Türkiye’nin güvenlik ve barış mimarisi

Türkiye yakın bir gelecekte kısa, orta ve uzun vadeli olarak ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ya da NATO’nun Stratejik Konsept Belgesi gibi amaçları ve hedefleri belirlenmiş, fırsatları, zorlukları ve tehditleri saptanmış bir stratejik konsept belgesi ortaya koyabilirse Türk dış politikası; milli menfaatler doğrultusunda bir devlet politikası pozisyonunu güçlendirmek suretiyle daha uzun vadeli stratejik bir yapıya kavuşacaktır. Uzun vadeli böyle stratejik bir yaklaşımın Türk dış politikasına olduğu kadar bölge ve dünya barışına da katkı sunması muhtemeldir.

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Mustafa ÖZTOP / Marmara Üniversitesi Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkiler Doktora Öğrencisi

Türkiye, özellikle son yıllarda bölgesinde barış ve istikrarı koruyan, varlık gösterdiği pek çok bölgede dengeleri değiştiren bir aktör olarak dış politikada nüfuzunu artırmıştır. Bölge ve dünya siyaseti açısından Türkiye artık göz ardı edilemeyecek bir aktör haline gelmiştir. Böyle bir zeminde, geleceğe dönük olarak Türkiye’nin bölgesinde ve dünyada nasıl bir siyaset izleyeceğine dair fikirlerin de tartışılması önemli hale geliyor.

Türk dış politikasının özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası dönemde bir zaruret olarak güvenlik eksenli bir gelişim gösterdiği; Libya, Doğu Akdeniz, Karabağ ve Ukrayna’da yaşanan gelişmelerde ise strateji eksenli ilerlediği söylenebilir. Ancak bu strateji eksenli sürecin belli bir çerçevesi olduğu gözlense de bu çerçevenin tüm detaylarıyla ele alındığı bir kapsama dönüşüp dönüşmediği henüz bilinmemektedir. Bu bağlamda ilerleyen yıllarda Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadeli olarak ABD’nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi ya da NATO’nun Stratejik Konsept Belgesi gibi amaçları ve hedefleri belirlenmiş, fırsatları, zorlukları ve tehditleri saptanmış bir stratejik konsept belgesi ortaya koyması beklenebilir. Böylece Türk dış politikası, milli menfaatler doğrultusunda bir devlet politikası pozisyonunu güçlendirmiş ve daha uzun vadeli stratejik bir yapıya kavuşmuş olacaktır. Uzun vadeli böyle stratejik bir yaklaşımın Türk dış politikasına olduğu kadar bölge ve dünya barışına da katkı sunması muhtemeldir.

GÜVENLİK STRATEJİLERİ VE GELİŞİMLERİ

Devletlerin güvenlik stratejileri, sahip oldukları potansiyel ve kapasitelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan politikalardan müteşekkildir. Örneğin Çin, dünyada ekonomiyi öne çıkaran politikalarla bir güvenlik stratejisi izlemektedir. Diğer ülkelere yapılan ekonomik yatırımlar ve yardımlar, Çin’in bir dış politika aracı haline gelmekte ve Çin dünyadaki varlığını ticaret üzerine inşa etmektedir. Bu inşa çabasının bir yansıması olarak başta Kuşak ve Yol gibi ekonomik koridorlar oluşturulmakta ve bu çerçevede ticaretin işlemesi de güvenliğin sağlanmasını gerektirmektedir. Yani Çin sahip olduğu özellikler bakımından ekonomi odaklı bir dış politika izlemeye yatkındır.

Diğer taraftan ABD ise güvenlik stratejisini askeri üslerle yapılanma, kültürel hegemonya ve kapitalist sömürü düzeni üzerine inşa etmiştir. Çünkü ABD askeri teknoloji ve teçhizat bakımından ve ekonomik ve kültürel olarak oldukça geniş bir potansiyel ve kapasiteye sahiptir. ABD ve Çin’in bu bağlamda ortak noktası muhataplarını kontrol altına almaktır. Rusya’nın askeri güç başta olmak üzere ekonomik ve siyasi bağımlılık sağlayarak benimsediği Yakın Çevre Doktrini çerçevesinde gelişen güvenlik stratejisi, uzak çevrede özellikle Türkiye ile rekabeti ve Ukrayna Savaşı’nda ortaya çıkan askeri-stratejik yetersizlikleri ile önemli ölçüde zarar görse de yakın çevre ülkelerde halen bu politikanın işlerliği görülebilir. Rusya’nın güvenlik stratejisi de ABD ve Çin gibi baskıcı ve kontrolcüdür.

TÜRKİYE İÇİN LOJİSTİK VE ASKERİ KONSEPT ÖNERİSİ

Yukarıda verilen örneklerden yola çıkarak Türkiye’nin güvenlik stratejisini ve mimarisini coğrafya, tarih, kültür ve askeri kapasite üzerinden inşa etmesi gerektiği söylenebilir. Çünkü Türkiye coğrafi bakımdan pek çok devletin sahip olamadığı özelliklere sahip lojistik hatların üssü olabilecek bir konumdadır. Omar Bradley’in “Amatörler strateji konuşur, profesyoneller lojistik çalışır”, tespitine atıfla Türkiye enerji ve ticaret üssü (merkezi) olmayı başarabilirse coğrafya, tarih, kültür ve askeri kapasite unsurlarına ekonomik koridorları da ekleyebilir. Türkiye, tarihi bakımdan önemli bir devlet geleneğine ve mirasa sahiptir. Kültür açısından da oldukça geniş alanda etkileri gözlenen bir kültür etkileşimine erişebilmektedir. Ayrıca özellikle son yıllarda savunma sanayinde kaydedilen ilerlemeler ve terör örgütlerine karşı düzenlenen operasyon ve harekatlar, Türkiye’nin askeri kapasitesini önemli ölçüde geliştirmiştir. Türk ordusu, sahip olduğu askeri teknolojiler, düzenlemiş olduğu askeri harekatlarla kazandığı manevra kabiliyeti ve tecrübesini tazeleyen kurmay aklıyla askeri güç olarak etkinliğini artırmıştır.

Ayrıca yukarıda bahsedilen ülkelerin güvenlik stratejilerinden farklı olarak Türkiye’nin taşıdığı en önemli potansiyel muhataplarını kontrol altına alma amacı taşımayan, sömürü düzeni yerine karşılıklı çıkarları önceleyen eşitlikçi bir yaklaşım sergilemesidir. Coğrafi olarak Türkiye’nin güvenliği, batıda Adalar Denizi, kuzeybatıda Balkanlar, kuzeyde Kırım ve Karadeniz, kuzeydoğuda Kafkaslar, doğuda Türkistan ve İran, güneydoğuda Afganistan-Pakistan, Umman ve Basra körfezleri, kuzeyde Aden Körfezi, Somali ve Sudan, güneybatıda ise Cezayir ve Libya’dan başlamaktadır. Bu çizilen çerçeve içinde kalan bölgelerde yaşanan her güvenlik sorunu bir şekilde Türkiye’yi doğrudan etkileme potansiyeline sahiptir. Bu nedenlerle Türkiye’nin coğrafi olarak bu çerçeve içinde kalan ülkelerle kuracağı güvenlik işbirliği mekanizmaları önemlidir. Türkiye bu coğrafya içinde kalan devletler ve milletlerle ortak bir tarihe sahiptir. Ortak tarih, ortak kültür havzasını hafızasında taşımaktadır. Ayrıca son dönemde Türkiye’nin bölgesinde sağladığı istikrar konusunda öne çıkan askeri gücü; coğrafya, tarih ve kültür denklemine askeri potansiyel ve ekonomik koridorları da eklemeyi mümkün kılmaktadır. Türkiye diğer devletlerle bu denklemin bileşenlerinin yoğunluğuna göre değişen askeri, ekonomik ve savunma ilişkileri geliştirerek merkezden çevreye yayılan bir güvenlik ve barış mimarisi oluşturabilir.

BEŞ SACAYAKLI CİHAN SİYASETİ

Türkiye’nin bu lojistik ve askeri konsept ile geliştireceği güvenlik ve barış mimarisi beş sacayağı üzerinde şekillenebilir. Bu anlamda Türkiye belirtilen coğrafya sınırları içerisinde iş birliklerine önem ve öncelik atfetmek bakımından iki unsuru öne çıkarma potansiyel ve kapasitesine sahiptir. Bu iki unsur Türkiye’nin Müslüman ve Türk kimliğidir. Türkiye bu iki unsura bazı eklemeler yaparak daha cihanşümul bir politika izleyebilir. Bu anlamda Türkiye, Türk dünyası ile Türkistan coğrafyası, İslam dünyası ile Ortadoğu, Asya’nın çeşitli bölgeleri ve Afrika’da bazı bölgelerde barış ve güvenlik mimarisinin iki temel sacayağını inşa edebilir. Bu iki temel sacayağının yanına Balkan ve Afrika ülkeleri eklenip coğrafya, tarih, kültür ve kimlik etkileşiminin yanı sıra askeri ve savunma ilişkileri geliştirilerek güvenlik ve barış mimarisinin çerçevesi genişletilebilir. Son olarak da Türkiye, dünyada kendisiyle iyi etkileşim kuran bazı ülkelerle askeri ve savunma sanayi ilişkilerini geliştirme ve güçlendirme girişimlerini artırabilir. Venezuela, Ukrayna, Etiyopya ve İspanya gibi Türkiye ile askeri ve savunma sanayi alanlarında iş birliği yapmaya istekli ve Türkiye’ye karşı kategorik olarak olumsuz bir yaklaşım içinde olmayan aktörlerin yer alacağı en geniş çerçevede geliştirilebilecek ilişkiler güvenlik ve barış mimarisinin en dış halkası olacaktır. Bu mimari, dış halkadan merkeze doğru daralacak ancak bu coğrafi daralmanın aksine artan ortak noktalar nedeniyle merkeze doğru barış ve güvenlik mimarisinin dayanıklılığı artmış olacaktır.

YENİ ALTERNATİF İTTİFAKLAR

Türkiye, bulunduğu coğrafyada hem doğu hem de batının vazgeçilmez bir unsurudur. Benzer şekilde Asya da Avrupa da Türkiye için vazgeçilmezdir. Bu bağlamda Türkiye, NATO gibi bir Batı ittifakında yer alırken; BRICS ve Şangay İş Birliği Örgütü gibi örgütlenmelerde de yer alabilir ya da bu örgütleri alternatif olarak değerlendirebilir. Ayrıca son dönemde mevcut uluslararası sistemin kronik hale gelen açmazları daha homojen, işlevsel, hızlı karar alabilen ittifakların oluşmasını gerekli kıldı. Hem aşınan tek kutuplu hegemonya hem de daha hızlı ve etkin rol alma ihtiyacı bölgesel ya da daha küçük ittifakları ihtiyaç haline getirdi. Bu ihtiyacın bir sonucu olarak da AUKUS (Avusturalya-İngiltere-ABD), UKPOUK (İngiltere-Polonya-Ukrayna) gibi yapılar kurulmaya başlandı. Ve İngiltere’nin gündeme getirdiği AB’ye alternatif bir Avrupa topluluğunun yanı sıra İsrail-ABD merkezli Arap ya da Ortadoğu NATO’su gibi örgütlenme arayışları da ivme kazandı. Yani dünya siyasetinin güç dengesinde yaşanan değişim ve uluslararası sistemde yaşanan tıkanmanın bir gerekliliği olarak bölgesel ya da daha az bileşenli örgütlenmeler meydana geliyor.

DÜNYA SİYASETİNDE DEĞİŞİM VE FIRSATLAR

Küresel güçlerin hegemonyasının aşınmaya başladığı dönemler, bölgesel güçlerin nüfuzlarını artırmak için en iyi fırsatları yakaladıkları dönemlerdir. Dünya siyasetinde dengelerin değiştiği, yeni bloklaşmaların oluştuğu böyle dönemlerde bölgesel güçler için oluşan uygun zemin doğru adımlarla stratejik ve uzun vadeli kazanımlara dönüşebilir. ABD’nin Stratejik Güvenlik Belgesi ve NATO’nun Stratejik Konsept Belgesi’ne de yansıdığı üzere, ABD’nin rakip güç Çin konusunda yeni stratejiler benimsediği söylenebilir. Afganistan’ın tahliyesi mevcut durumun bir gerekliliği ve geleceğe bakan bir strateji olarak görülebilir. Ayrıca ABD’nin Türkistan coğrafyasını Çin’e karşı denge unsuru olarak görmesini gerektiren zemin, Türk dünyasına yeni alanlar açıyor.

Yani dünya siyasetindeki zemin, Türkiye’nin kendisini merkeze aldığı yapılanmalara da fırsat sunuyor. Dünya siyasetinde oluşan bu atmosfer, Türkiye’nin Türkiye merkezli, Türk-İslam sentezli örgütlenmeler için harekete geçmesinin zamanının geldiğini gösteriyor. Bu noktada Türkiye’nin Türk dünyası ile Türk Devletleri Teşkilatı çatısı altında ivmelenen ilişkileri önemli bir başlangıç olmakla birlikte, Türkiye’nin üçlü yapılar halinde ilişkileri geliştirmek istediği anlaşma ve birliktelikler de ayrıca önemli hale geliyor. Son yıllarda Türkiye’nin merkezde olduğu üçlü iş birliği anlaşmaları ve girişimler aslında sürece doğal bir rota çiziyor ancak bu rotanın uzun vadeli planlarla yönlendirilmesi hedefe daha hızlı ve kolay ulaşılması bakımından önemsenmelidir.

2019 yılında Türkiye, Pakistan ve Malezya üçlü iş birliği, İslam dünyasında daha homojen ve aktif yapıların oluşturulabileceği konusunda bir fikir verdi ve bu noktada bir başlangıç oluşturdu. 2021 yılında Türkiye-Azerbaycan-Pakistan üçlüsü İslamabad Deklarasyonu ve Bakü Beyannamesi imzalayarak üç ülke arası ilişkiler konusunda güçlü bir etkileşimi meydana getirdi. 2021 yılı Türk dünyası için de yeni bir dönemin başlamasına sahne oldu. Karabağ Zaferi ile kapasitesinin farkına varan Türk dünyası, dünyadaki jeopolitik güç rekabetinde yaşanan değişimin de sunduğu fırsatlarla İstanbul’da düzenlenen zirvede Türk Devletleri Teşkilatı adı altında Türk Birliği düşüncesinin yeni bir evreye girmesine tanıklık etti. Son olarak da bu yıl Türkiye-Azerbaycan-Kazakistan arasında Bakü Beyannamesi imzalandı.

Hasılı Türkiye’nin ve yakın ilişkiler içinde bulunduğu ülkelerin dışardan gelen güvenlik tehditlerine ve terör örgütlerinin istikrarsızlaştıran faaliyetlerine mukabil yeni askeri ve savunma iş birlikleri yapmaları bir zaruret haline gelmiştir. Dünya siyasetindeki değişim bu zarureti hayata geçirmeye dönük fırsatlar sunmaktadır. Merkezden çevreye Türk-İslam dünyası, Afrika ve Balkan ülkeleri ve dünyada eşitlik temeline dayalı bir uluslararası sistem arzulayan Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak isteyen devletlerden müteşekkil üçlü ya da ikili mekanizmalar fırsatları aksiyona dönüştürme potansiyeline sahiptir. Bu potansiyel harekete geçirilirse dünyada barış ve güvenliğin tesisi her zamankinden daha mümkün hale gelmiş olacaktır.

Bu anlamda Türkiye’nin güvenliği için belirtilen coğrafya içerisinde Türkistan coğrafyasında Özbekistan’ın, güneybatıda Libya ve Cezayir’in, kuzeybatıda ise Macaristan ve diğer Balkan ülkelerinin de yer alabileceği üçlü iş birliği anlaşmalarına gitmesi merkezden çevreye gelişen güvenlik ve barış mimarisinin doğal seyrine önemli bir katkı sunacaktır. Bu bağlamda Türkiye önümüzdeki yıllarda ilişkileri geliştirdiği ikili ve üçlü mekanizmaları İstanbul’da bir araya getirerek bölge ve dünya barışına öncülük eden girişimlerini güçlendirmelidir.