Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkmenistan gezisi dönüşünde uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı. İşte Erdoğan'ın açıklamalarından önemli satır başları...
Tarafsızlık Konferansı sebebiyle geldiğimiz Türkmenistan'da bazı devlet başkanlarıyla temaslarımızın yanısıra, ikili görüşmelerimiz de oldu. İkili ilişkiler, bölgedeki gelişmeler ele alındı. Tabii Rusya konusu da gündeme geldi. Herkes, 'Keşke böyle bir durum yaşanmasaydı' noktasında. Hepsi de bu hadisenin aşılmasından yana. 'Barışı nasıl sağlarız, tekrar biraraya nasıl getiririz', bunun gayreti içerisindeler. Biz ise kendilerine Türkiye olarak asla gerilimin tarafı olmayacağımızı söyledik. Bundan sonraki süreci de sulh içinde götürmenin gayreti içerisindeyiz. Türkiye olarak biz gerilimden yana değiliz; Rusya ile stratejik ortaklık münasebetlerimizi aynı şekilde devam ettirelim istiyoruz. Bunu sürdürmekten yanayız.
Biz gerginlikten yana olmadığımız gibi hiçbir ülke de bölgede bir rahatsızlık olsun istemiyor. Barışın olduğu bir yerde hiç kimse gerilim arayışı içerisinde dolmaz. Ama bu olayda, malum daha önce yaşanmış bazı hava sahası ihlalleri de vardı. Biz böyle bir şeyle karşı karşıya kalmayı arzu etmezdik. Ama egemenlik alanınız üzerinde bir yanlış yapılıyor. Bu yanlışı kim yapıyor? Tabii ki yönetici yapmıyor. Uyarılara kulak asmayan oradaki pilotlardır. Bu durumda bizim pilotlarımız da elbette görevlerini yapmak durumunda. O da angajman kurallarının çalıştırılmasıdır. Ama netice itibarıyla, uyarılara aldırmayan bir pilotun yanlışı sebebiyle meydana gelen bir hadise, iki ülkenin kendi aralarındaki ilişkilere, hele hele stratejik ilişkilere fatura edilmemeli. Temenni ederim ki kısa zamanda bunu toparlarız.
Sayın Putin aslında beni iyi tanıyor. Gerek Türkiye ziyaretinde olsun, gerek daha önceki görüşmelerimizde olsun şahsıma yönelik methü senaları var. Dolayısıyla olayın hemen akabindeki açıklamaların duygusal olduğunu düşünüyorum. Yapmamız gereken, herhangi bir gerilime fırsat vermeden diplomatik yollarla bu hadiseyi aşmak; daha önceki ilişkilerimizi devam ettirmenin gayreti içinde olmaktır.
Haydar İbadi 2014 sonunda yaptığı Türkiye ziyaretinde askerlerimizin ve polisimizin kendi asker ve polislerini eğitmesi konusunda bizden yardım talebinde bulundu. Bu talebin ardından heyetlerimiz gidip yer gösterdiler ve bizimkiler orada konuşlanmaya başladılar. Ardından zaman zaman (asker sayısında) artışlar oldu. Sadece merkezi yönetimin değil bir taraftan da peşmergelerin eğitimi de yapılıyordu. DAİŞ'İn (IŞİD) oraya girmesiyle eğitimi verenlerin de korunması durumu oluştu. Onlarla ilgili de bazı takviyeler oldu. Atılan bu adımla bir işgal hareketi zaten sözkonusu değil. Eğer bir işgal hareketinden bahsedilecekse diğer taraflardan çok farklı gelen gidenler oluyor. Şuandaki heyet ise orada sadece muharip olarak değil eğitim veren bir ekip olarak gitti.
Türkiye'nin oradaki konumu hiçbir ülkenin konumuna benzemez, biz devamlı tehdit altındayız. Biz DAİŞ'in ve diğer terör örgütlerinin tehdidi altındayız. Bu tehdit altında biz şuan orada bulunuyoruz. Başika denilen yer zaten şuanda merkezi yönetimin kontrolünde olan bir yer. Bir de orada Kuzey Irak Yerel Yönetimi'nin kontrolünde olan bir yer var, şuanda bizim eğitim veren heyetlerimiz, askerlerimiz orada. Ve DAİŞ'le ve diğer terör örgütleri ile olan mücadelede de heyetimizin zaten orada kalmaları gerekir. Çünkü bu tehdit bizim için kalkmış değil.
İranlılarla bölgeyi konuştuk. “Bizim sizinle Suriye ve Irak'taki yaklaşımımız aynı değil. Ama şu mezhebi yaklaşımdan lütfen kurtulalım, biz Müslüman kardeşleriz, olaya oradan bakalım, mezhep gözüyle bakmayalım. Ve münasebetlerimizi de temenni ederiz ki daha önce olduğu noktaya taşırız” dedik.
Hablemitoğlu meselesi adeta kapalı kapılar ardında kalmış bir olay. Temenni ederiz ki bu açığa çıkabilsin. Bununla ilgili bir çalışma yapılmasında çok büyük bir fayda var. Ben Hanefi Bey'in o yaklaşımına da katılıyorum, hiçbir şeyin gizli-kapaklı kalmaması lazım. Bunlar sıradan olaylar değil. Paralel devlet yapılanmasıyla ilgili çalışmaları ben Cumhurbaşkanı olarak çok yakından takip ediyorum. 'Artık Cumhurbaşkanlığı makamına çıktım, bu işi bırakayım' gibi bir düşüncem asla yok. Ankara'nın yaptığı son çalışmada 75 kişinin gözaltına alınması sözkonusuydu, bunların 55 tanesi yurtdışına kaçtı. Bu bir gerçeği gösteriyor; kendine
güvenenin zaten kaçması gibi bir durum olmaz. Bunlar şimdi yurtdışına kaçmak suretiyle zaman aşımı veya benzer durumlardan istifade edebilir miyiz anlayışıyla kaçıyorlar. Bunların içerisinde o hareketin en tepe noktasında olan kişiler var, bu da manidar.
Dediğinizi kabulün ötesinde bundan sonraki süreçte bence İçişleri, Adalet Bakanlıklarının, MİT'in, Emniyet istihbaratının hepsinin çok daha farklı çalışması lazım. Ortaya konacak bir koordinasyonla bu adımlar atılmalı. Bir defa ben 'emniyet bunlardan temizlenmiş midir' sorusuna 'evet temizlenmiştir' diyemem. Bu olaylar zaten onu gösteriyor. Bu temizlik tabii kolay bir iş de değil. Yıllar yılı bunlar oralara sızdılar, ciddi manada örgütlendiler. Bu yaşananlar da bu örgütlenmenin neticesidir. Fakat dünyanın
neresine giderlerse gitsinler, bunun bedelini er veya geç ödeyecekler.
İyi gidiyor. Şu anda Pensilvanya'da 6 dava açıldı.
Gazetelerden okudum. O tahminleri ben size bırakayım, çünkü o tahminleri en iyi siz yaparsınız.
Bizim İsrail ile ilgili üç başlığımız var. 'Özür' demiştik, bu oldu. 'Tazminat' dedik, olmadı. Bir de 'Filistin'e ambargonun kalkması' dedik. Bu son iki madde yerine gelmiş değil. Tazminat olayı ve Filistin'e ambargonun kalması gerçekleşirse biz normalleşme sürecine girebiliriz dedim. Ki bu normalleşme sürecinin bize de, İsrail'e de, Filistin'e de, bölgeye de kazandıracağı çok şey var. Bölgenin buna ihtiyacı var. İsrail halkının da şu anki durumdan memnun olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Filistin'i söylemeye zaten gerek yok. Burayı kendi kişisel iradelerine mahkum etmemek gerek. O bölgedeki tüm halkların çıkarını düşünmek ve o bölgeye de bir an önce barışı getirmek lazım.
Birincisi, kararların daha hızlı alınmasını sağlayacak. Bunun en faydalı yanı ülke ekonomisine artı değer katması olacaktır. Bunun bütün ülkeyle, çalışanlara doğrudan bir yansıması olacak. Başkanlık, Yarı Başkanlık veya Partili Cumhurbaşkanlığı sistemlerinde seri bir şekilde karar almada rahat olunacak. İkincisi, çift başlılığı ortadan kaldırmak çok önemli. Bu darbe anayasasıyla biz bir yere gidemeyiz. Vatan için gerekli yepyeni bir anayasayı milletimiz için yapalım. 'Bunu millete götürmek istiyoruz' mu dediler, buyursunlar millete götürsünler. İnanıyorum ki millet çok büyük bir kahir ekseriyetle 'evet' diyecektir. Muhalefet başkanlık sistemini istemiyor mu, tamam o halde o da ayrıca oylamaya sunulsun. Eğer vatandaş başkanlık ile ilgili bir hazırlığa 'evet' diyorsa der, demiyorsa demez. Bu Tayyip Erdoğan'ın kişisel meselesi değil, ülke için gerekli.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Kasım seçimlerinin ardından ilk kez Bakanlar Kurulu üyeleri ile yemekte bir araya gelecek. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ndeki akşam yemeğinde Erdoğan bakanlara hayırlı olsun diyecek.