İki mihne arasında sufiler

Himmet Konur, Ketebe Yayınları arasından okurunu selamlayan “Mihne: Sufilerin Zulümle İmtihan” isimli eseriyle Mihne fitnesinin bugüne kadar pek üzerinde durulmayan bir yönünü ele alıyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Arşiv.

Bülent Acun

He yönüyle insanlığa muhteşem bir medeniyet armağan eden tarihimizle ne kadar iftihar etsek azdır. Müslümanlar olarak tarihimizin kısm-ı azamı insanlığı kendisine hayran bırakan altın sayfalarla doludur.

Kültürde, sanatta, musikide, edebiyatta, mimaride, fikriyatta tam bir tarih yazdığımız herkesçe malumdur. Tarih de insanlar gibidir. Bazen yürür, bazen koşar, bazen aksar, bazen düşer, bazen durur. Tarihimizin kırılma noktaları olan Cemel ve Sıffin vakaları, Kerbela faciası ve Mihne fitnesi aynı zamanda Müslümanlar olarak canımızın sıkıldığı, hızımızın kesildiği, sesimizin kısıldığı, ayaklarımızın tökezlediği ve böylece o anlamlı yürüyüşümüzün durakladığı yaşaması da yazması da hayli zor zaman dilimleridir. O günlerde yaşanan tarihi talihsizlikleri sık sık gündeme getirmenin hiç kimseye herhangi bir yararı olmadığı gibi tamamen kayıtsız kalmanın üzerine beton dökmenin de imkânı ve gereği yoktur. Sebepleri ve sonuçlarıyla o büyük yürüyüşümüzü durduran yol kazalarını dikkatli bir şekilde incelemek bugün ve yarın aynı yol kazalarına maruz kalmamak için fevkalade önemlidir.

Himmet Konur, Ketebe Yayınları arasından okurunu selamlayan “Mihne: Sufilerin Zulümle İmtihanı” isimli eseriyle Mihne fitnesinin bugüne kadar pek üzerinde durulmayan bir yönünü ele alarak konuyu masaya yatırıyor.

Yazarın bir solukta okunacak bir hacimde kaleme aldığı eser muhtevasıyla üzerinde bin kere düşünmeyi mucip kılıyor. Okurunu alıp bambaşka bir dünyaya götürerek o dünyadan bu dünyaya ibret nazarıyla bakabilmeyi salık veren kitap iki bölüm ve 131 sayfadan mürekkep. Kitabın adından da anlaşılacağı gibi yazar eserinde Abbasi döneminde zuhur eden Mihne fitnesinde hem mutezilenin hem de ehli hadisin mihnesine maruz kalan sufileri konu ediniyor.

Abbasi halifesi Me’mun döneminde başlayan Mihne Fitnesi mutezilenin ehl-i hadise karşı elinden gelen hiçbir zulmü ardına koymadığı bir sürece dönüştü.

Daha sonra bu defa ehl-i hadisin mihnesi başladı. Bu dönemde yaşayan sufiler ise her iki tarafın da mihnesine maruz kaldılar. Kimi idam edildi, kimi hapsedildi, kimi sürgün edildi. Fakat hepsi ötekileştirildi.

Yazar ön söz ile okuruna “hoş geldin’’ deyip girişiyle muhatabını psikolojik olarak o dönemi okumaya hazırladıktan sonra meseleyi iki bölümde mütalaa ederek misafirine önemli sonuçlar ikram ederek uğurluyor.

Yazar, yaşananlardan hareket ederek kitabın önsözünde mihneyi şöyle tarif ediyor: Acı, baskı, yalnızlaştırma, sürgün, hapis, dayak, işkence ve idam.

Yazar kitabının girişinde sufilerin maruz kaldığı mihne olaylarının yer aldığı tasavvufi kaynak eserler hakkında eserlerin muhtevası ve kaynaklık değerine dair önemli bilgiler veriyor. Kitabın ilk bölümü iki mihne arasında kalan sufileri çeşitli yönleriyle ele alıyor.

Yazar bu bölümde mihneye maruz kalan sufilerin hayatlarını, eserlerini, kaçıncı tabakada bulunduklarını, arkadaşlarını mihneye sebep olan davranış ve sözlerini etraflıca nazara veriyor. Yazar ikinci bölüm ise mihne olayları, konuları ve sonuçlarına temas ediyor.

BÜYÜK SUFİLER BÜYÜK ACILAR

Himmet Konur kitabının birinci bölümünde iki mihne arasında kalan sufileri anlatıyor. Bölümü okuyunca “büyük sufiler büyük acılar” demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Peki, Mutezile ve ehl-i hadisin hedef tahtasında kimler var? İsimleri okuyunca soruyu şöyle soruyorsunuz; Kimler yok ki? O isimlerden bazıları şunlar: Amir b. Abdilkays, Ebû Süleyman Abdurahman ed-Dârânî, Ahmed b. Ebü’l-Hâvâri, Haris b. Esed el-Muhâsibî, Zünnün el-Mısri, Sehl b.Abdullah et-Tüsteri, Ebu Hamza es-Sufi, Cüneyd-i Bağdadi, Hallac-ı Mansur, El Hâkim et-Tirmizi, Ebu Bekir eş-Şibli, Ebu Osman el-Mağribi, Ebu Abdullah el-Hâkim…

OLAYLAR VE KONULAR

Himmet Okur kitabın ikinci bölümünde sufilerin maruz kaldığı mihneyi yukarıda listesini verdiği isimlerin hayatları, sözleri ve tartıştıkları konular bağlamında ayrıntılı bir şekilde ele alarak eğildiği konuya hayli derinlik kazandırıyor. Hallac’ın idamını mihnenin zirvesi olarak nitelendiren yazar sufilere mihne uygulanmasına sebep olan şathiyelerden “zahiren şeriata” aykırı gözüken sözlerden örnekler veriyor.

İnsan o sözleri ve o sözlerin vesile kılındığı zulüm ve işkenceleri okuyunca “Ey Mübarekler bu sözleri söylemeye gerek var mıydı?’’ diye sormaktan kendini alamıyor. Yazar mezkûr bölümün ilerleyen sayfalarında mihneye sebep olan konuları ele alıyor.

Helalleri haram kılmak, melek, cin ve şeytanlarla konuşmak, velayet ve nübüvvet karşılaştırması, zat-sıfat meselesi bu konulardan sadece birkaçı

NEREDESİN EY İTİDAL

Kitabı bitirip kütüphanemizin okunmuş kitaplar rafına koyarken “ Neredesin Ey İtidal” demekten kendinizi alamıyorsunuz. Kantarın topuzunu kaçırmanın tarihte nelere mal olduğunu “haddinden fazla şiddetin gayedeki hikmeti nasıl yok ettiğini” adeta kahrolarak okuyorsunuz. O gün yönetilemeyen krizlerin bugüne bıraktığı izler gönül coğrafyamızda hala büyük pürüzlere kapı aralıyor. Müslümanların yer yer gayrimüslimlere tanıdıkları din, vicdan ve fikir hürriyetini kendi kardeşlerinden esirgemesi ne yaman bir çelişki öyle değil mi? Mutezile, ehli hadis ve sufiler İslam Dünyasının ilim ve irfan damarları olacakken nasıl olmuşsa kardeşin kardeşe şamarı olmuşlar. Tevil edilebilecek söz ve davranışları tekfir etmenin acı sonu fitne, fesat, kaos, kriz. O günlerin bugünlere verdiği en anlamlı ders şu olsa gerek: Kardeşçe bir arada yaşamanın kıymetini bilmezseniz birbirinize düşmenin kıyametini yaşarsınız. Geçmişte bize zor zamanlar yaşatan derin krizlerin çözümü o kadar da zor değil aslında. Bizden farklı düşünen kardeşlerimizi can kulağıyla dinlemek, onları doğru anlamak ve onlar kendilerini nasıl tanımlıyorsa onları öyle tanımlamak. Tahammül ahlakını hayata hâkim kılmak “Ben Müslümanlardanım” diyenlerle her zaman ve zeminde kardeş olmak, kardeş olduklarımızla ne yapıp edip, kıyamete kadar kardeş kalmak.