Avrupa’ya kaçırılan Anadolu

Doç. Dr. Muhammet Arslan Sanat Tarihçisi-Kafkas Üniversitesi Öğretim Üyesi Avrupa’daki özel ve kamuya ait koleksiyonları doldurmanın tek yolu kültür ve medeniyetin beşiği Anadolu ve bütün Orta Doğu coğrafyasının yağmalanmasıydı. Amerika ve Avrupa’daki sömürgecilik anlayışının arkeoloji ve sanat tarihine kadar genişlemesi, hiç şüphesiz bu sömürgeciliğin “gizli planları”ndan biriydi. Bu yüzdendir ki 19. yüzyıl ortalarından itibaren Anadolu’ya yayılan çok sayıda diplomat görürsünüz. Bu durum politikanın arkeoloji ve sanat tarihiyle ne kadar ilgili olduğunun en açık göstergesidir.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Avrupa’ya kaçırılan Anadolu

Baştan söylemek gerekir ki, kadim Anadolu’nun çalınan tarihi ve kültürel mirasının tek durağı her zaman Batı olmuştur. Özellikle 19. yüzyıl ortalarından başlayarak neredeyse 20. yüzyılın ortalarına değin 100 yıl boyunca yağmalanan Anadolu, Batı’nın bu acımasızlığına maruz kalmasaydı; Avrupa müzeleri bomboş kalırken, kim bilir Anadolu müzeleri ise şimdikinin çok daha ilerisinde zenginleşmiş olacaktı.

BÜYÜK SOYGUN

  • Avrupa’daki özel ve kamuya ait koleksiyonları doldurmanın tek yolu kültür ve medeniyetin doğum yerleri olan Anadolu ve bütün Orta Doğu coğrafyasının yağmalanması gerçeğini ortaya çıkarmıştı. Bunun adı “büyük soygun”du. Amerika ve Avrupa’daki sömürgecilik anlayışının arkeoloji ve sanat tarihine kadar genişlemesi, hiç şüphesiz bu sömürgeciliğin “gizli planları”ndan biriydi. Bu yüzdendir ki 19. yüzyıl ortalarından itibaren Anadolu’ya yayılan çok sayıda diplomat görürsünüz. Bu durum politikanın arkeoloji ve sanat tarihiyle ne kadar ilgili olduğunun en açık göstergesidir. Britanyalı sanat tarihçisi Austen Henry Layard, bunun tipik bir örneğidir. Nimrud ve Ninova’daki arkeolojik kazıları da yürüten Layard, bir dönem Britanya’nın Dışişleri Müsteşarı olarak görev yapmıştır. Layard’ın 1877-1880 yılları arasında Britanya’nın İstanbul Büyükelçisi olması ise tesadüf değildir. Burada diğer bir İngiliz ajanı Gertrude Lowthian Bell’i ayrıca zikretmek gerekir. Bell, çok iyi bir sanat tarihçisi ve arkeolog olmanın yanısıra usta bir İngiliz ajanıydı. Bir kadın olarak özellikle Anadolu’nun sarp arazilerindeki çalışma azmi sadece bilimsel yönüyle açıklanamaz; casusluğu da meşhurdur. Lawrence ile olan arkadaşlığı ise cabası!
  • Gertrude Bell’in yakın arkadaşlarından bir diğeri Julius Hardeg Loeytved adlı diplomattır. Alman İmparatorluğu’nun özel isteğiyle 1904 yılında Konya’nın Alman Konsolosu olarak atanan Loeytved, Bell ile ailecek görüşür. Hatta Bell’e ait mektuplardan bu iki Avrupalı ajanın öğle ve akşam yemeklerini birlikte yiyecek kadar samimi oldukları anlaşılır. Birlikte şehri gezer, fotoğraflar çeker ve arazideki seramik ve cam gibi küçük buluntuları da toplamaya başlarlar. Loeytved’in asıl amacı her ne kadar Selçuklular üzerine bir kitap yazmaksa da bu kitap hiçbir zaman yayımlanmamıştır. Kitap yazma bahanesinin arka planında eser kaçakçılığı olduğu açıkça görülür.

PARÇALANARAK ÇALINAN MİHRAP

Loeytved’in Almanya’ya kaçırdığı ilk eserler Konya Alaaddin Camii’nde bulunan Selçuklu halılarıdır. Konya’daki II. Kılıçarslan’a ait olduğu düşünülen, ancak Alaaddin Köşkü adıyla bilinen yapının çinili kitabesi de Loeytved’in kurbanları arasındadır. Loeytved Konya’da görevli iken, 1907 yılında yıkılan Alaaddin Köşkü’ne ait çok sayıda çini ve alçı parçalar ise büyük soygunun diğer eserleridir. Çalınan eserler arasında seramik bir vazo da bulunuyordu. Onun tarafından kaçırıldığı bilinen bir başka eser ise yine Konya’daki İplikçi Camii’ne ait olan iki el yazması eserdir.

Halil Edhem’in “büyük hırsız” olarak tanımladığı Loeytved’in kaçırdığı en ünlü Selçuklu eseri Beyhekim Camii’nin çini mozaik teknikli şaheser mihrabıdır. 13. yüzyılın ikinci yarısında Nahcivanlı Ekmeleddin Bey tarafından yaptırılan Beyhekim Mescidi her ne kadar mimari form olarak devrin klasik ve aynı zamanda mütevazı bir örneğini oluştursa da özellikle çinili mihrabı dönemin en nadide eserleri arasındadır. Mihrap; mukarnaslı kavsarası, firuze ve patlıcan moru rengindeki bezemeleri, rumi-palmet ve kıvrık dallı bitkisel süslemeleri, yıldız ve çokgen şekilli geometrik desenleri, kufi ve sülüs hatla yazılmış Ayet-el Kürsü ve Ankebût Suresi’nden yazılı kuşakları ile Konya’nın Selçuklu başkenti olduğunu bir kez daha haykıran bir eserdir.

İhtişamı ve sanatsal görünümüyle Konsolos Loeytved’in hedefinde olan mihrap, bütün halinde kaçırılması mümkün olmadığı için önce parçalara bölünerek Londra ve Paris gibi Avrupa’nın çeşitli sanat merkezlerine satılmış, ardından 1928 yılında parçaların bir araya getirilmesi suretiyle Berlin’deki Pergamon Müzesi İslami Eserler Bölümü’ne (Pergamon Museum / Museum Für Islamische Kunst) teslim edilmiştir. Loeytved mihrapla yetinmemiş, mescide ait ahşaptan yapılmış özgün kapı ve pencere kanatlarının bazılarını da bu müzeye aşırmıştır. Müze kayıtlarında mihrapla ilgili herhangi bir kayıt yoktur. Ahşap kapı kanatlarında ise bağışçı olarak Loeytved’in adı yazılıdır. Kapıların aslında o dönemde Konya Müzesi’nde sergilenirken müzeden çalındığını da ayrıca belirtmek gerekir.

TEK DİŞLİ MEDENİYET

Julius Hardeg Loeytved, sadece Anadolu’yu değil görev yaptığı her yeri bu şekilde talan etmesiyle bilinir. Konya’dan sonra Kudüs, Yafa ve Hayfa’da da benzer diplomatlık görevlerde bulunmuştur. 1915 yılında ise vefat ettiği Şam’a atanmıştır. O’nun Şam’daki bütün sanat tacirleri tarafından iyi bilinmesi Konya’da başlattığı kaçakçılığın Orta Doğu’da da devam ettiğini gösterir. Kuvvetle muhtemeldir ki, Alman İmparatorluğu’nun kendisine yüklediği misyon böyleydi.

Austen Henry Layard, Gertrude Lowthian Bell, Julius Hardeg Loeytved ve daha niceleri…

13. yüzyılın birinci yarısında Anadolu’yu acımasızca yağmalayan ve tahrip eden Moğollardan hiçbir farkı olmayan nice insan!

“Ülkelerinin çıkarlarını korumakla” görevlendirilen, ancak vandallık ve hırsızlıkları ile Avrupa’nın asla sahip olmayacağı medeniyete taşıma sularla katkı sunan aciz insanlar!

Bilin ki; antik çağlardan Roma’ya, Bizans’tan Selçuklu’ya, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve dahi Cumhuriyet’e varıncaya kadar nice medeniyetleri kucaklayan Anadolu’nun kadim bağrından çaldıklarınız ile kurmaya çalıştığınız medeniyet her zaman “tek diş” kalacaktır!

Cismi ve mânâsıyla insan