6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunundaki amaçlar ile sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerezler kullanılmaktadır. Detaylı bilgi için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.




Japonya’ya gittiğimde Tokyo sokaklarında maskeyle dolaşan insanlar görmüştüm.
Öyle az buz da değil.
Kalabalıkların arasında tek tek sayılamayacak kadar sayıları çoktu.
Şaşırmıştık tabi.
“Neden maskeyle dolaşıyorlar” diye sorduğumda, ‘muhayyel’ bir önlemden söz edilmişti.
Bir içgüdü idi insanları maskeyle dolaşmaya zorlayan.
Herhangi bir uyarı ya da maske takmanın faydalı olacağını ifade eden bir açıklama söz konusu olmadığı halde, yaşadıkları şehrin kirlenmiş olabileceğini düşünerek böyle bir yol tutturmuşlardı.
Normal haliyle bile disiplin duygusu zayıf insanların yaşaması zor olan şehirlerde, Tokyo’da, Paris’te, Londra’da, Berlin’de, en ufak şeyden nem kapan insanların arasında olmak bugünlerde kâbustan farksız olmalı.
Birkaç yıl önce Amerika’da bir takım zengin insanların nükleer savaş çıkarsa diye kendilerine binlerce tonluk beton sığınak yaptırdıklarına dair haberleri okumuşsunuzdur.
Muhtemelen şimdiden kendilerini tecrit etmişlerdir.
Aslında her şey psikolojinin bozulmasıyla başlıyor.
Bireysel psikolojiler toplumsal psikolojilere evriliyor. Toplumsal psikolojiler siyasetçilerin, ülkeleri yönetenlerin halet-i ruhiyesini bozuyor.
Sonra herkes birden açık hava tımarhanesinde buluyor kendisini.
Almanya’daki bir arkadaşım demişti:
Dünyada Almanlar kadar kötümser bir topluluk yoktur diye.
Hayattaki her şeye ‘en kötü senaryodan’ başlayarak bakılınca, Şansölye Merkel’in “Nüfusumuzun yüzde 60 ila 70’i Koronavirüse yakalanabilir” açıklaması karşımıza çıkıyor.
İngiltere Başbakanı Boris Johnson, daha kötüsünü yaptı.
‘’Bu bir nesil için en kötü krizdir. Bazı insanlar bunu mevsimsel griple karşılaştırıyor ama ne yazık ki bu doğru değil. Bu hastalık Koronavirüs, bilinenden çok daha tehlikeli ve daha da yayılacak. Çok daha fazla aile sevdiklerini zamanından önce kaybedecek’’ dedi.
Lidya Kralı Kroisos, “Barış zamanlarında oğullar babalarını, savaş zamanlarında ise babalar oğullarını gömer” demiş.
İngiliz Başbakanın sözlerini buna uyarlarsak, “Barış zamanlarında oğullar babalarını, salgın zamanlarında babalar oğullarını gömer” dememiz gerekecek.
TEDBİRLİ OLMAKLA PANİĞE KAPILMAK ARASINDA KALAN İNCE ÇİZGİ
Toplumları en kötü senaryoya hazır tutmak için yapıldığı besbelli olan bu türden açıklamalar ne kadar doğru olabilir acaba?
Önlem almaya zorlayıcı yönde mi sonuçlar verir, yoksa panik havasını artırıp işin içinden daha bir çıkılmaz hale gelmesine mi yol açar?
Herkesin kendine özgü bir yoğurt yiyiş tarzı olabilir.
Ama ben her durumda bizim yetkililerin yoğurt yiyiş tarzını çok daha dengeli ve çok daha ortalama psikolojiye uygun buluyorum.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve ekibinin koronavirüsle ilgili herkesten önce uyanıp işini dört dörtlük yaptığını bugün daha iyi anlıyoruz.
Salgının ciddiyetini en başta fark edip, bilim adamlarından oluşan kurulla en geniş istişare kanalını kullanması, gerektiğinde radikal önlemlerden kaçınmadan salgının Türkiye topraklarına ulaşmasını mümkün olduğunca geciktirmesi.
Böyle zamanlarda sadece alınan kararlar, takınılan tutumlar değil, topluma hitaben söylenen sözlerin dengesi de çok önemlidir.
Yapılan açıklamalarda bu dengenin de ustaca sağlandığını görüyoruz.
İyi bir iletişim stratejisinden söz ediyorum aslında.
Örneğin, virüsün Türkiye’ye ulaştığı bilgisinin, alışık olmadığımız bir saatte (00.30’da) programlanan basın toplantısıyla duyurulması, salgın tehlikesinin ne kadar ciddiye alındığının bir işaretiydi.
Bakan Koca’nın haberi “Üzücü ama korkutucu bir olmayan bir haber” olarak duyurmasını, tedbirli olmakla paniğe kapılmamak arasındaki ince dengeye yaslanan bir tutum olarak görmek doğru olacaktır.
Korona ışın hızıyla dünya turuna çıkmışken, “Bize de geldi de saklanıyor mu” diye düşünenler ya da bilinçli bir şekilde buna oynayanlar karşısında Sağlık Bakanlığı’nın aldığı tutumu da not etmek isterim.
Bakan Koca, ilk vakayı duyurduğu gecenin gündüzünde, virüsün Türkiye’ye ulaşmasının çok yüksek ihtimal olduğunu dile getirmişti.
“Bilgi saklama gibi bir niyet” olmadığını ikna edici bir şekilde ortaya koyarak.
Devamında virüs kapan hastanın hangi ilde olduğunun açıklanmamasını yine akıllıca bir iletişim stratejisinin ürünü olarak düşünmeli.
İtalya’da koronavirüsün hangi şehirlerde ortaya çıktığının duyurulmasının virüsün önlenmesine değil, daha da yayılmasına etki ettiği söyleniyor.
Kriz yönetimi ince ince her konu üzerinde tartışılarak, ortak akıl işletilerek, ortak kararlar alınarak doğru zamanda doğru yaklaşımlarla başarılı bir şekilde yönetilebilir.
Ümit edelim, dünyanın dengesini bozan nerede duracağı da ancak tahminlerle kestirilebilen bu salgın ülkemizi ‘teğet’ geçsin.
Ümit edelim, Merkel’in, Johnson’un ‘felaket tellallığı’ yorumlarına da kapıyı açık bırakan tutumları kendi ülkelerinde de daha ileri boyutlara ulaşmasın.


Evanjelik Papazın Kızı Angela Merkel fena tutuştu. “Türkiye kendi problemlerini mültecilerin sırtından çözmeye çalışırsa bizden anlayış bekleyemez” diye zırlıyor!
Oysa nedir?
Mültecilerle ilgili taahhütleri yerine getirmeyen, Almanya’nın lokomotifliğindeki Avrupa Birliği’nin ta kendisidir.
Düzenbaz Angela, kabahatli olduğu halde bir de “üste çıkmaya” yelteniyor.
Eski Almanya Şansölyesi Gerhard Schröder bile “Türkiye dünya çapında en fazla mülteciye sahip bir ülke. AB, Türkiye’ye verdiği sözleri yerine getirmedi. Bunun sonuçlarının olacağının da bilinmesi gerekir” diyerek Türkiye’nin hakkını teslim etti. (6 Mart 2020)
DERİN ZİYARETLER
Angela Merkel’in Almanya’sında FETÖ’cüler ve PKK’lılar ihtimamla himaye ediliyor.
Bu himaye, BND’nin Kanatları altında yapılıyor.
Vaktiyle, CIA tarafından kurulmuş olan BND’den bahsediyoruz.
*
Almanya’nın Ankara Büyükelçiliğindeki diplomat takımı, 2018-2020 arasında FETÖ’den tutuklu Enver Altaylı’yı tam 28 kez ziyaret etti!
Sincan Cezaevine yapılan bu ziyaretlerden 9’unu Alman Büyükelçisi Martin Erdmann gerçekleştirdi!
Akşener’in partisinin İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun dayısı olan Enver Altaylı, CIA’in Özbek asıllı ajanı Ruzi Nazar’ın talebesiydi.
Enver Altaylı, FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe teşebbüsünden birkaç gün öncesinde “kapalı kapıların ardında” hangi Meşhur Siyasetçi ile bir araya geldi, acaba?
“Çok Ünlü Siyasetçi” sustukça, Fikri Takip gereği sormaya devam edeceğiz…
Ha, bu üçlü bir görüşmeydi; üçüncü kişi de Papaz maskeli CIA ajanı Andrew Brunson’dı!
PAPAZIN KIZI “GİZLİ LOCA” ÜYESİDİR
Alman Gladyosu ile bağlantılı Neo Nazi maskeli kontra örgütler, bu ülkedeki Türklerin canlarına kast ettiğinde; Düzenbaz Şansölye Angela Merkel “Timsah Gözyaşları”döker!
“Türk-Alman Dostluğu” hikâyesine dayalı bildik tiyatroda başrolde oynamayı da pek sever!
Bu ikiyüzlülüğü icra ederken, ekseriyetle yanında Türkiye’den “meşhur kankası” vardır…
Almanya Şansölyesi Merkel, geçtiğimiz Aralık ayında iş hayatındaki 60. Yılını kutlayan ve “Medyayı özlediğini” söyleyen Aydın Doğan’ın kankasıdır.
Almanya’da pek etkin Atlantik Brücke derneğinin yönetim kurulu üyesi Kai Diekmann, Yurttaş Doğan’ın sahipliği döneminde Hürriyet Yönetim Kurulu üyeleri arasındaydı.
1952’de CIA tarafından kurulan ve “Gizli Loca” diye tanımlanan Atlantik Brücke’nin üyelerinden biri de Angela Merkel’dir!
BERLİN STATION
Üç yıl önce ölen Siyonist “Küresel Baron” David Rockefeller’ın yıllarca “Onursal Başkanlığını” yaptığı CFR’ın Avrupa kolu olan ECFR (European Council on Foreign Relations) Almanya’da da etkili bir örgüttür.
ECFR’ın kuruluşunda; aslen bir “Macar Yahudisi” olan ünlü Amerikalı finans spekülatörü George Soros vardır. Soros, CIA ile bağlantılıdır.
*
Soros’un Açık Toplum Enstitüsü ile CIA’in “Sivil Örümcek Ağı” örgütü olan “National Endowment for Democracy” tarafından senelerce fonlanan TESEV’i on yedi yıl boyunca yöneten Nafiz Jan Paker, lisans eğitimini Berlin Teknik Üniversitesi’nde yapmıştır.
Almanya’da kimya sanayiinin başat firmalarından Henkel’in Türkiye şubesi Türk Henkel’de uzun yıllar çalıştı; Genel Müdürlük görevinden de 2004’te emekli oldu, Paker…
TESEV sonrasında, 2015’te PODEM’i (Kamusal Politika ve Demokrasi Çalışmaları Derneği) kurdu.
PALTO’NUN DERİN CEPLERİ
PODEM Başkanı Jan Paker’in Yardımcısı Cüneyd Zapsu’dur…
PODEM Yönetim Kurulu’ndaki isimlerden biri de Rona Yırcalı’dır: 28 Şubat’taki darbe sürecinde perde arkasında konuşlanan Komprador Burjuvazi’nin önde gelen isimlerindendi!
Bir başka PODEM kurucusu ise TFF’nin Başkanı Nihat Özdemir’in kızı Ebru Özdemir Kışlalı’dır…
Ebru Hanım, 2008’de gazeteci Murat Kışlalı ile evlendi. Murat Bey’in babası Mehmet Ali Kışlalı eski bir gazetecidir. Vaktiyle The New York Times gazetesi ile Time dergisinin Türkiye temsilciliğini yaptı.
Uzun yıllar “Yankı” dergisini çıkardı. Mehmet Ali Kışlalı’nın “paltosundan çıkan” gazetecilerden biri de kuzeni “Sarı-Kırmızı atkılı” Hıncal Uluç’tur.
PODEM kurucularından Mister Uçum ise Alman Heinrich Böll Vakfı’nın Türkiye’deki avukatıdır.
KİME DAVA AÇMIŞLARDI?
Heinrich Böll Stiftung’un Türkiye’de fonladıkları arasında Ruşen Çakır’ın medyascope’u da vardır!
Bu Derin Vakfı, başka nereden hatırlıyoruz?
“Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası” başlıklı kitabından dolayı, Heinrich Böll’ün de aralarında yer aldığı üç Alman Vakfı vaktiyle Necip Hablemitoğlu’na dava açmışlardı!
18 Aralık 2002’de derin bir suikasta kurban giden Hablemitoğlu bu davaları kazanmış; ne ki, davalardan ikisinin neticesini görmeye ömrü vefa etmemişti!

