|

Her yazar yaşadığı çağın tanığıdır

“Şüphesiz ki her yazar çağının tanığıdır aynı zamanda” ifadesinde bulunan yazar Süheyla Karaca Hanönü, gözlemlerini ve tanıklıklıklarını bir kurmaca içinde yeniden inşa ederek okura sunduğunu anlatıyor.

Latife Beyza Turgut
04:00 - 14/04/2024 Pazar
Güncelleme: 02:15 - 14/04/2024 Pazar
Yeni Şafak
Süheyla Karaca Hanönü
Süheyla Karaca Hanönü

Her yazar yazma eyleminin kendisinde bıraktığı etkiyi farklı tarif eder. Süheyla Karaca Hanönü, kendindeki etkiyi “Yazarak arınanlardanım” diyerek ifade ediyor. 1982 yılında Türkiye’nin en doğusunda, Iğdır’da doğmuş. Üniversite, yüksek lisans derken bu defa da ülkenin batısında, İstanbul’da, bulmuş kendini. İlk yazısı, 2012 yılında Ay Vakti’nde kapağa taşınmış. O günden sonra Türk Edebiyatı, Edebiyat Ortamı, Yitik Söz, Diyanet Aile, Yedi İklim, Bir Nokta, Karabatak, Şiar, Ihlamur gibi pek çok edebiyat dergisinde yazılarıyla yer almış. Kendini bildi bileli yazılı notlar aldığını söyleyen Hanönü, “Cilt cilt günlüklerim birikti. Okuduğum kitaplardan sevdiğim bölümleri kaydedip yorumladığım ajandalar var hatırı sayılır. Okumalarım arttıkça yazmaya evirildi durum” diyor. “Karaca Gözü” ESKADER tarafından ilk kitap ödülüne layık görülen Hanönü, ikinci kitabı “Ardıç Kuşu” ile bir kez daha okuyucuyla buluştu. Öykülerinde hayvanlara yer vermeyi sevdiğini söyleyen yazar, “Karaca Gözü kitabımın kapağındaki ceylan görseli de kendime, soyadıma göndermedir aslında. Biz altı kız kardeşiz. Babama adadığım bu kitaba istedim ki soyadımız da damga vursun” ifadesinde bulunuyor. Ardıç Kuşu kitabında yer alan hikâyelerinde ise ağırlıklı olarak kuşlar yer alıyor. Hanönü, bu seçimin nedenini “Çocukluğumda bana ne olmak istersin diye sorsalar tereddüt etmeden kuş derdim. Çünkü onlar uçabiliyordu” sözleriyle anlatıyor.


Her sanatçı çağının tanığıdır

Kitapta “Uzun öyküyü oldum olası sevmem. Kısası hasta ziyareti kadar makbuldür” alıntısıyla biten ilk hikâyenin bir anlamda bir manifesto olduğunu söyleyen Hanönü, Sinan Terzi’nin pek sevdiği bu cümlesini de motto olarak kabul ettiğini anlatıyor. Hanönü, “Hız ve haz çağında dijital köleleşmenin kıskacında uzun uzadıya sevmeler, sohbetler, okumalar, yazmalar uzda kaldı diye düşünüyorum. Meramımızı az ve öz anlatmak isabetli olacaktır” ifadesinde bulunuyor. Hanönü öykülerinde kiracı-ev sahibi çekişmesi, deprem, trafik, aile içi çatışmalar, kayıplar gibi gündelik olayları yalın, samimi bir dille okuyucuya taşıyor. “Şüphesiz ki her sanatçı çağının tanığıdır aynı zamanda” ifadesinde bulunan Hanönü, gözlemlerini ve tanıklıklıklarını bir kurmaca içinde yeniden inşa ederek okura sunduğunu anlatıyor. Hikâyelerinde bazen bir gömlek konuşuyor, bazen bir koltuk, bazen de kumru kuşları. Hanönü, “Gönlü incinmişlerin, yükleriyle boyun bükenlerin omzuna konsun istedim Ardıç Kuşu. Gönül yorgunu olanları, ihanetin nişanesini sorgulayanları, kıskançlık kıskacında kıvrananları, yetimliği ve öksüzlüğü iliklerine kadar hissedenleri, sanmalar sanrısına yakalananları, trafikte bambaşka bir insana dönüşenleri, hayata tutunamayanları şakıdı Ardıç Kuşu. Bizi anlattım. Bizim insanımızı, mutfağımızı, evimizi, sokağımızı, trafiğimizi anlattım. İçimizi bir balon misali şişiren ülke ve dünya gündemini, pandemiyi, depremi, velhasıl yakınçağ tanıklıklarımızı da kurmacama dâhil ettim” diyor.


Kitapların başına gelebilecek en hazin hikâye

“Dünyaya karşı bir yanımı hep çırak bırakma eğilimim var. Öğrenerek yenilendiğimi hissediyorum. Biliyorum ki oyalanmak zihnin en güçlü direnme biçimidir” diyen Hanönü’nün ikinci kitabının kapak resmi kendisine ait. Resme duyduğu ilgisi için pandemiyi fırsat bilmiş. Renklerin dünyasında da kendine bir yer açarak İlhami Atalay’ın öğrencisi olmuş. “Renklerin dünyası bana o kadar iyi geldi ki eleğimsağma yağdı dünyama. Öyle ki sergiye katılmak, İlhami Atalay’ın öğrencisi olmak nasip oldu. da yer almış oldu. Kitap kapağımı kendim resmetmem ayrıca anlamlı oldu benim için” diyor. Kitabı matbaadan geldikten yalnızca birkaç gün sonra Okur Yayınevi’nin de bulunduğu binada çıkan büyük yangını derin bir üzüntüyle anlatan Hanönü, “Söndürme işleminde yetersiz kalınınca yayınevi büyük hasar gördü. Sözleşmemi imzalarken yayıncım Ünsal Ünlü gezdirmişti depoyu. On beş yıllık emek, binlerce kitap… Kitapların başına gelebilecek en hazin hikâye belki de. Depodaki kitaplar günlerce gözümün önünden gitmedi. Kitaba ulaşamayanlardan mesajlar çoğalınca üzüntüyü derinden hissettim” açıklamasını yapıyor ve ekliyor: “Umut ediyoruz ki yaralar hemen sarılıp kitapların dağıtımına en kısa sürede başlanacaktır. Bu süreçte Okur Yayınları’na destek olunması da temennimiz.”


Her hikâyenin bir hikâyesi var

“Her hikâyenin bir hikâyesi, yazılma serencamı var desem yeridir” diyen Süheyla Karaca Hanönü, örneğin Kumrular Gibi adlı hikâyesinin kendisi için bir belgesel hikâye olduğunu anlatıyor. “Pandemi döneminde eve hapsolmuşken balkonumuza yuva yapan kumru kuşlarını ürkütmemek adına balkona hiç çıkmayarak günlerce o kumruları, onların yuva yapma, yumurtlama, yavruları besleyip büyütme serüvenine şahit olmuştuk” diyor. Hanönü, “Yol sabırdır” diyerek, hikâyeler biriktirerek, okurlar tarafından keşfedilmenin mutluluğunu yaşayarak, güzel dostlar edinerek yazı yolculuğuna devam ettiğini söylüyor. Bu yolda kendisini şaşırtan bir tanışmayı bizimle paylaşıyor: “Beni en çok şaşırtan Bakü’den en genç bilim adamı unvanını alan Xayale Zerrabgızı’nın Türk Edebiyatı dergisindeki bir yazımdan beni keşfederek kurduğu irtibat ve birlikte yaptığımız mektuplaşmalardı. Mektuplaşmalarımız devam ediyor. Bazı projelerimiz Ganire Pashayeva’nın ani ölümüyle askıda kaldı. İşte yazmanın böyle büyülü dünyası vardır. Yüz yüze görmediğin insanlarla bir köprü oluyor yazılanlar.”


#hikaye
#kitap
#eser
#yazma
16 gün önce