Batı düşünce ve sanatının vicdan sınavı

Modernite, aklın kazandığı zafer olarak tarif edilir. Dün Yahudi soykırımında, Hiroşima’da, bugünse Gazze’ye atılan bombalar bu akıldan ne kadar bağımsız? Eğer bu akıl gerçekten faşizmden arınmış, saf, fıtri bir akıl olmuş olsa idi Batılı aydınların bugün faşizmle aralarına mesafe koyması gerekmez miydi? Böylesi bir durumda faşizmin modern aklın doğal bir sonucu olduğunu söylemek durumunda kalınmaz mı?

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Yekta Şirin / Metin Yazarı

Dünya Savaşları döneminde Avrupa coğrafyasında tarihin en yoğun çatışmaları yaşanırken, Hannah Arendt 20. Yüzyılı “şiddetin yüzyılı” olarak tanımladı. Milyonlarca insanın ölümü ve sakat kalmasıyla sonuçlanan bu dönemin tekrar yaşanmaması adına Batı bazı önlemler aldı. Uluslararası hukukun bağlayıcılığı, silahsızlanma, ekonomik iş birliği ve demokratik ilkeler etrafında yeni bir Avrupa inşa edilmeye çalışıldı.

Avrupa’daki savaşın bitirilmesi konusunda kendisine önemli bir rol biçen Amerika Birleşik Devletleri’nin sürece müdahil oluşuyla ABD’nin Avrupa ile olan ilişkisi her alanda yeni bir boyut kazandı. Şiddetin temel kaynağı, ırkçı ve akıldışı olarak tanımlanan faşizm görüldü. Dünya sinema tarihinde üzerine en çok film çekilen dönem ikinci dünya savaşı yılları oldu. Filmlerin odağında ise Almanların gerçekleştirdiği Yahudi soykırımı yer aldı. Soykırımı konu edinen filmler başta Oscar ödülleri olmak üzere uluslararası festivallerde en çok ödül alan yapımlardı. Düşünce ve sanat alanında Nazi Almanyası’na daha genel ifadeyle faşizme dönük yargılamalar bir açıdan Avrupa’nın kendi günahlarıyla yüzleşmesi şeklinde yorumlandı. Filozoflar ve sanatçılar faşizmle hesaplaşmak adına önemli eserler ortaya koydu. Soykırımı reddetmek suç sayıldı. Yeni kurguya Avrupa’nın kendi içinde sadık kaldığı da söylenebilir. Bu sayede Yugoslavya’nın dağılma sürecinde yaşanan çatışmalara kadar büyük krizleri kendi coğrafyasından uzak tuttu.

UYGARLIK SALDIRGANLIĞI DİZGİNLEYEMEDİ

Faşizmle hesaplaşan Batılı aydın sınıfı, ABD merkezli sistem eşliğinde ebedi barışın kurulmasına dönük felsefi bir temel inşa etme misyonunu üstlendi. ABD dış politikasıyla uyum arz eden bu düşünce, kısa sürede farklı coğrafyalara dayatılarak modernitenin ideal form olarak kabul edilmesi sağlandı. Derrida, Öteki Hedef adlı eserinde Avrupa hakkında şöyle bir değerlendirmede bulunur; “Avrupa kendini bir öncü, coğrafyanın ve tarihin ileri noktası olarak kabul eder. Bir öncü gibi ilerler; ve ötekiye, onu kendine çekmek, baştan çıkarmak, üretmek, yönlendirmek, yayılmak, yeşertmek, sevmek veya şiddette bulunmak, şiddette bulunmayı sevmek, sömürgeleştirmek, kendi kendini sömürgeleştirmek için avanslar vermekten geri durmaz.” Batı’nın bu ‘etkisi’ genel olarak belli çevreler tarafından modernlikle ilişkilendirilir. Oysa, Avrupa’nın bu iddiasını kolonyalist geçmişinden ve dünya jandarmalığına soyunan ABD’nin silahlı güç kapasitesinden bağımsız ele almak doğru değildir.

Freud, Uygarlığın Huzursuzluğu adlı eserinde dünya savaşlarında yaşanan şiddeti de hatırlatarak koşulların elverişli hale geldiğinde saldırganlığın kendiliğinden ortaya çıktığını belirtip, “insanın, kendi türüne karşı merhamet nedir bilmeyen vahşi bir canavara” dönüşme potansiyeline dikkat çeker. Dolayısıyla öncelikli olarak bu eylemin önüne geçilmesi gerektiğini aktarır; “Uygarlık, insanların saldırganlık içgüdülerine set çekmek, bunların dışavurumlarını karşıt ruhsal tepkiler kurma yoluyla düşük düzeyde tutmak için elinde ne varsa seferber etmek zorundadır.”

Fakat bugün İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklarında uyguladığı soykırımcı politikaları Batı’nın desteklemesi ‘uygarlığın’ bu saldırganlığı dizginleyemediğini ve faşizmden sıyrılamadığını gözler önüne serdi. Almanya’nın sadece Yahudi olduğu için insanları katletmesiyle İsrail’in sadece Filistinli olduğu için bebek, kadın, çocuk, yaşlı, hasta demeden insanların üzerine bomba atması arasında nasıl bir fark olabilir? Akıl ve insanlık dışı olduğu kabul edilen faşizmin bugün insanlığın gördüğü en büyük katliamları tetikleyen bir ideoloji olarak varlığını sürdürmesine Batı’nın itiraz etmemesi yaşananlardan gereken dersin çıkarılmadığı anlamına gelmez mi?

AYDINLARIN FAŞİZM KARŞISINDAKİ SUSKUNLUĞU

Oysa faşizm belasından en büyük acıları kendilerinin yaşadığını belirten Batı üniversitelerinde ve onların etkisiyle dünyanın dört bir yanındaki üniversitelerde faşizmin ne kadar kötü bir ideoloji olduğu anlatılır. Fakat bugün sistemin en güçlü aktörlerine dönük yapılan en küçük itirazlar dahi faşizm parantezine alınarak değersizleştiriliyor. Amerika’yı, İngiltere’yi, Fransa’yı, İsrail’i savaş suçlarından dolayı eleştirmek bile ırkçı bir tutum olarak bastırılıyor? Batı, faşizm konusunda bu kadar hassasiyet gösteriyorsa neden Gazze’de bebeklerin İsrail faşist rejimi tarafından öldürülmesine alkış tutuyor? Faşizm, sadece Batı coğrafyasında kendini gösterdiğinde mi kötü bir ideoloji?

Batılı devletlerin uluslararası çıkarlarından dolayı bu katliamlara ortak oluşunu anladığımızı varsayalım. Peki, faşizm üzerine geniş bir külliyat oluşturan batılı filozoflar, entellektüeller, sanatçılar hangi çıkarlarından dolayı bu şiddetin tarafı olmayı seçmiş olabilirler? Bugün annesinin karnındaki bebeklerin faşizme kurban edilmesine ses çıkartamayan Batılı düşünürler ve sanatçılar yarın hangi yüzle faşizmi eleştirecekler? Demokrasinin, insan haklarının, özgürlüğün önemine ilişkin, faşizmin bu değerlerin düşmanı olduğunu söylediklerinde onlara kim inanacak? Fransa devlet başkanı Macron, Netenyahu ile düzenledikleri basın toplantısında İsrail’in çağdaş dünya adına savaştığını dile getirdi. Hannah Arendt, “Herkesin açıklıkla gördüğü bir şeyi hiç kimse sorgulamaz, incelemez” derken tam da Macron-Netanyahu ikilisinin kurguladığı ‘gerçekliği’ ifade ediyor gibi. Dünyanın gözleri önünde masum sivillerin öldürülmesi nasıl olur da medeni dünyanın savaşı olarak lanse edilebilir? Herhalde hiç kimsenin bu kurguyu sorgulamayacağından emin oldukları için bu sözleri ifade etme cesaretini gösteriyorlar!

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

SİLAHLAR DAİMA ONLARI TUTAN ELLERE DÖNER

Modernite, aklın kazandığı zafer olarak tarif edilir. Dün Yahudi soykırımında, Hiroşima’da, bugünse Gazze’ye atılan bombalar bu akıldan ne kadar bağımsız? Eğer bu akıl gerçekten faşizmden arınmış, saf, fıtri bir akıl olmuş olsa idi Batılı aydınların bugün faşizmle aralarına mesafe koyması gerekmez miydi? Böylesi bir durumda faşizmin modern aklın doğal bir sonucu olduğunu söylemek durumunda kalınmaz mı? Yaşananlardan Batı felsefesinin sorumlu olmadığı söylenebilir. Ancak asıl dikkat çekilmesi gereken nokta tam da burasıdır. Eğer gerçekten Batı entelijansiyasının bu şiddetten bağımsız olduğu kabul edilecekse o halde bunun somut göstergelerinin ortaya konması gerekmez miydi? Batılı devletler ile aydın kesim arasında bir ayrıştırma yapmak öncelikli olarak Batılı aydın sınıfının sorumluluğundadır. Dayandıkları geleneğin sorumlu olmadığını göstermek onların bugün şiddetle ve faşizmle aralarına mesafe koymasından geçmektedir. Eğer fosfor bombalarıyla kundaktaki bebeklerin öldürülmesine Batılı aydınlar ses çıkarmıyor hatta destek oluyorsa bu tavır siyasi tercihlerle açıklanamayacak kadar büyük bir tutarsızlığa işaret eder. Böyle bir durumda üzerine bastıkları zemin her türlü sorgulanmayı hak etmektedir. Sosyalizm, faşizmi en büyük düşmanı olarak kodlamıştı. Sosyalist aydınların Batı/İsrail faşizminden rahatsız olduklarını dile getirmeleri gerekmiyor mu? Batı’da insan hakları ve demokrasi dersi veren özgürlükçü aydınlar, düşüncelerinin evrensel olduğuna ve bu düşüncenin gücünü ne ABD’nin jandarmalığından ne de Avrupa’nın ekonomik gücünden kaynaklanmadığını iddia ediyorlarsa masum bir halkın ölüme terk edilmesine karşı evrensel bir ahlaki tutum geliştirmek zorundalar.

Levinas, Sonsuza Tanıklık kitabında; “her savaşta, silahlar onları ellerinde bulunduranlara karşı döner. Kimsenin mesafe alamayacağı ve hiçbir şeyin dışsal kalamayacağı bir düzen kurulur.” şeklinde bir değerlendirmede bulunur. Bugün, İsrail devleti en güçlü silahlarıyla sivillere bombalar yağdırıyor olabilir. Ancak, Levinas’ın hatırlattığı gibi bugün fosfor bombalarına ses çıkartmayan Batılı aydınlar, kendilerinin bu şiddetin dışında kaldığını düşünüyorlarsa meşruiyetlerinin her daim sorgulanacağı büyük bir tarihsel hatanın içine düşmektedirler.

DÜŞÜNCE GÜNLÜĞÜ
İsrail saldırganlığı ne getiriyor?