Suriye’de dini otorite ve hoşgörü dengesi

Arşiv.

Dr. Ersin Aksoy / Araştırmacı-Yazar

Suriye devrimi birinci yılını doldururken ana gündem maddelerinden biri dini otorite ve hoşgörü dengesinin sağlanması olmuştur. Suriye’nin farklı etnik ve dini grupları barındırması, toplumsal hoşgörü ve uzlaşı ilkelerini daha da önemli hale getirmektedir. Bununla birlikte, ülkenin kırılgan alanları yeni yönetimin tabanı (Sünni ve Selefi gruplar) arasındaki dini görüş farklılıkları ve dini azınlık grupların dış güçler tarafından istikrarsızlaştırma aracı olarak kullanılabilmesi olmuştur. Yakın dönemde gerçekleşen Nusayri protestolarını ile İsrail’in belirli Dürzi liderlerini kendi amaçları doğrultusunda ön plana çıkarma çabaları, Batı medyasında yoğun şekilde yer bulmuştur. Bu durum dış aktörler tarafından kullanılan DAEŞ ve bağlantılı terör örgütlerinin kiliselere yönelik saldırılarıyla birleştiğinde, Suriye yönetimini, uluslararası kamuoyunda baskı altına almak isteyenler için fırsat oluşturmaktadır.

Tüm bu gelişmeler ışığında, yeni Suriye yönetimi için kritik soru şudur: Hem kendi tabanı hem de dini azınlıklar açısından, dini otorite ile toplumsal hoşgörü arasındaki denge nasıl sağlanacaktır?

GELENEKSEL İSLAMİ MİRASA SAHİP ÇIKILDI

Suriye’de iç savaş süresince Esed rejimi karşıtı mücadelede yaşanan önemli sorunlardan biri dini otorite eksikliği olmuştur. Bu dönemde kendi içinde parçalanan muhalif gruplar ortaya çıkmıştır. Basit bir örnek vermek gerekirse Ahraru’ş Şam kendi içinde bölünmüş ve grup arası silahlı çatışmalar çıkmıştır. Taraflar kendi duruşunu meşrulaştıracak ayet ve hadisleri istismar ederek iç savaşın sürmesine etkide bulunmuştur. Bu dönemde kendi çıkarlarına göre ayet ve hadislere giden Selefi anlayışın dini otoriteyi sağlamada işlevsiz olduğu birçok örgüt lideri tarafından kolaylıkla fark edilmiştir. Ahmed el-Şara’nın göreve geldikten kısa bir süre sonra geleneksel dini mirasa sahip çıkmasında bu faktörün etkisinden söz edilebilir. Şara yönetimi Eşari, Maturidi, Ehli Hadis, Şafii, Hanefi, Maliki ve Hanbeliliği İslamı temsilen resmi olarak kabul etmiş ve tasavvuf ehli Şeyh Rifai’yi başmüftü olarak atamıştır. Ayrıca, hazırlanan geçici anayasa bildirgesine göre yasaların temel kaynağının İslam hukuku (Fıkıh) olacağı ifade edilmiştir.

Bu durumun öneminin daha iyi anlaşılması için mezhep imamları ve geliştirdikleri usullerin katkısına bakmakta fayda vardır. Bir örnek üzerinden ilerleyecek olursak İmam Şafii ana kaynaklara (Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas) dayanarak kendi ismi ile müsemma olsan Şafii usulünü ortaya koymuştur. Sonrasında gelen İmam Müzeni, İmam Nevevi ve İmam Gazali gibi Şafii müçtehitleri İmam Şafii’nin görüşlerini ana kaynaklara yönelerek yeniden elden geçirmişlerdir. Netice itibarıyla mezhep içi icma veya cumhurun görüşü ortaya çıkmıştır. Her iki durumda da Ehl-i Sünnet itikadında dinin anlaşılması, tevarüs edilen ilmî birikim ve mezheplerin kurumsal otoritesi üzerinden gerçekleşiyordu. Yukarıda anılan diğer mezhepler de aynı şekilde kurumsal bir hüviyet kazanmıştır. Bu bağlamda mezhepler ayrıştırıcı değil, birleştirici ve güvenilir bir yol rolüne sahiptir.

Modern dönemde yaygınlaşan selefi akımlar geleneksel birikimi ihmal ederek ana kaynaklara, kendi çıkar ve ideolojilerine göre yaklaşması neticesinde sonu gelmeyen bir bölünme sürecine girmiştir. Suriye iç savaşı sürecinde Selefi gruplar arası bölünmeler ve tekfirin yaygınlaşması iç savaşı daha da derinleştirmiştir. Bu bağlamda devrim sonrası dönemde Suriye’de dini alanın kurumsallaştırılması ve toplumsal barışın sağlanması temel bir öncelik olarak değerlendirilmektedir.

Şara yönetiminin İslam’ı temsilen geleneksel mirasa sahip çıkması gelinen nokta itibarıyla önemli bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. Özellikle dini azınlık gruplarının, dış güçler tarafından Sünni çoğunluğu dengelemek amacıyla araçsallaştırılması Suriye’de yeni yönetimin iç bütünlüğü sağlamada dini otoriterinin önemini tekrardan ortaya koymaktadır. Yeni yönetim bir taraftan dini azınlıklara karşı hoşgörü siyaseti izlerken, diğer yandan kendi tabanı (destekleyicileri) arasındaki inanç farklılığının toplumsal kutuplaşmaya dönüşmesini engellemeye çalışmıştır. Bu çerçevede, Suriye yönetimi tarafından atılan bazı adımlar, dini otoritenin merkezileştirilmesine ve toplumsal hoşgörünün güçlendirilmesine yönelik bir adım olarak okunabilir.

BAŞ MÜFTÜ VE FETVA MECLİSİ

28 Mart 2025 tarihinde Usame el-Rifai, Suriye’nin Genel Müftüsü olarak atanmıştır. Bu atama devletin dini otoriteyi merkezileştirme ve toplum içindeki gerilimi sınırlama stratejisiyle uyumlu bir adım olarak değerlendirilebilir. Rifai’nin Ehl-i Sünnet tasavvuf yoluna mensup olması ise seçimin aynı zamanda toplumsal hoşgörü ve uzlaşı kültürünü güçlendirmeyi de amaçladığını göstermektedir.

Aynı dönemde oluşturulan Yüksek Fetva Meclisi, fetva ve dini karar süreçlerini merkezileştirerek, dağınık ve farklı dini otoriteler arasında parçalanmış olan yapının yeniden düzenlenmesini hedeflemektedir. Bu kurum, yalnızca devletin dini alandaki kontrol kapasitesini artırmakla kalmayıp, aynı zamanda toplum içinde bölünmelere yol açabilecek durumların önlenmesine ve istikrarın güçlendirilmesine de hizmet ettiği düşünülmektedir. Özellikle yeni Suriye yönetimi, kendi tabanı içindeki olası kutuplaşmaların önüne geçmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla bu girişimler salt kurumsal bir yeniden yapılanma olarak değil; toplumsal barışı desteklemeye ve çatışma risklerini azaltmaya yönelik stratejik adımlar olarak değerlendirilebilir.

CAMİİ FAALİYETLERİ

Devlet, camilerdeki dini faaliyetleri de düzenleyerek toplumsal dengeyi korumaya çalışıyor. Son dönemde yayımlanan genelgeler, camilerde ihtilaflı dini ve siyasi konuların ele alınmasını yasaklamaktadır. Bunun yerine, imam ve hatiplerin toplumsal uzlaşıya hizmet eden, üzerinde ittifak edilen dini meseleleri işlemeleri talep ediliyor. Bu hamle, din üzerinden yeni ayrışmaların oluşmasını engelleyerek devletin dini otoritesini güçlendirme stratejisinin bir parçası olarak değerlendirilebilir.

Gelinen aşamada Suriye yönetiminin geleneksel İslami mirası sahiplenmesi ve kutuplaştırıcı söylemleri sınırlama girişimleri dini otoritenin güçlendirilmesini amaçlanmaktadır. Azınlıkları dışlamadan, onlar üzerindeki dış etkileri azaltma çabaları henüz sonuç vermese de rasyonel bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir.