Yusuf Kaplan, Fatma Barbarosoğlu, Özlem Albayrak, Hasan Öztürk ve Hatice Karahan'ın yazılarının en dikkati çeken bölümleri:
Güle-oynaya intiharı yani!
Kadir Gecesi’nden bahsedilirken hep Kur’ân’ın bu gecede indirilmesi üzerinde duruldu hep. Vurgu, Kur’ân’a oldu; inzâl’e değil.
Kadir Gecesi bu gecedir eminliğinde yürüyoruz
I- Ramazan-ı Şerif’in 26. gününe ulaşınca herkes birbirinin kandilini tebrik ediyor.Niye? Kadir Gecesi münasebetiyle. İyi de Kadir Gecesi kandil değil ki!
Ramazan-ı Şerif’in 26 gecesine ulaşınca camiler dolup taşıyor.Niye? Çünkü ahali o günün Kadir Gecesi olduğundan emin. Kuvvetle Kadir gecesi olma ihtimali olduğu söylenen Ramazan-ı Şerif’in 26. gecesi nasıl oldu da kandil gecelerinden bir gece hüviyetine kavuştu halkın nezdinde? Bu sorunun cevabını özellikle DİB’ten bekliyoruz.
II -Yıllar sonra “Türkiye’de Kadir Gecesi Kutlamaları” diye bir tez yapıldığını düşünün.
Gezi 'ağaç' gibi...
Kılıçdaroğlu’nun “adalet” yürüyüşü medyanın geniş kesiminde olumlu yankı buluyor. Bu konuda yazıp çizenlerin/konuşanların kahir ekseriyeti, Kılıçdaroğlu’nun yürüyüş amacını haklı bulup bulmadıklarını beyan etmeksizin açıkladıkları görüşlerinde, bu yürüyüşün “demokratik bir hak” olduğundan söz ediyor. Onlara göre, şiddet içermeyen bir protesto hareketi olduğundan Kılıçdaroğlu’nun yürüme eyleminde meşru olmayan bir durum yok.
Zombi çocukların faillerinden biri
FETÖ davalarında kurulan tuzaklara bu köşede defalarca değindim.“Poker suratlı” itirafçıların itiraf adı altında yaptıkları yönlendirme ve meseleyi başka bir yöne evirme eylemlerini de…
FETÖ davalarındaki “suçun tarihi” konusundaki muğlaklık üzerinden yarın bir gün ek iddianamelerle “herkesi” yargılayabilecek bir mekanizmanın geliştirildiğini de…Bir tuzak daha var! Ya da iddia diyeyim. Bu tuzak, FETÖ davalarında görevli hakim ve savcıların bir kısmının “öncelikleri”dir! Size içeriden bir iddia aktarayım. Adam yargı mensubu. FETÖ’cü değil. Muhafazakar ya da milliyetçi de değil. Merak etmeyin ulusalcı ya da Kemalist de değil.
144 ülkelik harita
Herkes daha cazip olmak istiyor. Sermaye çekmek için, turist çekmek için, bilgi ve yetenek çekmek için… Nitekim işin ucu, büyümeye, verimliliğe, kalkınmaya bakıyor. Ve ne kadar cazipseniz, bu akımların size bakışları da o derece yumuşuyor. Dolayısıyla ekonomiler açısından bu çekicilik bahsi epey mühim. Ki bu gerçeğe binaen de, çekicilik türü özellikleri ölçen birtakım endeksler var malumunuz. Ekonomistlerin de, yatırımcıların da, politika yapıcıların da sık sık referans alıp iyi kötü düşüncelere gark olduğu şu meşhur endeksler…
Ve tabii bu kapsamda, herkesin de yerinden memnun olması mümkün olamıyor. Zaten herhangi bir x ülkesi için farklı endekslerde farklı sıralamalar mevcut. İçerik ve yöntem farklılıkları, bunu ister istemez beraberinde getiriyor. Rekabetçilikten anladığınız ne mesela ve ayrıca cazibe tam olarak nedir? Peki, bunlar en doğru şekilde nasıl ölçülür? İşte böyle birtakım sorular türetmek elbette mümkün.Neticede ise, ilgili endeksler algıyı önemli ölçüde etkileyebiliyor ve bu bağlamda “bizim ülkenin bu sırada ne işi var?” diye çıkışlar yaptırtabiliyor. Misal, yabancı yatırım çekmede dünyada ilk 20’ye girmişsiniz ama o ilgili endeksler sizi ilk 50’ye ancak bir zahmet sokabilmiş. Hatta daha uçurum örnekler de var. Dolayısıyla bu minvalde akıllara sık sık “bu işte bir tuhaflık var” gibi düşünceler gelebiliyor.