‘Kapı’nın önünde

Şair Orhan Tepebaş’la aynı üniversitede okuduk. Aynı denizin meftunuyuz. Şiirlerini Dergâh’tan bildiğim Tepebaş’ın Okur Kitaplığı’ndan yayımlanan Kadim Kapı (2010) ve Ötüken Neşriyat’tan çıkan Eski Liman (2019) isimli kitaplarını geçtiğimiz yıl sonunda okudum.

Hakkı Yanık Yeni Şafak
Karakalem: Hakkı Yanık

Şair Orhan Tepebaş’la aynı üniversitede okuduk. Aynı denizin meftunuyuz. Şiirlerini Dergâh’tan bildiğim Tepebaş’ın Okur Kitaplığı’ndan yayımlanan Kadim Kapı (2010) ve Ötüken Neşriyat’tan çıkan Eski Liman (2019) isimli kitaplarını geçtiğimiz yıl sonunda okudum.

Üniversite yıllarında şiire ağırlık verdiği gözlenen Tepebaş, düzyazı da yazıyor, eleştiriler kaleme alıyor, hat sanatı ve yazı kültürü gibi konularla ilgileniyor. Dolmakalem sevdası bile var!

Doğduğu şehirde (Giresun) öğretmenlik görevini sürdüren şair, şiirlerinde yaşanmışlığı öne çıkarıyor. ‘Kadim kapı’sının önünde durup ‘aşk’ ile yazıyor. Zamanına tanıklık edecek dizeler kuruyor. Sözünü kısa ve yalın söylüyor. Çokça şiir bıraktığı Karadeniz’e masumiyetini haykırıyor.

“Babası ölünce büyür her çocuk” (s. 11) diyor Kadim Kapı’da. Büyür çünkü sırtını yasladığı ağaç, gölgesine sığındığı dağ yıkılır. Baba gömleği şiirinden de anlıyoruz ki Tepebaş’ta bariz bir ‘baba’ hassasiyeti var. Hassasiyet bütün aileyi çevreleyerek genişliyor.

Eski Liman’da şiiriyle konuşuyor şair. Muhatabını ‘iç’ yolculuğa çıkarıyor. Yalnızlık, özlem, ayrılık gibi duygulardan bir demet sunuyor. Nasıl konuşuyorsa öyle yazıyor. Bu tercih, ‘basitlik’ olarak adlandırılmamalı. Maharet, derinliği basit olana gizlemekte.

Mesnevi, Züleyha, Yunus, tespih, şeyh, gâvur ve melek gibi kelimeler şairin inanç ve geleneğe uzak olmadığına işaret ediyor. Münacat şiirinde şükürlerini sunuyor Mevlâ’ya: kalabalıklardaki yalnızlığı bağışladın bana / bir oğul bir ocak bağışladın / sevdirdiklerini sevdim (s. 9).

Şairin, “insan sefere yazgılı zafere değil” (s. 68), dizesi üzerine bir risale yazmak mümkün. Zira mesele varılacak yer, kazanılacak zafer değil. Mesele, ‘yolda olmak/kalmak.’

Her haliyle bir Karadeniz âşığı Tepebaş. Aşkını, liman, ikiz fındık, taflan, çepni, yağmur, kiraz, yaşmak ve rutubet gibi ‘yerli’ kelimelerle besliyor.

Değişik bir terkip anlayışı var. “Ölüm ve hayat” gibi zıt kelimeleri yan yana getiriyor. “Kalemim-kederim-kaderim” veya “gözümüz-göğü-gözler” gibi ‘oyun’lara başvuruyor.

Beğenip defterime kaydettiğim dizesi çok Orhan hocanın. Kadim Kapı’dan: acı kanı nasıl da ayartıyor (s. 11), Ne de çabuk eskirmiş oğulsuz evler (s. 16), hayat kaşmir bir şal gibi / kayıyor omuzlarımdan (s. 49). Eski Liman’dan: neden yerdedir kuşun depremi (s. 18), güneşin güle boyadığı / şafağı (s. 50) ve yüzüm artık toprağa benziyor (s. 72).

Birçok şairin yanısıra Tepebaş da şiiriyle gösteriyor ki şiir artık ‘merkez’de değil ‘taşra’da yazılıyor. Merkez, taşranın gerisinde kalmış gibi. Öyleyse, şiirde ‘merkez’ ve ‘taşra’ kavramlarının yerinden/yeniden tanımlanması gerekmiyor mu?

ada yolu şiirinden bir dörtlükle sonlandırayım yazıyı:

heyhat! / merakla sadece bir kez yürünen / bir ada yoluymuş hayat / anladım (s. 80).