|

Taştaki düş: Hazzopulo Pasajı

Mekân demek, hafıza ve bellek demektir aynı zamanda. Mekânın içine insani duygular sinerse orası zamansız bir belleğe dönüşür. İstanbul’u ve mekânlarını sadece hatıralar arşivi olarak değil; minör insan hikâyelerinin, gündelik yaşamların, karşılaşmaların tanığı olarak da görmek mümkün. Eğer yolunuz düşerse Hazzopulo’ya; sıcacık podima taşları üzerinde Andre Cheiner’in mısralarını hissedin, Ahmet Mithat Efendi’nin daktilo sesini işitip, pasajın muhteşem çaylarını yudumlayın!

00:00 - 3/01/2022 Pazartesi
Güncelleme: 22:20 - 2/01/2022 Pazar
Yeni Şafak
 İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Fatma Berber
/ Yazar

Herkesin İstanbul’u, İstanbul ile kendi kişisel tarihi üzerinden kurduğu hafıza mekânları son derece biriciktir. İstanbul ve mekânları, sadece sakinleri için değil; ona özlem duyanlar için zamanı yorgun düşürecek bir tılsıma sahiptir. Belki onu özlemek bile kendinden menkul bir iç hesaplaşmaya götürür insanı.

ÇOK KATMANLI, ÇOK ZAMANLI ŞEHİR

Cadde-i Kebir’de Peralı monoklu beylerin Rebul’den aldığı lavanta kokusunu duyarsınız. Ağa Camii’nde bir şehrin işgalini görür; Galata Kulesi’nde Vedat’ın intiharına içlenip, Markiz’de Ayten’in çığlıklarını işitirsiniz. Sanki köşe başından şapkalarıyla Madam Katya el sallar, Mısır Apartmanı’nda yorgun vücuduyla Akif ’in silueti görünür. Pera Palas’ta Mata Hari’nin casusluk hayalleri ya da Agatha Christie’nin gözyaşları Haliç’in sularına karışır. Bilinen isimlerin ötesinde acaba yüz yıl önce burada kim yaşamıştı, hangi çocuk velespit için ağlamıştı ya da hangi genç kız sevgilisiyle buluşmuştu Elhamra Sineması’nda diye düşünürsünüz. İlerde Çiçek Pasajı’nda kaçışan kızlar ve yangında kül olan Naum Tiyatrosu’nun çığlıkları gelir kulağınıza. Enderuni Ali Bey’in sesi, Guatelli’nin marşına karışır. Abdülaziz’in valsi değil mi az ilerdeki apartmanın penceresinden taşan? İstanbul çok katmanlı, çok zamanlı olup tek yüzeye yansıyan minyatürler gibidir. Kazıdıkça içine çeker sizi. Bir yanıyla da İstanbul, her şeyi soyutlaştıran uçsuz bucaksız çöle çeken Malevich tablolarını anımsatır.


CADDE-İ KEBİR’İ SEYRE DALMAK

Ve Cadde-i Kebir’de 19. Yüzyıl’ın başlarında Hazzopulo Pasajı’nın önündeyiz. Yazı makinesi Ahmet Mithat, oturduğu dairenin altındaki Hazzopulo Pasajı’nda 13 numaralı dükkânındaki matbaası ile yarışa başlamış olmalı. Kim bilir belki de Hasan Mellâh yâhud Sır İçinde Esrar eserini yazıyordur? Ya da 13 numaralı dükkânda, bir taraftan da Namık Kemal’in İbret gazetesini çıkarma telaşı sarmıştır. Daktilonun sesi, matbaanın sesini bastırır. Takvimler 16 Nisan 1871’i gösteriyordur. Rum banker Hocopulos, dün açtığı pasajının dükkânlarını büyük bir heybetle geziyordu. Halıcı Filipoviç, Kuaför Valantine hepsi pasajdaydı. Ne kirli çıkı çıkmıştı Hocapulos? Gerçi Osmanlı’ya borç para verdiği konuşuluyordu eşraftan.

Cadde-i Kebir’in ise heyecanı bambaşkaydı. Franz Liszt konser vermeye geliyordu. Konseri duyan hanımlar, pasajdaki Matmazel Adel’e kıyafetlerini, Heral’ın dükkânından da ayakkabı almaya gelmişlerdi bile. Cadde her zamanki gibi rengârenkti. Konak arabaları, sokak köpekleri, çığırtkan Rum dilenci, Tüysüz Haçik!

Hazzopulo’nun karşı çaprazında kitapçı dükkânı vardı. Mektep-i Sultani’nin öğrencileri hep buradan alışveriş ederlerdi. Şu gelen 409 şair Hamdi Hamdullah Suphi değil miydi? Gözlükçü Verdu’nun camekânlarındaki bir parmak toz, kitapçı Dimitri’den görünüyordu. Yüzyıl değil birkaç gün geçse Sahra Çölü’ne dönüşecekti camekân! Lebon ise, vitrindeki tabakları, yumurta şeklindeki atlas kutularıyla her zamanki gibi şık ve asildi. Meşhur Bonmarşe’ye ne demeliydi? Mektep talebelerinden Beyoğlu beyefendilerine herkes mutlaka buranın bir kapısından girip çıkardı. Körüklü bir çevirme çalgıdan ahenksiz kâh bir dans, kâh bir “Hamidiye Marşı” yahut “Üsküdar’dan Gelir iken” türküsü etrafa yayılıyordu. Mukavva boru, lastik, düdük, kuzu, inek sesleri işitiliyor; fonografların bulunduğu taraftan da ara sıra Rumca Yarummi veya bir İzmir mânisi ortalığı çınlatıyordu.

Hemen hamamın olduğu sokaktan çığırtmalı Rum dilencinin yanık nağmeli bir havası, ara sıra “Felek Bana Neler Etti!” şarkısı caddeye kadar yayılıyor, buna tramvay boruları da karışıyordu. Kâğıthane dönüşü bir akşamdı belli ki Cadde-i Kebir’de! Kâğıthane’ye gitmenin bile bir usulü vardı. Elbiseleri ütületmek, kolalı gömleği usulüne uygun kolalatmak, sigara tabakasını gözlük çerçevesini ayna gibi parlatmak, fese mükemmel kalıp vermek gibi... Sonra en büyük mesele iyi bir araba bulmaktı. İşte böyle bir cuma akşamında Hazzopulo Pasajı Cadde-i Kebir’i seyre dalmıştı. Beyoğlu masalının en önemli kahramanıydı Hazzopulo Pasajı.

TARİHE TANIKLIK EDEN MEKAN

Pasaj o yıllarda Peralı kadınların uğrak yeriydi aynı zamanda. Sabahları zamanını temizlik ve gündelik işlerle geçiren ev kadınları arkadaş ziyareti ve alışverişe çıktıklarında kurdele veya düğme almak için Hazzopulo Pasajı’na uğrarlardı. Ne olaylara, görüşmelere, sürgünlere, Jön Türklerin buluşmalarına tanık olmuştu Hazzopulo Pasajı. İstanbul’un sanat ve kültür hayatında derin izler bırakmıştı. Fransız Devrimi sırasında Sunay Akın’ın deyimiyle başı Paris’te; göbeği İstanbul’da kesilen Sen Piyer Han’da dünyaya gelen Andre Cheiner de Hazzopulo müdavimlerindendi. 6-7 Eylül 1955’ten sonra han için yeni bir dönem başlamıştı. Filipoviç, Valantine teker teker kapandı. Ardından 12 Eylül darbesi ile hanın adı değiştirildi, Danışman Geçidi oldu. Hazzopulo Pasajı’nın, ismi resmi olarak değiştirilse de hafızamıza yüzyıllar öncesinin Hocopulos’unun, sahibinin adı ile kazındı.

19. yüzyılın başından Cadde-i Kebir’den tarihsel bir fragman sunduk. Belki de o gün olanlar böyle değildi, bunlar sadece bizim hissettiklerimiz ve yorumlamalarımız. İstanbul’u ve mekânlarını sadece hatıralar arşivi olarak değil; minör insan hikâyelerinin, gündelik yaşamların, karşılaşmaların tanığı olarak da görmek mümkün.

Mekân demek, hafıza ve bellek demektir aynı zamanda. Mekânın içine insani duygular sinerse orası zamansız bir belleğe dönüşür. Eğer yolunuz düşerse bu pasaja; sıcacık podima taşları üzerinde Andre Cheiner’in mısralarını hissedin, Ahmet Mithat Efendi’nin daktilo sesini işitip, pasajın muhteşem çaylarını yudumlayın!

“Mekan ve İnsan”a dair iki kitap önerisi:

Selçuk Eracun, Fatma Berber, Sümeyra Gümrah Teltik, Bir Pera Masalı, Destek Yayınları, İstanbul, 2020.

Sermet Muhtar Alus, 30 Sene Evvel İstanbul: 1900’lü Yılların Başlarında Şehir Hayatı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005.


#Andre Cheiner
#Ahmet Mithat Efendi
#İstanbul
#Pera
#Selçuk Eracun
#Fatma Berber
#Sümeyra Gümrah Teltik
2 yıl önce