Güzelin serzenişi

“Bülbülsüzlük baykuşa gebedir” der Sezai Karakoç. Bu cümle güzel kimselerin aramızdan gitmesini, ayrılmasını ifade etmez yalnızca. Aramızda oldukları hâlde onları göremeyişimizi, fark edemeyişimizi de yüzümüze söyler. Bülbülün susması bir felaketse bülbülü duyamayış da kötülüğün kol gezmesine fırsat vermektir. Güzelin sesini ve serzenişini duyamayanın düşünce pınarları kurur.

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Hatice Ebrar Akbulut / Yazar

Dil yakınlaşmanın ve uzaklaşmanın, anlaşmanın ve anlaşmazlıkların, kavuşmanın ve ayrılıkların, sevginin ve nefretin aracıdır. Dil, yerine göre imar da eder yıkıp viran da eyler. Yalanlar da dilden yayılır, hakikat de dil ile beyan edilir. Düşünceler dilin ucundaki, kuytu ve hafızasındaki kelimelerle bazen en açık, en anlaşılır biçimde ifadelendirilir; bazen de konuştukça örtülere sarınır, anlaşılmaz hâle gelir. Duyguları kristalize eden, billurlaştıran dildir ve fakat onları bulanıklaştıran, çözümsüz hâle getiren de.

DİL, İNSANIN MAYASINI YANSITIR

Dil, insanın mayasını en iyi yansıtandır. Herkes öfkelenebilir ama öfkenin nasıl dile geldiği insanın ayırıcı vasfıdır. Karakterin öfke ânında belli olması biraz acımasız bir çıkarım gibi dursa da buradaki vurgu, öfke ânının karakterimizdeki bayağı ya da esaslı yanları açığa çıkardığıdır. Özlemek herkese mahsustur ama özlemin dile gelişi, sevginin içtenliğini beyandır. Ancak düşünce ve duygusunun bir anlamı olanın klas bir ifadesi vardır. Suskunluk içindeki her insan, aynı asaleti taşıyamaz. Acısı ve sevinci yüzünden okunan bir kimse sükutuyla da konuşur. Umursamayışı sebebiyle sessiz duran kimseler, dilin ve sözün hiçbir imkânıyla konuşamaz.

Dil, kelimelerin büyülü dünyasında ikâmet etmektir. Fakat dil, kelimelerle konuşmanın dışında insana bambaşka bir lisan da verir. Kelimelere dokunmaksızın gözleriyle, bakış, hâl ve sükutuyla bir dil geliştiremeyenler çok zor anlaşır. Bazen bir sözün kitaplarla dolu bir kütüphaneden daha çok şey vermesi gibi şüpheleri gideren, sevgiyi hissettiren, derdi paylaşan bir tavır da yapılacak bütün konuşmalardan daha anlamlıdır.

Hayatı yaşamak bir ifade edinmektir. İnsan taklit ederek, okuyarak, iletişim kurarak, dinleyerek, çevresinden görerek bir tavır kazanır. Sözü etkili hâle getiren, söyleyişi biçimlendiren de bu kazanımlardır. İnsanın söyleyiş tarzı kendine hastır. Aynı his, duygu ve düşünce farklı bir üslupla dile getirilir. Hasret kaldığını söyleme bazılarında şekva diliyle, bazılarında sitem ve intizarla, kimilerinde neşe ve coşkuyla, kimilerinde de kızgınlık ve nefretle temâyüz eder. Türküler, dile getirme biçimlerinin ne denli zengin olduğunu gösterir. Giden sevgili dönmediği için muhannettir. Hâr elinde kalan bülbülün çektiği âh güldendir. Güzelin hatırına yollarda kalınır, çöller aşılır. Sevilen mihnetliyse de ondan geçilmez, gönül sevmiştir bir kere. Zalim sevgiliye dağlar kadar güvenilir ama güvenilen dağlar un ufak olup ele gelir. Sevene düşense uğrun uğrun aramaktır. Âlemin diline düşmekten ar edilse de o yâr için gurbetin yoluna düşülür. Güzel derde dert katar, sevene şer satar yine de elinden gidilmez bir yere. Türküler naz, sevgi, sitem, ilenç, beddua ve belâ okumanın ancak bir ifade, eda ve üslup edinmekle olacağını anlatır.

TÜRKÜLER TECRÜBELERİN ARMONİSİDİR

“Bülbülsüzlük baykuşa gebedir” der Sezai Karakoç. Bu cümle güzel kimselerin aramızdan gitmesini, ayrılmasını ifade etmez yalnızca. Aramızda oldukları hâlde onları göremeyişimizi, fark edemeyişimizi de yüzümüze söyler. Bülbülün susması bir felaketse bülbülü duyamayış da kötülüğün kol gezmesine fırsat vermektir. Güzelin sesini ve serzenişini duyamayanın düşünce pınarları kurur. Bülbülün dili türkülerin dilidir. Türkülerini söylemeyen bülbülü nasıl duyabilir?

Türküler kimseye açamadığımız, söz edemediğimiz hâlleri tasvir eder. Türkülerden hem dinlemeyi hem de kendimizle konuşmayı ve kendimizi anlamayı öğreniriz. Dilimizin zenginliğini, yaşadığımız kültürün inceliklerini, duygunun düşüncesiz, düşüncenin duygusuz olmadığını türkülerde fark ederiz. Türküler, tecrübelerin armonisidir. Sahici dostlar gibi hem güç verir hem dermansız bırakır. Hem yaraya tuz basar hem sinesine sarar. Türkü dinlemek dayanıklı bir yürek ister. Türkülerin dili, dostun acı söylemesi gibidir. Bir şeyin acı söylenmesi, kötü ve kaba bir dile başvurulması anlamını içermez. Acı söylemek, dünden belli olan fırtınayı haber vermektir. Yarın başa gelebilecek üzücü ihtimalleri öngörmektir.

Hakikaten dostumuz olan bir insan ile hasbihâl ettikçe kendimizde olmasından rahatsızlık duyduğumuz hasletlerimizle de yüzleşiriz. “Dost acı söyler” bize ihmâl ettiğimizi hatırlatan, kendimiz hakkında düşünmeye sevk eden olarak anlaşılmalıdır. Dostun acı sözü güzelleştirir bizi. Dostluk kontenjanına sığınarak yeri gelmişken kırıcı olan, dil uzatan, muhatabı hakkındaki zannını kötüye yoran biri acı söyleyen bir dost değil, dostluğu kullanışlı bir zemin olarak gören, onu dilediği zaman dilediği yere çeken kimsedir.

İYİLEŞME LÜTFU DERDİ TAŞIYANA VERİLİR

Kendini ifade etmenin, kendini ifade ederken meseleyi kendinden çıkarıp başkalarının da meselesi hâline getirmenin sayısız yolu vardır. İroniler, espriler, besteler, enstrümanlar, resimler, yazılar, şiirler, filmler, türküler ve şarkılar… İnsan kendini ifade edince hayatın anlamını bulur veya tersinden söyleyecek olursak hayatın anlamını bulan insan, kendini ifade edebilir. Yaşamın anlamı çelişkiler, çatışmalar ve acılarla baş etmenin yolunu bulmada, bunlara karşı bir dil kurabilmededir. Ruhu, esaslı bir düşünceye tutunmayan, sözü olmayan insanın savrulması daha kolaydır. Sayrılı bir ruhun kendine gelmesi uzun zaman alır. İyileşme lütfu, derdi taşıyana verilir. İnsan iyileştiğini kendine acı veren, zor anlar yaşatan şeyi unutunca değil, her hatırlayışında ondan bir şeyler öğrendiğinde anlar. Yarasını hatırlayan neleri atlattığını, hangi eşiklerden geçip, hangi yokuşlardan çıkarak bugünlere geldiğini görür ve gelecek zorluklara katlanabilme gücünü kendinde bulur. İnsan geride bıraktığı acıyı tebessümle, sevinci de gözyaşıyla hatırlar. Üzerinden hatırı sayılır bir zaman geçince acı, ömre yayılan neşeli keder, sevinçse iç sızlatan bir mutluluk olur.

Zihninde şiddetli çatışmalar yaşayan, kalbinde çalkantılar olan, acıların imbiğinden geçen insan eğer bir dili varsa bunlardan istifade eder. Çünkü dil, elemin kalpte birikmesine, insanı derdest etmesine izin vermez, onun dışarıya bir ifade olarak çıkmasını, bir kişilik zenginliği olmasını, bir hatıra olarak anlatılmasını sağlar. Güzel, türküsünü söyleyebilirse kendi dilini bulur, merâmını söyler. Acı acıyı keser, su sancıyı dedikleri gibi bazen yaşadığımız acıları yenmek için yeni acılar gerekir. Başkalarına umut, moral ve ilham kaynağı olan kimseler, kendi dertleriyle güzelleşmişlerdir. Yüzlerinde acılı bir güzellik vardır ve onlar yeryüzünün kandilidir.