Yekta Şirin / Metin yazarı
Susan Sontag’ın modern sinemanın kurtarıcılarından biri olarak tanımladığı Macar Yönetmen Bela Tarr, sinema ilgisi Hollywood filmleriyle şekillenen çağdaş sinema izleyicisi için en zor yönetmenlerden biri olarak görülür. Filmlerin ağır akması, kasvetli görüntüler, hikayenin belirsizliği, izleyicide kapana kısılmışlık hissi uyandıran uzun çekimler, Tarr sinemasının modern izleyici için zor gelmesinin nedenleri arasında sayılabilir.
Oysa yönetmen kendi sinemasının zor olmadığını her fırsatta dile getirir, sinemanın kolay anlaşılabilir olması gerektiğini vurgular. Bir röportajında düşüncelerini şu sözlerle ifade etmişti: “Bir filmi anlamak için entelektüel birikim gerekiyormuş gibi bir algı var. Bence buna gerek yok. Bir filmi herkes anlayabilir, sinema herkes içindir.” Tarr’a göre kendisi çok açık bir dil kullanıyor. Hatta bu açıklığı gerçekçi bir anlatım tarzıyla sağlıyor. Söyleşilerinde ısrarla bunun altını çizer. Sadece gösterdiği şeyi anlatmak istediğini, gösterdiğiyle anlatmak istediği arasında bir fark olmadığını, aksine basit bir anlatım tekniği kullandığını belirtir. Buna rağmen modern izleyicinin Tarr filmlerine kolay adapte olamamasının, zihin dünyasında önemli yer tutan zaman ve gerçeklik kavramlarını ifade edişinden kaynaklandığı söylenebilir.
ANA KARAKTER: ZAMAN
Zaman kavramı, düşünce tarihinin üzerinde en çok durduğu konulardan biridir. Klasik dönemde ele alanın kavram, yakın dönemde de felsefenin konusu olmuştur. Gençliğinde filozof olmak istediğini belirten fakat daha sonra sinemaya yoğunlaşan Tarr, bir filozof olarak tartışamadığı zaman kavramına sinemasında geniş bir yer ayırmıştır. Tarkovsky ya da Angelopulos gibi yönetmenlerin sinemasında da dikkat çeken “zaman”, Tarr sinemasının anahtar kavramlarından biridir.
Modern sinemanın hızlı akışı karşısında yönetmenin filmlerindeki yavaşlık zamanı hissettiren, kişiye düşünme imkanı sunan varoluşsal bir referans noktasıdır. Yönetmen zamanın akışını fark ettirmek ister. Hatta bunun için olaya, eyleme dahi ihtiyaç duymaz. Zaman her koşulda, tüm eylemsizliğe ve hareketsizliğe rağmen akmaktadır. Tarr, sinemasını yavaşlatarak aslında izleyiciye bunu gösterir. Geniş açılı çekimlerle izleyiciye bir adım geriye çekilip olan biteni yani zamanın akışını izleme imkanı sunar. Örneğin, Şeytanın Tangosu’nun on dakikayı aşan açılış sekansında ahırdan çıkan inekler... Karhozat’ın açılış sekansında Karrer’ın, pencereden teleferiği izlemesi... Yvette Biro, Sinemada Zaman adlı kitabında, Tarr filmlerinde, ana karakterin insan değil, zamanın kendisi olduğunu belirtir.
Amerikan sinemanın kendine biçtiği ‘eğlendirici’ motifin yönetmende karşılığı yoktur; “Benim bakış açım filmin hala yedinci sanat olduğu yönünde. Ve böyle de ele alınmalıdır. Yani gösteri dünyasının bir parçası olarak değil.” (çev: Ümid Gurbanov)
GERÇEKÇİ SİNEMA
Tarr, Londra’daki Adam gibi içerik olarak nispeten biraz daha hareketli görünen filmlerinde dahi biçimsel üslubundan asla taviz vermez. Felsefi sorgulamalar konusunda çok cesur davranır. Kendisi her ne kadar felsefeden uzak durmaya çalıştığını söyleyip, çabasını gerçekliği göstermek olarak ifade etse de ortaya çıkan eserin niteliğini felsefeden bağımsız ele almak neredeyse imkansızdır. Filmlerinde felsefeye yer açmak için herhangi bir çaba sarf etmez. Ancak içerik ve biçim açısından değerlendirdiğimizde felsefi arka plan güçlü bir şekilde hissedilir. Ancak bu dışsal bir şey olarak durmamaktadır. Bilakis Tarr’ın dünya görüşünde içkin olan, varoluşsal bir halin yansıması olarak kendini gösterir.
Yönetmen son filmi olma özelliğini de taşıyan Torino Atı’nda Nietzsche’nin kamçılanmasına dayanamayıp, sarıldığı ve ardından çıldırmasına neden olan atın akıbeti üzerinden izleyiciye başka bir noktayı işaret eder. Bu olayın ardından herkes Nietzsche’nin durumuna odaklanırken yönetmen kamerasını at ve atın sahibinin yaşamına çevirir. Bir tarafta filozof delirirken diğer taraftan atın sahibi hayatını rutin bir şekilde sürdürmeye devam etmiştir. Tarr, burada gerçeklik meselesine dikkat çeker. İnsan ne yaşarsa yaşasın gerçek olan şey hayatın bir şekilde devam ettiğidir. Olayın önemi yoktur. Olaylar yaşanır ve biter. Filozofun delirmesi geride kalmıştır. Atın sahibi için önemli olan şey dağ başındaki evine ulaşmak ve günlük işlerini sürdürmeye devam etmektir. Filozofun akıl sağlığını yitirmesinin onun hayatında herhangi bir karşılığı yoktur. Çünkü yönetmene göre olay, gerçekliğin ve zamanın içinde sadece bir akıştır ve gerçeğin yerini tutmaz.
Filmlerinde hikaye anlatmaktan nefret etmesinin en önemli sebebi tam da bu olsa gerek. Sinema dilini anlamayı zorlaştıran etkilerden biri de bu biçimsel özgünlüktür. Herhangi bir filmi için şu konuyu anlatıyor demek bu nedenle biraz zordur. Onun asıl derdi insana odaklanmak, insanlık hallerini anlatmaktır. Erdem Korkmaz’ın tercüme ettiği röportajda Tarr, filmlerinde hikayenin ikinci planda olduğunu söyler: “Bizim farklı bir anlatım tarzımız var. Hikâye bizim için ikinci planda. Esas olan her zaman insanlara nasıl dokunacağınız. Gerçek hayata nasıl daha fazla yaklaşabilirsiniz?”
KARAKTERLERİNİ YARGILAMAZ
İzleyiciye bir şey dayatmak gibi bir derdi yoktur. Şeytanın Tangosu’nda köylüleri dolandırmaya çalışanları ya da Londra’daki Adam filmindeki para dolu çantayla sınanan adamın hikayesinde son sözü izleyiciye bırakır. Filmlerinde insanı en saf haliyle göstermeye çalışır. Bir insanın yapıp etmeleriyle değil daha ziyade insanın ontolojik temeline odaklanır. Karakterlerin farklı kültürlerden izleyicilere tanıdık gelmesinin sebebi budur. Yoksulluğun, kötülüğün, çatışmanın ortasında insanın haysiyetini hatırlatır, insana ayna tutar.
O nedenle profesyonel oyunculara, ilgi çekici konulara ya da aksiyona ihtiyaç duymaz. Ders vermek gibi bir derdi yoktur. O, gerçek hayatı göstermeye çalışır. Jacques Ranciere’in Bela Tarr, Ertesi Zaman adlı kitabında ifade ettiği gibi onu ilgilendiren sürenin parçalarıdır; “Herkes herkese ihanet edecektir. Ama Bela Tarr’ı ilgilendiren, ihanetler değildir, başarılar olmadığı gibi. Ona göre, gerçek olaylar girişimlerde, engellerde, başarılarda veya başarısızlıklarda kendini göstermez. Bir filmi meydana getiren olaylar, duyulur anlardır, sürenin parçalarıdır”.
İnsanı yalnız yapıp etmeleriyle ele almanın ötesinde duyguları, arzuları ve tüm eksiklikleriyle en korumasız haliyle perdeye taşır. Tarr’ın sinemasal üslubuna alışık olmayanlar, filmlerini ilk kez izlediklerinde karamsarlık duygusuna kapılabilirler. Fakat yönetmen bunu reddederken aslında filmlerinde umudu göstermeye çalıştığını söyler. Tarr sinemasını derinlikli kılan ayırt edici özellik de burada yatmaktadır. Umut sadece coşkuyla, renklerle, eğlenceyle anlatılan bir şey değildir. Umut, Tarr’ın gösterdiği gibi insanın en zayıf halleriyle de anlatılabilir. Yoksulluğa, bencilliğe, adaletsizliğe ve her türlü sıkışmışlığa rağmen umudu koruyabilmek!
Şeytanın Tangosu’nda herkesin birbirini kandırma çabası, Torino Atı’nda yaşlı adam ve kızını evde ziyaret eden adamın her şeyin yozlaştığından, kötüye gittiğinden söz etmesi, Karanlık Armoniler’de yoksulluk içerisindeki halkın bir anda kontrolden çıkması gibi insan eliyle üretilen tüm olumsuzluklara rağmen insana inanmak.
MODERN İNSANIN YABANCILAŞMASINI PERDEYE YANSITTI
Tarr, 2011 yapımı Torino Atı filmiyle sinemaya veda ettiğini ilan etti. Bu filmin çekeceği son film olduğunu söyleyen yönetmen bunun sebebi olarak ise artık söyleyecek bir sözü kalmamasını gösterdi. Torino Atı’nda ölümden bahsettiğini, ölümden daha öte anlatabileceği bir şeyin de olmadığını söyleyen Tarr, söylenecek sözün olmadığı bir yerde illa bir şey söylemenin gerekmediğini hatırlatarak sanatsal duruşunu ortaya koymuştur. Etkileyici anlatısı ile modern insanın yabancılaşmasını sinemaya en güçlü şekilde aktaran isimlerden biridir.
Refah toplumunda insanların gerçek bir yaşama sahip olmadıklarını düşünüyor. Modern insanın güzel bir hayata sahip olamayacağına inandığını dile getiren yönetmen, trajedi olarak tanımladığı haliyle insanların sadece zaman geçirdiği söylüyor. O artık film çekmiyor, film çekecek isimler yetiştiriyor. Kuşkusuz, Tarr’ın sinema tarihinin özgün yapımları arasında olan filmleri çok daha uzun yıllar büyük bir dikkatle izlenmeye ve sinema tartışmalarına referans olmaya devam edecektir.