler genelde, 1910'da Sırât-ı Müstakîm'de, 1912'de “Tefsir-i Şerif” başlığı altında Sebilürreşad'da yazdığı ve fazla detaya girmediği makalelerin ve 9 vaaz metnindeki Kur'ân tercümelerinin değerlendirilmesi veya 26 Ekim 19252'te Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kendisiyle yaptığı Kur'ân tercümesi mukavelesi sonrası yaşanan gelişmeleri konu alan ve doğru ile eğrinin birbirine karıştığı değerlendirmelerdir. Akif'in, Sebilürreşad'daki makaleleri ve vaazlarındaki Kur'ân tercümeleri üzerine yapılan çalışmalar ve değerlendirmeler, belgeler ışığındaki incelemeler olduğundan ilmi değeri olan ve kaale alınacak tarzdadır. Akif'in Kur'ân Meali ile alakalı yazılanlar, Eşref Edip Fergan'ın yazdığı “Mehmet Akif, Hayatı ve Eserleri” bu konuda herkesin başvuru kaynağıdır ve değerlendirmeler bu kaynaktan yapılan iki nakil ile birlikte, birkaç mektup ve söyleşi çerçevesindedir.Dücâne Cündioğlu, Akif üzerine ciddi çalışmalarıyla tanınan bir araştırmacıdır. Dücâne Cündioğlu'da, Akif'in Kur'ân tercümesinin içerik değerlendirmesini, Sırât-ı Müstakîm, Sebîlürreşâd ve vaazlarındaki Kur'ân mealleri metinlerinin tedkiki ile genel karakteristiklerini tahmin veya tayin şekliyle açıklamaya çalışır. Akif konusunda çalışmaları bulunan, Süleyman Nazif, Cemal Kuntay, İsmail Hakkı Şengüler, M. Ertuğrul Düzdağ gibi yazarlar Kur'ân tercümesi konusunda genelde tekrar bilgileri aktarmaktadırlar.



2012'de yayınlanan meal hakkında ne düşünüyorsunuz?


Akif'in, 1925'te kabul ettiği ve 1928'de bitirip temize çektiği Kur'ân tercümesini, 1936'da İstanbul'a dönerken teslim ettiği Mısır'daki arkadaşı Müderris Mehmet İhsan Efendi olduğu herkes tarafından biliniyor. Akif'in, İhsan Efendi'ye emanet edilen meali, İhsan Efendi kendi el yazısıyla bir nüsha çoğaltmış ve vefatı yılı olan 1961'e kadar hem aslını hem de kendi istinsah ettiği nüshayı korumuştur. İhsan Efendi'nin talebesi Mustafa Runyun, Akif'in mealini Latin harflerle daktilo etmiştir. Mustafa Runyun'un oğlu Ali Yahya, babasının sağlığında daktilo edilmiş nüshasını bulup babasına sorunca, Mustafa Runyun “Bunları nereden buldun? Bu Akif'in mealidir!” der. Ali Yahya, 1988 yılında babası vefat edince, taziye ziyaretine gelen Recep Şentürk'e bu nüshayı verir. Recep Şentürk ve Âsım Cüneyd Köksal, Tevbe sûresini de içine alan bu meali 2012 yılında neşretmişlerdir. Meâlin baş kısmındaki takdim yazılarında Hayreddin Karaman ve M. Ertuğrul Düzdağ, söz konusu mealin Akif'in meali olabileceği kanaatlerini bildirmişlerdir. Söz konusu çalışma şu ana kadar Akif'in meali konusunda yapılmış en güzel neşriyatlardandır. Zaten ortaya çıkardığımız asıl nüsha da bu mealin Akif'in meali olduğunu kesinleştirmiştir.



“Allah'tan ümit kesilmez...”






2009 yılının yazı olmalı. Recep Şentürk Hoca ve birkaç kişi ile birlikte sohbet ediyorduk. Söz Akif mealine intikal etti. Ben “Keşke Mehmed Akif'in meali günümüze ulaşmış olsaydı, Türkçe Kur'an meallerinin tercüme kalitesi ve dil zevki bakımından seviyesi yükselmiş olurdu” minvalinde bir şeyler söyleyince Recep Hoca “Kim bilir, belki de günümüze ulaşmıştır” dedi. “Bildiğiniz bir şey mi var?” diye sordum, “Evet, bende bir nüshası var” deyince fevkalade heyecanlandım. Meali görmek için ısrar edince Hoca getireceğini söyledi. Sanıyorum ertesi günü getirdi, hemen inceledim. Eksik olduğunu görünce “Gerisi var mı?” diye sordum, kendisinde o kadarının mevcut olduğunu söyledi ve metnin kendisine nasıl intikal ettiğini anlattı. Kendim için bir fotokopi çektirdikten sonra metni inceledim. Mehmet Akif'in Meşrutiyet yıllarında yaptığı müteferrik ayet mealleri ile elimdeki metni karşılaştırdım. Birkaç karakteristik ayette iki metnin aynı olduğunu (ve başka hiçbir mealde bu ayetlerin bu şekilde tercüme edilmediğini) görünce, mealin Akif'e ait olduğu kanaatim kesinleşti. Kanaatimi Recep Hoca ile paylaştım, kendisi de bu hususta hiçbir şüphesi olmadığını söyledi. Recep Hoca bu metin kendisine intikal edebildiyse mutlaka başka meal nüshalarının da mevcut olması, hatta eksiksiz metnin de birilerinde bulunması gerektiği kanaatinde idi. Ayrıca neşrettiğimiz eserin girişinde açıklanan gerekçelerle elindeki nüshayı yayımlamayı uygun görmüyordu. Ben bu metnin mutlaka neşredilmesi gerektiği fikrini yaklaşık üç sene boyunca Hoca'ya ifade ve hatta zaman zaman ısrar ettim. Sonunda ikna oldu ve metni yayımladık. Yayımlamadan önce E. Düzdağ ve D. Cündioğlu'nun kanaatlerini aldık, ikisi de metnin kesinlikle Akif'e ait olduğunu söylediler. Kitabı yayımladıktan sonra bazı kişilerin şu veya bu sebeple metnin otantikliği üzerine şüphe düşürmeye çalıştıklarını gördük. Necmi Atik'in yazısı bu husustaki beyhude gayretleri sona erdiriyor. Mehmet Akif'in, mealin bir bölümünü peyderpey Elmalılı'ya gönderdiği, mukaveleyi fesh ettikten sonra mealin tamamını baştan ele alıp tebyiz ederek bitirdiğini biliyoruz. Eseri yayına hazırlarken, daktilo metnin kaynağının Elmalılı'ya (ve onun vasıtasıyla da Diyanet'e) gönderilen ilk versiyon mu, tebyiz edilen ikinci versiyon mu olduğu üzerinde düşünmüştük. N. Atik'in yazısı ilk ihtimalin geçerli olduğunu gösteriyor: 1) N. Atik'in yazısının ilk sayfasında yer alan ve Fatiha Suresi mealini hâvi görselde, daktilo metindeki parantez içi alternatif mealler aynen yer almaktadır. Akif sonraki yıllarda Mısır'da tebyiz ettiği nüshada bu ihtimalleri teke indirmiş olmalıdır. 2) Bu tespiti teyit eden bir diğer delil, daktilo metnin çeşitli yerlerine elle yazılmış muhtelif tarihlerdir. Bu tarihler 5/10/1956'dan başlayıp 24/3/1957'e kadar sürüyor. Bu tarihler arasında Runyun Ankara'da, Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dinî Eserler İnceleme Kurulu üye yardımcılığı görevindedir. Metinleri Diyanet arşivinden bulup daktilo etmiş olmalıdır. 3) Daktilo metnin tam değil de eksik olması da bu tespiti teyit eden bir diğer olgudur. Şayet İhsan Efendi'den alsaydı, tamamını daktilo etmesi beklenirdi. Mehmed Akif'in tebyiz ettiği ikinci versiyonun orijinal nüshası ile İhsan Efendi'nin bundan istinsah ettiği diğer bir nüshanın 1961 yılında yakıldığını biliyoruz. 1936 ile 1961 arasındaki 25 senede, İhsan Efendi'den başka birilerinin bu nihaî versiyonu çoğaltmış olması az da olsa ihtimal dahilindedir. Niyazımız odur ki bir gün bir yerlerde Akif mealinin tamamı ortaya çıksın, Yüce Allah'dan ümit kesilmez...



“Defterin ortaya çıkmasıyla rahatladık elhamdülillah!”






Bu dosya bana Mustafa Runyun'un oğlu Ali Yahya Runyun tarafından verildi. Ben bu dosyayı 25 yıl muhafaza ettim, birileri belki bunun tamamını yayınlar ümidiyle… Fakat kimse yayınlamayınca en azından elimizdeki bu kısmı yayınlayalım diyerek 2012 yılında yayınladık. Böylece en azından bu kısım kamuoyuna sunduk. Biz Ertuğrul Düzdağ, Dücane Cündioğlu gibi Akif araştırmaları yapanlara elimizdeki nüshayı verdik. Bunun Akif'e ait olup olmadığı konusunda kanaatlerini bildirmelerini rica ettik. Onlar bunun Akif'e ait olduğunu bize söylediler. Ayrıca elimizdeki nüshada yer alan tercümelerle Akif'in Sebilürreşad ve Sırat-ı Müstakim'de tercümeleri mukayase ettik ve bunun Mehmet Akif'e ait olduğunu tespit ettik. Yine bu meali gören şahitlerin meal hakkında ifadeleri de bizi destekledi. Son olarak Akif'ten sade bir meal isteniyor. Elimizdeki metinde de sade bir dil kullanılmıştı. Bu sebeplerden ötürü, ben bu meali yayınlarken, Akif'e aidiyeti konusunda hiçbir şüphem yoktu. Hayreddin Karaman, Hasan Kamil Yılmaz ve Raşit Küçük Hocalarımızla istişarelerimiz nihayetinde millete ait bu tercümeyi yayınladık. Necmi Atik'e öncelikle teşekkür ederim. Bizim elimizde kesin bir belge yoktu tabii 2012'de yaptığımız yayında. Ancak Atik'in makalesinden öğrendiğimize göre Akif'in kendi el yazısıyla kaleme aldığı nüsha ile Mustafa Runyun'un Latin harfli nüshasının tıpatıp aynı olduğunu gösteriyor. Biz de böyle bir defterin ortaya çıkmasıyla çok rahatladık elhamdülillah. Dosta düşmana teşhis ve tespitlerimizin ne kadar doğru olduğunu gösterdi. İnşallah bu defter en kısa sürede yayınlanır, belki Necmi Beyle birlikte müşterek bir çalışma ile yeni bir neşir yapabiliriz.







2012 yılında Recep Şentürk ve A. Cüneyd Köksal tarafından yayınlanan Mehmet Akif'in Kur'ân Meali büyük bir ses getirmişti. Bir kesim bu mealin Akif'e aidiyetinden şüphe etmezken, diğer bir kesimse meale şüphe ile yaklaştı. Atik tarafından bulunup ortaya çıkarılan bu defterle birlikte 2012'de yayınlanan bu mealin Mehmet Akif'e aidiyeti de kesinleşmiş oldu.


#Mehmet Akif
#Elmalılı Hamdi Yazır
8 yıl önce