Bir şarkiyât alimi Ahmet Ateş ve ailesi

Ahmet Emre Ateş’in üç kuşak üzerinden anlattığı Ahmet Ateş Ailesi: Hatıralar Belgeler Resimler kitabı Büyüyenay Yayınları arasında okurla buluştu. İzi sürülen aile çevresinde bir dönemin sosyal hayatına tanık oluyoruz.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Aile tarihleri sosyal tarihin canlı bir parçası oluyor. Bu açıdan bakınca da çok değerli buldum eseri.

ÂLİM KAHRAMAN

Ahmet Emre Ateş, Uluslararası İlişkiler Doçenti. 1980 doğumlu. Ailesinin, kendisi dahil, geriye doğru üç kuşaklık tarihini kaleme almış. Arkasında sözlü tarih çalışmaları, özlü bir fikrî ve edebî mesâinin bulunduğu anlaşılan eser, dedesi, Şarkiyâtçı Ahmet Ateş’in adıyla adlanmış: Ahmed Ateş/ Ailesi: Hatıralar, Belgeler, Resimler. Büyüyenay Yayınları arasında çıktı.

Sosyal tarihle iç içe geçmiş bu tür anlatımlar, son yirmi-otuz yıl içinde, Türkçede bir hayli yaygınlık kazandı. Hatta bir tarafıyla popülerleşti bile denilebilir. Yüz yıllık bir süreyi kapsayan Ahmet Emre Ateş’in çalışması, benzerleri arasında, kendine has özellikleriyle ayrışan, özgün bir çalışma olmuş. Renkli kişiliklerin bulunduğu Ateş ailesini, yazar, birçok yönüyle ve bir yaşantı halinde bize iki yüz sayfa içinde sunmayı başarmış.

İzi sürülen aile çevresi içinde birincil rol Dede Ahmet Ateş’e ait görünüyor. Fakat başka tanınmış simalar da var. Amca Toktamış Ateş gibi.. Baba Ertunga Ateş’in de –diğerleri kadar onu öne çıkarmasa da- şairlik yönü bulunuyor. En renkli sima ise Ahmet Ateş’in eşi, babaanne Fikret Ateş.. Emre Ateş, 1966’da, kırk dokuz yaşında, bir kalp kriziyle hayata veda eden dedesini tanıma fırsatı olmasa da yirmi iki yaşına kadar babaane sefasını sürer. Aile içindeki odak şahsiyet konumunu baştan itibaren koruyan Fikret Ateş, doğal bir şekilde, bu eserin de odağına yerleşmiş olur.

ÜÇ KUŞAK ANLATILIYOR

Ahmet Ateş ismini, yetmişli yıllarda, Edebiyat Fakültesi’ndeki hocalarımdan duymuştum ilkin. Fakat Fikret Ateş ismini, 1990’lı yılların sonlarına doğru Orhan Okay’dan duyacaktım. Okay, Ateş ailesini, 1950’li yıllardaki öğrenciliğinden tanıyordu. Fakülte bünyesinde, her yıl yaz aylarında, hoca ve öğrencilerden oluşan bir grup halinde Anadolu şehirlerindeki kütüphanelere yapılan araştırma gezilerinden.. Bu keşfe açık (öğrenciler için yetiştirici) saha çalışmalarına bazı hocalar ailecek geliyormuş. Ateş ve Çetin (Nihat Çetin) ailesi gibi.. Orhan Okay, Fikret Hanımı, o sıralar 12-13 yaşlarında olan oğulları Ertunga ve Toktamış’ı o seyahatten biliyordu. Dominant bir eş ve ele avuca sığmaz iki erkek çocuk! Ahmet Ateş ise aile yönetimini ellerine teslim ettiği karısıyla “uyumlu”, mutlu bir aile babası!

Edebiyat Fakültesi, bir tarihten sonra dahil olduğum büyük bir çevreydi benim için. Oradaki anılarımız, tanıklıklarımız yanında yetişemediğimiz eski hocaları da kapsayan bizden önceye ait anekdotlar, yaşanmışlıklar.. Yıllar geçtikçe büyüklerimizden bize bizden de sonraki kuşaklara doğru akıp durdu. Hiç tanıyamadığımız eski hocalar da dâhil, o çevreden birçok isimle aynı aileden gibi olduk.

Ahmet Emre Ateş’in bu kitabında anlattığı çevreye bütünüyle aşina çıkmam mümkün değil elbette. Hiç ilgili olmadığım uzak isimler, teğet geçtiklerim ve doğrudan ilgi alanıma girenler! Hâsılı güzel bir okuma deneyimi yaşadım. Bunda Emre Ateş’in sağlam, neo-klasik Türkçesinin de büyük payı oldu elbette. Bu dil ona aileden, özellikle de babaanneden miras olmalı. Emre Ateş’in elinde yeni bir canlılık kazanmış. Edebî değer de içeriyor.

Aile tarihleri sosyal tarihin canlı bir parçası oluyor. Bu açıdan bakınca da çok değerli buldum eseri. Bir aile hikayesinin arka planında şehrin değişim ve dönüşümüne ilişkin seksen yıllık bir süreci de az-çok izleyebiliyorsunuz. Ancak, babaanne gibi bir hafıza kutusuna sahip olsa, bir bakıma onun çekim dairesi içinde büyüse de Emre Ateş bir “Suriçili”nin baktığı açıdan bakıyor doğal olarak. Mesela dedesi veya arkadaşı Mehmet Kaplan gibi değildir onun pozisyonu. Dışarıdan gelmemiştir, bir Anadolu insanı gibi tutunma mücadelesi vermemiştir şehirde. Zaten şehre aittir. O bakımdan güvendedir.

GÖÇLER ÜZERİNE

“Gecekondu” kelimesinin tarihi çok eski değil. Yeterince inceleyemedim, yetmişlerden sonra bile olabilir. Olgunun kendisi ise 1940’lara kadar iner. Elli ve nihayet altmışlarda zirveye ulaşır. Her dönüşüm bir bozulmadır, en azından başlangıçta. Fakat söz konusu şehir İstanbul’sa bazı yorumlar yanıltıcı olabilir. En azından tek bir açıyı veriyor olabilir bize. Büyük göç dalgalarına maruz kalma, bu şehrin tarihinde çoğu zaman var olmuştur. Hatta daha iddialı bir söz edeceğim: Şehri sürekli dinamik tutan da bu göçlerdir! İstanbul medeniyet merkezi olarak üst düzeyli bir dönüştürücülük işlevi yüklenmiştir. Bir delil de sunacağım: Karagöz ve Hacivat.. Orta oyunumuzdaki Trabzonlu, Kayserili gibi tipler. Veya azınlıkları temsil eden diğerleri.. Birer konuşma ve davranış laboratuarıdır bu görsel sanatlarımız. Dışarıdan geleni, perde veya doğal bir sahnede kendi karikatürüyle karşılaştırır. Eğlendirirken eğitir onları.

Fikret Hanıma tekrar dönmeden bu yazıyı bitirmek istemiyorum. 1930’lu yılların gazetelerini tararken, Mehmet Kaplan dolayısıyla Fikret Hanımla ilgili bir iki ayrıntıyı da not etmişim. 1938 yılı içinde yapılan edebiyat faaliyetlerinde onun adı da geçiyor. Yapılan edebiyat gecelerinde, ihtifallerde Ali Nihat Tarlan ismi hep ön sırada. Ayrıca şiir okuma, program sunuculuğu gibi diğer işlerde iki öğrencinin ismi sık sık geçiyor: Mehmet Kaplan ve “İzmirli Fikret”!

Fikret Hanım’ın bir öğrenci bursuyla Almanya’ya gidişinden bu kitapta da bahsediliyor. Emre Ateş 1938 olarak kaydediyor bu tarihi. Hâlbuki Necatigil’in 4 Temmuz 1937’de Berlin’den Tahir Alangu’ya sıcağı sıcağına yazdığı, bu yolculuğu tüm ayrıntılarıyla içeren bir mektup var. (Fahir İz ve Behçet Necatigil Fikret Hanım’ın yola beraber çıktığı iki fakülte arkadaşı.)

Bu kitapta Sabahattin Ali, Pertev Naili Boratav yanında Halide Edip ve Adnan Adıvar, Hellmut Ritter, Reşit Rahmeti Arat, Şerafettin Yaltkaya, Mükrimin Halil Yinanç gibi dönemin önemli birçok simasının da adı geçiyor. Bunlarla aile dostlukları var Ateş ailesinin. (Baskın ve duygusal Fikret Hanımla Halide Edip; eşleri karşısındaki pozisyonlarıyla Ahmet Ateş ve Adnan Adıvar arasında paralellikler kurmamak mümkün değil.)

Bu kitap dolayısıyla isminden haberdar olduğum Ahmet Emre Ateş, popülizme düşmeden, her bakımdan sıhhatli bir çalışma ortaya koymuş. Tebrik edilmeyi hak ediyor.