‘Görev’ bir emanettir

Kur’ân, idarî görevleri ‘emanet’ sayıp bu görevlerin tesliminde emanetin ehline verilmesini emretmiştir. Temel ilkeler; “özgürlük”, “sorumluluk”, “adalet”, “emaneti ehline vermek” ve “şûrâ”dır. Prof. Dr. Hadi Sağlam yazdı.

Zeynep Betül Erhun Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

İslam, idare hukuku alanında insanlığa, anayasal mahiyetli evrensel ilkeler önermiştir. Bu ilkeler, “özgürlük, sorumluluk, adalet, emaneti ehline vermek ve şûrâdır. Kur’an, yöneten ve yönetilenler arasında bir yönetim şekli önermemiştir. Yöneten ve yönetilenler arasında sadece adil bir düzen emretmiştir. Bu adil düzen, devlet olmanın ve birlikte yaşamanın temel ve genel esası kabul edilmiştir. Bu adalet, iktisadi, idari ve sosyal hukuk alanını da kapsamaktadır. Keza Kur’an, idari görevleri emanet görevler sayıp bu görevlerin tesliminde emanetin ehline verilmesini de emretmiştir. Bu bağlamda Kur’an, “adl” ve “kısd” kavramlarını kullanarak, yönetim şeklinin genel çerçevesini çizmiştir. Bu genel çerçeve, yönetim hukukunda üst norm niteliğinde olup bu ilkelerin ihlali anayasal bir ihlal ve ihmal sayılmıştır.

YETKİ VE SORUMLUK DENGESİ VARDIR

Tarih boyunca hakimiyetin kaynağı, meşruiyeti ve kime ait olduğu hep tartışıla gelmiştir. Öte yandan, İslam’ın yönetim hukukuna getirdiği bu temel ilkeler, önerdiği yönetim şekli ve siyasi rejim, Hz. Peygamber’in (sav) izlediği sosyal siyaset hep merak konusu olmuştur. Tarihte devlet başkanı atanmanın meşruiyet kaynağını, ya biat aracı ile halk ya da halkın seçeceği kurul olan Ehl’l Hal ve’l-Akd’den alınacak yetki oluşturmuştur. Bu sayede İslam idare hukukunda, yöneten ve yönetilenler arasında yetki ve sorumluluk alanında bir denge kurulmuştur. Yönetme yetkisi, sadece ve sadece halktan alınan yetki ile meşruiyetini kazanır. Aksi takdirde istibdat olur. Yönetilenler, meşru seçimle yöneticilerine yani ulu’l emirlerine hukukilik kazandırırlar.

İslam, Mekke ve Medine dönemlerinde ilkesel ve pratik hükümler getirmiştir. Mekkî hükümler genellikle ilkesel hükümler, Medine dönemi ise bu ilkelerin pratiğe yansımasından oluşmaktadır. Bilindiği gibi Medine toplumu aşiret ve kabilelerden oluşuyordu. Bu aşiret ve kabileler birbirleriyle sürekli savaşıyorlardı. Keza aşiret ve kabileler arasında emniyet ve güven de kalmamıştı. Bunun için de öncelikle Medine halkının güvenliğini temin için bir şehir devleti kurma ihtiyacı hissedildi. Bu ihtiyaç toplumsal kabul haline gelmişti. Peygamberimizin Medine’ye hicret ettikten sonra öncelikle görevi, Medine’deki bu aşiret ve kabilelerden oluşan halkı tek çatı altında toplamak olmuştur. Bu tek devletin başkanı, Hz. Muhammed, anayasası ise Medine vesikasıdır.

DEVLETİN EN ÖNEMLİ ŞARTI ANAYASADIR

Peygamberimiz Medine’ye vardığında ilk önce tek devlet anlayışını hakim kılmıştır. Keza her devletin bir anayasası ve vatandaşlığı bulunmaktadır. Öyle ki Medine Devleti (Birlikte Yaşam Projesi) için Kur’an’da, “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe girin” buyurulmuştur. (Bakara - 208) Medine Anayasası (Toplumsal Sözleşme) bir devlet kurmanın en önemli ön şartı, toplumsal sözleşme olan anayasadır. Keza sosyal-hukuk alanında, Medine’de Hz. Peygamber’in (sav) en önemli sosyal siyasetlerinden biri de dönemin vatandaşlığı yani “kardeşlik projesi”dir. Medine’de sosyal güvenlik ve toplumsal bütünleşmenin odak noktasını, “Müslümanlar kardeştir” ilkesi oluşturmaktadır.(Hucurat-10) Kur’ân; “özgürlük”, “sorumluluk”, “adâlet”, “emânetin ehline verilmesi”, “şûrâ prensibi”, “suç-ceza dengesi”, “haksız kazancın haramlığı”, “hayırda yardımlaşma”, “sözleşmelere uyma”, “güçlüğün kaldırılması” ,“kolaylık prensibi”, “zaruretin haram olan şeyleri mubah kılması”, “eşyada asıl olan ibâhadır”, “hiç kimse başkasının günahını yüklenemez -şahsi mesuliyet” gibi genel anayasal mahiyetli ilkeler getirmiştir. Bu anayasal mahiyetli ilkelerin her biriyle, insan hak ve sorumluluklarını belirterek, birey ve toplumlara onurlu bir yaşam sunmayı hedeflenmiştir. Bu ilkelerin ana direği ise tevhid projesidir.

TEVHİD PROJESİ

Yüreklerin aynı noktada attığı bu proje, bir olan Allah’a ve onun emirlerine kul olma projesidir. Bir olan Allah’a kulluk bir özgürlüktür. Kimin kime kulluk ettiği belli olmayan toplumlardan, bir olan Allah’ın emirlerine itaate çağrıldığı bir projedir. Bu genel ilkeler, erdemli değerler olup bunların ihlali ve ihmali insanları Allah’a kul olmaktan öte insanlara kul yapabilir.

Tevhid İnsanın onurlu yaşama mücadelesidir. Kadın ve erkek arasında cins üstünlüğünün olmadığına, zengin ve fakir arasında hak üstünlüğünün olmadığına, emek ve sermaye arasında sömürü üstünlüğünün olmadığına, devlet ve vatandaş arasında güç üstünlüğünün olmadığına, ancak hakkın üstün olduğunun ilkesel ve pratik uygulama biçimidir. Doğrusu pratikte tevhid, devlet ile vatandaş, karı ile koca, kadın ile erkek, zengin ile fakir, emek ile sermaye, köle ile efendi arasında üstünlük olmadığına imandır. Hemen her kutsal dinin anayasal kırmızı çizgisi olmuştur. Sosyal hayatta tevhid, asli ve anayasal bir rükün kabul edilmiştir. Bu ana asli tevhidi ilkeden sonra, Kur’an’ın yönetimle ilgili feri en önemli ilkeleri, özgürlük, adalet, liyakat ve şûra’dır.

ÖZGÜRLÜK İLKESİ

Nitekim Şârii (hüküm koyucu), “dileyen iman eder, dileyen inkâr eder”, “Dinde zorlama yoktur” (Kaf - 45; Gaşiye - 22) buyurmuştur. Hiçbir kimse Allah’ın kullarını, bir inanca zorlayamaz. Dileyen iman eder, dileyen inkâr eder. Kılıç ve dayak zoruyla insanları dine zorlayamazsınız. Sevgi toplumu, aşk toplumu kurmak zorundayız. Korku ve dehşet saçarak ancak münafıklar çoğaltılır.

ADÂLET İLKESİ

Kur’an’da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli ilkelerden biri de adalettir. Bu Kur’an’ın anayasal bir ilkesidir. Üst norm niteliğindedir. Yöneten ve yönetilenler arasında birincil emirdir. Allah adaletle hükmetmeyi emreder. Bu ilkenin ihlali anayasal bir ihlaldir. Bu ilkeyi ihlal edenler her ne kadar dindar görünseler de ancak zulmederler. Adalet, insanların sığınağı, mülkün temelidir. Adalet, hükümlerde eşitliği ve dengeyi sağlar.

EMANETİ EHLİNE VERMEK İLKESİ

Kur’ân’da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli ilkelerden biri de emanetlerin ehline verilmesidir.( Nisâ - 58) Bu Kur’an’ın anayasal bir ilkesidir. Üst norm niteliğindedir. Yöneten ve yönetilenler arasında ikincil ve kapsamlı bir emirdir. Allah emanetleri ehline vermeyi emreder. Bu ilkenin ihlali anayasal bir ihlaldir. İşin ehline verilmesi farzdır. İşi bilen müşrik de olsa iş ehline verilecektir. Bizden olana, bizim gibi inanana değil işi bilene verilir. Herkes hukukun önünde onurludur. Namazı terk bireysel bir depremdir. Liyakati terk toplumsal bir depremdir.

ŞÛRÂ İLKESİ

Kur’ân’da yöneten ve yönetilenler arasında en önemli yürürlük ilkelerinden biri de şûrâ’dır. Kur’ân’ın anayasal bir yönetim ilkesidir. Yöneten ve yönetileler arasında üst norm niteliğinde temel ilkedir. Bu ilkenin de ihlali anayasal bir ihlaldir, zorba yönetim şeklidir. Yönetimin halka dayanarak halkın kendi kendisini yönetmesidir. Dini ve hukuki ittifaklar ve ihtilafların yürürlüğü nasıl sağlanacaktır. Bu yürürlük ancak yasanın niteliğine göre ya salt çoğunluk, nitelikli çoğunluk ya da ideal olan ittifakla alınan kararlarla sağlanabilir. Zira her çağa uygun kanun yapma ihtiyacı hissedilmiştir. Ehlisünnet Yöntemi (Şûrâ ile İcmâ Prensibi) bu anlamda en önemli yürürlük maddesidir.


Katar, Ürdün ve İİT'den büyükelçilik saldırısına tepki

Kurban vekaleti nasıl verilir, nasıl alınır?

İsrail güçleri Batı Şeria'da Filistinli birinin evini yıktı