Karabağ zaferiyle kaybettiklerimizi kazandık

Ermenistan-Azerbaycan meselesini çektiği filmle dünyaya duyuran yönetmen Elçin Musaoğlu “Bir gün dahi olsa Karabağ’a yeniden döneceğimiz konusunda umudumu kaybetmedim. Bu zafer kaybettiklerimizi bize yeniden kazandırdı” diye yorum yapıyor.

Karabağ'da yaşanan savaşın tüm acımasızlığıyla kendini hissettirdiği Dağlık Karabağ'ın küçük bir köyünde yaşayan Nabat ve İskender'in öyküsünü anlatan film İtalya, Almanya, Kazakistan ve Bangladeş'te gösterilmişti.

Yaklaşık 30 yıldır Ermenistan işgali altında olan Karabağ, nihayet özgürlüğüne kavuştu. Azerbaycan ve Ermenistan arasında yaşanan krizine ilişkin yapılan anlaşma sonucu Ermenistan yenilgiyi kabul etti ve topraklardan çekilme başladı. Tarihi zafer Azerbaycan ve Türkiye’de karşılandı… Karabağ’daki ölümlere, katliamlara dünya tam 30 yıldır kayıtsız kalıyordu. İşgale, bilhassa Hocalı’da yaşanan katliama kulağını kapatmıştı. Fakat yaşananları anlatmak için çok güçlü bir başka dil vardı: sanat…

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2020/11/15/12/40/resized_54420-ecdb26ednabat2.jpg
  • Azerbaycanlı yönetmen Elçin Musaoğlu, bölgede yaşananları 2014 yılında Nabat ile beyazperdeye aktarmıştı.
  • Film dünyanın da ilgisini çekmiş; Venedik Film Festivali’nin Orizzonti bölümünde yarışmış ve büyük beğeni toplamıştı. Savaş hikayelerine yakından tanıklık eden ve yaşananları sinemanın gücüyle dünyaya duyuran Musaoğlu ile Karabağ zaferinin ardından sohbet ettik…

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2020/11/15/01/09/resized_81f72-b38c4f1celcin4.jpg

UMUDUMU KAYBETMEDİM

  • Bugüne kadar bir gün dahi olsa Karabağ’a yeniden döneceğimiz konusunda umudumu kaybetmedim.
  • Azılı düşman güzel memleketimiz Karabağ’ı harabeye çevirmişti, taş taş üstünde kalmamıştı. Büyük medeniyete, zengin doğaya sahip bu toprağı yecuc-mecuclar yerle yeksan etmişlerdi.

Hiç toprağın ağladığını gördünüz mü? Ben gördüm. Biz şimdi yaralarından kan sızan Karabağı sıkı sıkı bağrımıza basıp gözyaşlarını silebiliriz. Bundan sonra bu gözyaşları sadece sevinç gözyaşları olacak. Bundan büyük bahtiyarlık, bundan büyük mutluluk olamaz.

  • Karabağ savaşı zamanı ben “Azerbaycan Telefilim Yaratıcılık Birliğinde” rejisör olarak çalışıyordum. Belgesel filmleri çekimi için sık sık sınır bölgesine, mülteci kamplarına gidiyorduk.
  • 2000 yılında dostum senaryo yazarı Rafik Haşimovla “ Güneş ve Bulut” filmini çektik. Filmin senaryosunu mülteci kampında yaşayan okul öğrencilerinin Edebiyat dersinde yazdıkları yazılar esasında oluşturduk.

Bizim görüştüğümüz insanlar başlarından geçenleri bize anlatıyorlardı. Aslında anlatılan hikayelerin her biriyle ayrı film olurdu. Bizim sonralar çekeceğimiz bir çok filmin kaynağı bu yaşanmış hikayelerden besleniyordu.

TOPRAĞINI KAYBEDEN BİR ŞEY ÜRETEMEZ

Sanat insanları her zaman savaşa karşı çıkmışlardır. Bu normaldir. Çünkü bizim yazacağımız ve çekeceğimiz eserlerin hepsi insan için, hayat içindir. Ama insan kendini, toprağını kaybederse o hiç bir zaman büyük eserler üretemez. Ürettiği bütün eserler hep bir yarım kalacaktır.Okuduğumuz ve inandığımız bütün semavi kitaplarda toprağına, canına ailene kastedenlere karşı savaşmanı söylüyor. Savaş ki yaşayasın ve yaşatasın.

SAVAŞ DA BİR SİLAH

  • Bence günümüz dünyasında sinema da bir silahtır. Savaş başladığı günden ben ve arkadaşlarımın tek dileği vardı, Azerbaycanın hak davasını dünyaya duyurmak.
  • Basın konferanslarda ülkemizin hak sesini daha çok insane ulaştırmak için çaba sarfettik. Çünkü sinema uluslararası bir dil, o yüzden onu herkes anlıyor.

“Nabat” filmi kazandığı birçok ödülleri Batı’daki film festivallerinde kazandı. En ilginç detay ise bizim filmimizi en çok beğenen Almanya ve Japon seyircileri oldu. 2015 yılında Hiroşimaya atılan atom bombasının 70 yıllık törenine dünyadan 6 film davet almıştı. Onlardan biri de “Nabat” filmi idi. Bu benim en çok ilgimi çeken detay oldu.

Aslında hiçbir normal insan savaşı sevemez. Ülkesini, halkını, yakınlarını seven adam bunu arzulayamaz. Çünkü bu bir deprem gibi senin her şeyini bir günde elinden alailiyor. Savaştan bahseden film bize bu dünyanın ne kadar hassas olduğunu, insan hayatının ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Ve daha dikkatli olmayı öğretiyor. Örneğin, Tarkovskinin “İvanın çocukluğu” filmi gibi. Normal bir insan için önemli olan hakikattır. Ama maalesef koca dünya hakikati değil, gücü olanı destekliyor.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2020/11/15/12/49/resized_c97db-c56f6945elcin6.jpg

Eserlerimiz hakikate hizmet edecek

  • 2017 yılında “Genç Sinemacılar Kulübü”nü kurduk. Bu gençler dünyanın değişik ülkelerinde- Türkiye, Londra, Paris, Moskva film üniversitelerinde eğitim almış gençlerdir.
  • Bizim klübümüzün kendi kanunları var. Bir Pifagorun öğrencileri gibi bu kanunları yazmıyoruz, ama aklımızda tutuyoruz. Pifagor diyordu ki, “söz yazılanda ölür”. Söz hafızada kaldığı sürece o yaşıyor, onun kanatları var ve o uçabiliyor. Aslında bizim kurallarımız daha çok ahlaki normlarla ilgilidir. Örneğin: Herkese ve her şeye; saygı, adalet her şeyden üstündür, paylaş, çünkü paylaştıkça çoğalır. Ortaya çıkaracağımız tüm eserler gerçeklere, hakikata hizmet edecektir. Yalnız o zaman sanat ebedi yaşar.

https://image.piri.net/resim/imagecrop/2020/11/15/01/12/resized_7bf37-54877103nabat4.jpg

Sinemada işbirliği yapalım

  • Türkiye her bir Azerbaycanlı için ikinci vatandır. Benim Türkiye’de değerli arkadaşlarım var.
  • Birkaç yıl önce Suat ve onun ekibi Malatya Film Festivalinde bu hayali gerçekleştirebilmek için çok enerji sarfettiler. Zamanında bu işler çok takdire şayandı. Bu hayalin birgün gerçekleşeceğine inanıyorum. Ve bence zamanı da geldi artık.

Türkiye sinemasını yakından takip ediyorum. Sevdiğim yönetmenler de var. Örnek olarak, Nuri Bilge Ceylan. “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmi onun şaheseri olduğu düşüncesindeyim. Çehov’u onun gibi hisseden rejisör Rusya’da bile yoktur.