İsrail Gazze’yi yeniden şekillendirirken savaş suçlarını nasıl siliyor?

Gazze, İsrail ordusu ve teknoloji şirketlerinin sansür ve imha uygulamalarıyla kuşatma altındayken, soykırıma dair kanıtların belgeleme ve arşivleme sorumluğu yalnızca Gazzelilere bırakılamayacak kadar önemli. Uluslararası kamuoyunda, İsrail’in işlediği suçların örtbas edilmemesi adına görüntülerin dezenformasyona uğratılmadan saklanması büyük önem taşıyor.…

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

Dr. Emine Çelik / Uluslararası Güvenlik Uzmanı

Trump’ın Gazze’deki savaşı bitirdiğine dair söylemleri sekteye uğramış gözüküyor. Öyle ki ateşkesin başladığı 10 Ekim tarihinden günümüze kadar İsrail, saldırılarına ara vermeden devam ediyor. BM uzmanları İsrail’in Gazze’deki ateşkesi ihlal etmeye devam etmesinin kırılgan ateşkesi tehdit ettiği konusunda uyarmakla birlikte, tüm devletleri sivillere yönelik saldırıları derhal durdurmaya ve tıbbi yardımda dahil olmak üzere bölgeye engelsiz yardım ulaştırılmasına izin vermeye çağırıyor. Çağrılara rağmen İsrail'in en az 875 ihlal gerçekleştirdiği, 90’dan fazlası çocuk olmak üzere 441 Filistinliyi öldürdüğü ve 1112’den fazla kişiyi yaraladığı Gazze Sağlık Bakanlığı tarafından bildirildi.

İsrail, ateşkes sonrası işlediği suçlara dair güncel verilerin açığa çıkmaması için Gazze’ye uluslararası gazetecilerin girmelerini engelliyor. Gelinen noktada İsrail’in Gazze’deki Filistin halkına yönelik sürdürdüğü saldırıların, ateşkes anlaşmasını ihlal ettiği açıktır. Uluslararası toplum ise ateşkesi etkili kılmak ve bölgede sıkışıp kalan sivillerin hayatlarını kurtarmak için baskıyı artırmaya devam etmesi gerekiyor zira geleneksel medya ve sosyal medyadaki Gazze görünürlüğün azalması, İsrail’in uzun yıllardır Gazze’de işlediği soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçların fiziksel kanıtlarını bilinçli ve sistematik bir şekilde silmeyi amaçlayan politikasına yarayacaktır.

KONVANSİYONEL MEDYANIN SUSTURULMASI

İsrail, gerçeği ortaya çıkarabilecek ve işgalci rejimin hukuki sorumluluğunu teyit edebilecek her türlü cezai soruşturmayı veya sahadaki dokümantasyonu engellemek için uluslararası gazetecilerin ve bağımsız soruşturma komitelerinin girişini engellemek gibi çok çeşitli saha ve idari tedbirleri hayata geçirmiştir. Bağımsız gazetecilerin Gazze’ye girişinin yasaklanması, İsrail’in Gazze’ye saldırının başlangıcından günümüze kadar uzun süredir devam eden bir politika. Temel amacı ise; medyaya tam sansür uygulayarak ve tüm uluslararası izleme mekanizmalarının suç mahalline erişimini engelleyerek dünyayı sahadaki gerçekleri görmekten mahrum bırakmak. 10 Ekim’deki ateşkes anlaşmasına rağmen Netanyahu hükümeti, ordu refakatinde düzenlenen sıkı kontrollü “askeri turlar” dışında yabancı gazetecilerin Gazze’ye girişini engellemeye devam ediyor. Sonuç olarak, sahadan yapılan tüm medya yayınları sıkı bir askeri sansür altında tutuluyor. Savaşın başından beri 300 gazeteci ve medya çalışanını öldürülmesi (bu da her ay yaklaşık 12 gazeteci anlamına geliyor) ve uluslararası medya çalışanlarına yönelik devam eden yasak, İsrail’in gerçeği gizleme, anlatıyı tekeline alma ve medya sahnesi üzerinde tam kontrol sağlama yönündeki sistematik politikasını yansıtıyor. İsrail ayrıca, vahşetleri belgelemek ve doğrulamak için hayati önem taşıyan BM tarafından yetkilendirilen komisyonların, Uluslararası Ceza Mahkemesi soruşturmacılarının ve diğer uluslararası bilgi toplama kuruluşlarının ülkeye girişini de engelliyor. Uluslararası adaletin bu şekilde kasıtlı olarak engellenmesi, İsrail'in uluslararası insancıl hukuk kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ediyor. Netanyahu bağımsız belgeleri susturuyor, mağdurların hikâyelerini paylaşma hakkını reddediyor ve bunu internet ortamında da sıkı sansürle uygulamaya başladığına dair bir çok kanıt mevcut.

NETANYAHU ANLATIYI KONTROL EDİYOR

Sosyal medyada paylaşılan fotoğraf ve videolar, Gazze’de yaşanılan savaş suçu kanıtlarının neredeyse tamamını oluşturmaya başladı. Filistin ile ilgili içeriklerin engellenmesi ise tüm büyük sosyal medya platformlarında giderek yaygınlaşan bir uygulama. 7 Ekim sonrasında META, hem Facebook hem de Instagram’da Filistinli ve/veya Filistin yanlısı içeriklere yönelik sansürünü, içerikleri eşi benzeri görülmemiş bir hızla kaldırmış, hesapları askıya almış ve/veya kalıcı olarak devre dışı bırakmış, kullanıcıların “canlı yayın”, “para kazanma” ve hatta “yorum yapma” gibi işlevlerine olan erişimini kısıtlamıştır. Elon Musk’ın sahibi olduğu X platformu ise “Nehirden Denize” ifadesini aşırı şiddete açık bir çağrı olduğunu ve bu ifadeyi kullanan herkesin X hesabının askıya alınacağını açıkladı. Microsoft’a ait LinkedIn’in bile Filistin hakkında paylaşım yapan hesapları askıya aldığı bildirildi. Son dönemlerde YouTube ise Filistinli insan hakları gruplarından; El-Hak, El Mezan İnsan Hakları Merkezi ve Filistin İnsan Hakları Merkezi başta olmak üzere, İsrail’in işlediği insan hakları ihlallerinin yer aldığı, Gazze halkının yaşadığı tecriti içeren 700’den fazla videoyu sessizce sildi. Öyle ki gelinen bu durum Google, META, X, YouTube gibi teknoloji şirketlerinin şeffaflığının, tarafsızlığının da yeniden sorgulanmasına neden oldu.

TEKNOLOJİ ŞİRKETLERİ SOYKIRIMA ORTAK OLDU

Google savaş süreci boyunca gerek hedef belirleme, gerekse sözde Hamas üyelerinin olduğunu iddia ettiği sivillerin (aralarında çoğunluğunun kadın ve çocuk olduğu) öldürülmesinde veri paylaşımı yaparak IDF desteğini açık bir şekilde ifade etti. META şirketi ise 2024 yılı sonlarında Siyonizm’e yönelik eleştirilerin antisemitizmin bir aracısı olarak ele alınacağı bir politika başlattı. Siyonist teriminin “Yahudiler ve İsrailliler için insanlık dışı karşılaştırmalar, zarar çağrıları veya varoluşun inkârı yoluyla kullanma eğiliminde olduğunu” belirtti. Gelinen noktada da META, Filistin’e destek veren görselleri, Netanyahu hükümetinin işlediği savaş suçlarına dair kanıtları içeren görsel ve videoları engellemek adına bir dizi algoritmik düzenlemeyi hayata geçirdiğini inkar etmedi. TikTok ve Amazon tarafından da benzer bir politika benimsendi.

Silah üreticilerinden sonra, teknoloji şirketleri, İsrail’in yasadığı olarak işgal ettiği ve kuşatma altına aldığı Gazze Şeridi’nde 2 milyondan fazla Filistinliye karşı sürdürdüğü soykırımda ve bu soykırımın altında yatan, onlarca yıllık yerleşimci- sömürge apartheid rejiminde tartışmasız en büyük suç ortaklığı yapan ikinci sektördür. Filistin’deki soykırımın sona erdirilmesi ve Netanyahu hükümetinin sayısız uluslararası hukuk ihlali nedeniyle hesap vermesine yönelik çağrılara rağmen, teknoloji şirketleri hem çalışanlarını hem de kullanıcılarını susturmaya devam ettiler. Teknoloji şirketleri, Filistinlileri ve Filistin yanlısı sesleri susturarak, İsrail’in apartheid rejimine ve Gazze ile Batı Şeria’yı işgaline yönelik eleştirileri bastırıyor. Bu şirketler, İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçlarda aktif rol oynuyorlar. İsrail’in ablukası ve teknoloji sansürü, Gazze’de Netanyahu hükümetinin işlediği savaş suçlarına dair kanıtları kurtarılamayacak kadar hızlı bir şekilde ortadan kaldırıyor. Öyle ki İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarına dair bazı görüntülerin çoğu, son kez görüldü. Gazze, İsrail ordusu ve teknoloji şirketlerinin sansür ve imha uygulamalarıyla kuşatma altındayken, savaş suçları ve soykırıma dair kendi kanıtlarını belgeleme ve arşivleme sorumluğu yalnızca Gazze halkına bırakılamayacak kadar önemli. Uluslararası kamuoyu önünde İsrail’in işlediği suçların örtbas edilmemesi adına görüntülerin dezenformasyona uğratılmadan saklanması büyük önem taşıyor.

DİJİTAL KANITLAR NASIL KORUNACAK?

Filistinlilerin toprak, kütüphane, belge, arşiv ya da hayat kaybı yaşanılan yeni bir gerçeklik değil. Yıllardır İsrail’in sistematik şekilde uyguladığı bir yöntem. Yeni olan ise dijital silme. Savaşın yepyeni bir boyutu. 10 Ekim ateşkes anlaşması sonrasında İsrail’in saldırıları devam etmiş olsa da Filistinlilere yönelik uluslararası toplumda destek protestolarında azalma söz konusu. Filistinliler adına ateşkesin belki de en olumsuz etkilerinden biri olarak sosyal bilincin (devam etse bile) duraklamasını gösterebiliriz. Dolayısıyla da uluslararası toplumun sosyal bilincinin canlı tutulması gerekiyor. HRW, BM gibi uluslararası yapıların sosyal medya paylaşımlarını, videoları ve fotoğrafları uydu destekli programlarla coğrafi işaretleme yaparak delil olarak kullanılması adına sakladığını biliyoruz. Sonuç olarak söz konusu bu uygulamanın uluslararası tüm kamu kurum ve kuruluşların yanı sıra soykırıma ses çıkaran tüm devletlerinde uygulaması gereken bir yöntem olduğunu sıklıkla vurgulamak gerekiyor.