Karanlığın cezbedici bir yanı da var

Karanlığı Tanıyorum adlı öykü kitabıyla okuru selamlayan Muhammed Erdevir, “Karanlık, çoğumuz için çocukluk korkusudur. Oysa çok cezbedici bir tarafı da var karanlığın. Korktuklarımız aynı zamanda merak da uyandırır. İşin bir de içsel, bilişsel, ruhsal boyutu var. İnsanın içsel karanlıklardan geçerek aydınlığa kanatlanması, hem felsefi hem de psikolojik açıdan zorunlu bir yolculuktur” diyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Arşiv.

Nuran Ceylan


Osmanlı coğraf-yasında en çok divan şairi yetiştiren şehirlerden biri olan Gaziantep, bugün de topraklarında pek çok şair ve yazarın edebi yolculuğuna şahitlik ediyor. “Gaziantep’te yaşamak, benim edebiyat yolculuğumu kadim tarihin ve kültürün zenginlikleriyle besliyor. Mitat Enç, Onat Kutlar, Ülkü Tamer, Cahit Tanyol ve Ahmet Ümit gibi büyük edebiyatçılar böyle bir ortamda yetişmiş, zihinleri ve hayal güçleri bir zamanlar ‘Küçük Buhara’ olarak anılan Gaziantep’te olgunlaşmış” diyen Yazar Muhammed Erdevir de edebiyatımıza taşradan dahil olan yazarlardan. Gaziantepli olmadığı halde uzun yıllardır bu şehirde yaşayan Erdevir, burada kültür ve sanat programları düzenleyip sunan biri olarak şehrin kültürel büyüsünden oldukça etkilendiğini itiraf ediyor. Geçtiğimiz günlerde Muhammed Erdevir’in Karanlığı Tanıyorum adlı öykü kitabı Loras Yayınları arasında okurla buluştu. Erdevir’le öykülerinin izinden yazma hikayesini konuştuk.

Kitabınızın adı “Karanlığı Tanıyorum”. Bu ifade okuru zorlu ama heyecanlı bir serüvene yoldaşlık etmeye çağırıyor. İnsan, içinin karanlığından geçmeden aydınlığa yol alabilir mi?

Karanlık, çoğumuz için çocukluk korkusudur. Oysa çok cezbedici bir tarafı da var karanlığın. Korktuklarımız aynı zamanda merak da uyandırır. İşin bir de içsel, bilişsel, ruhsal boyutu var. İnsanın içsel karanlıklardan geçerek aydınlığa kanatlanması, hem felsefi hem de psikolojik açıdan zorunlu bir yolculuktur. Platon’un mağara alegorisinde olduğu gibi, gerçeğe ulaşmak için karanlıktan aydınlığa geçiş yapılması gerekir; bu, bireyin iç dünyasındaki zorluklarla yüzleşmesini ve bu süreçte yeniden doğuşunu simgeler. Psikolojik açıdan Jung’un “Gölge” kavramı, bireyin kendi içindeki kabul edilmemiş veya bilinmeyen yönlerle yüzleşmesini, bu sayede daha derin bir öz-anlayışa ve kişisel büyümeye ulaşmasını gerektirir. Jung “Bir insan, aydınlığı hayal ederek değil, karanlığın bilincine vararak aydınlanır.” diyor. Bu yolculuk kişisel dönüşümün, direncin ve nihai olarak içsel aydınlanmanın anahtarıdır; zorlayıcı olmakla birlikte, bireyi daha bütün ve anlamlı bir varoluşa doğru yönlendirir.

Uyumsuz olmak, bir öykücü ve şairden beklenen ve dahası istenen bir şey midir?

Edebiyatın dokuma tezgâhında uyumsuzluk bir öykücünün kaçınılmaz sığınağı, hatta ilham kaynağıdır. Şairin ve öykücünün kalemi toplumun sıradan dokusuna meydan okumak zorundadır. Edebiyatçı, varolan düzenin dışındaki sesleri işitir ve yansıtır; umutsuz üniversite mezunları, yaşamı değersiz görülüp dışlanan kişiler, geçim derdinden bunalmış insanlar, taşra zihniyetinin altında ezilip örselenen savrulmuş aydınlar öykü ve şiirlerimin merkezinde yer alıyor. Aşk ve özlem gibi duygular da bu bilinçten azade değil. Modern zamanların insan ilişkilerini örseleyen doğası, bireyler arasındaki gelgitleri beslediği gibi insanın temel duygularından aşka dair bakışımızı da değiştiriyor. Öykücü ve şair toplumun sınırlarının ötesine geçebilirse insan deneyiminin daha geniş ve çeşitli yelpazesini keşfedebilir. Bu süreçte hem kendini hem de okuyucusunu bilinmeyenin kıyılarına doğru cesur bir yolculuğa çıkarır.

Bana göre edebiyatın ruhu olağandışı olanı, alışılmadık olanı, sıradanın ötesindeki karmaşa ve derinliği keşfetmekle beslenir. İnsan gerçekliği için kesin formüllerimiz yok, karmaşanın doğası kendi ahengini yaratıyor. Bu bağlamda uyumsuzluk, yaratıcılığın ve özgün ifadenin temel bir bileşenidir; sadece beklenen değil aynı zamanda yaratıcı zihnin doğasında derinden kök salmış, zorunlu bir özelliktir.

Başkalarının dünyasına açılan bir kapı

Öykü çoğu zaman gerçekliğimizden sıyrılıp sığındığımız bir hayâl limanı. Oysa siz hayâlin gerçek hayattan daha sahici durduğu öyküler sunuyorsunuz okura. Bu ikisi arasındaki dengeyi nasıl kurar insan?

Hayal gücümüz bizi hayatta tutmak için gelişmiş bir özelliğimiz aslında. Bu savunma mekanizması, muhtemel tehlikeleri önceden tahayyül ederek önlem almakta uzmanlaşmış olsa da türümüze çok değerli bir özellik kazandırmış: Sanat yapma potansiyeli. Edebiyat ve özellikle kurmaca metinler hayal gücünden beslenen, sırtını muhayyileye dayayan bir yapıya sahip. Hayal gücüne yaslanan yazar gerçeklikle hayalin sınırlarını ustaca dokur, onları öyle bir harmanlar ki okur kendisini hem tanıdık hem de yabancı bir diyarın içinde bulur. Bu sanatsal denge, gerçekliğin kaba dokusunu hayal dünyasının ince iplikleriyle işleyerek okura hem kaçış hem de yüzleşme fırsatı sunar. Yazar gerçek hayatın karanlık köşelerinden ve günlük yaşamın sıradanlığından ilham alır, fakat bu öğeleri hayal gücünün renkleriyle boyayarak yeni bir evren yaratır. Bu süreç, okurun hem gerçekliği hem de hayalleri yeniden keşfetmesine, bu iki dünyanın arasındaki sınırları bulanıklaştırmasına ve sonunda her ikisinden de anlam çıkarmasına olanak tanır. Başkalarının dünyalarına açılan bir kapıdır bu, insan varoluşunu kavramakta hayal gücü eşsiz imkânlar sunar bize. Öykü başta olmak üzere kurmaca metinleri çok değerli bulurum bu yüzden.

Taşrada yazar olmak

Gaziantep’te Daima Edebiyat dergisini çıkarıyorsunuz. Gaziantep’te yaşamak edebiyat yolculuğunuzu nasıl besliyor?

Edebiyat yolculuğumu kadim tarihin ve kültürün zenginlikleriyle besliyor. Bu şehir, tüm Osmanlı coğrafyasında en çok divan şairi yetiştiren 11. şehir. Daima Edebiyat benim bu şehrin kadim kültürüne karşı vefa borcumun ifadesi. 2024’le birlikte 20. sayıya ulaştığımız bu dergi, Gaziantep’in köklü edebiyat geçmişini edebiyatın ana kanonuna taşımayı amaçlıyor. Gaziantep bir kültür ve edebiyat şehri, bu gerçeğin altını daha çok çizeceğiz.


Mevlana, Türk İslam Müzesi’nde bekliyor