|
‘Şangay’dan önce..
“Avrupa Birliği
”nin Türkiye'ye yönelik politikası uzun süredir “
ne içeri alalım, ne de dışarda bırakalım”
pozisyonundan öteye geçmedi. Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Hırvatistan başta olmak üzere “
Soğuk Savaş
” döneminde otoriter rejimler tarafından yönetilen birçok ülkenin AB'ye girişleri çabuklaştırılıp kolaylaştırılırken Türkiye'ye sürekli “ev ödevi” çıkarılması işi yokuşa sürmekten başka bir anlama hamledilemez. Zaten AB içinde öteden beri Türkiye'nin Birliğe dahil edilmemesini savunan bir 'çevre'nin varlığı biliniyor. Zaman zaman, içlerinde taşıdıkları gerçek duyguları ele veriyorlar. Mesela, Türkiye için “
İmtiyazlı ortaklık”
önerisi bu yaklaşımın ürünü.


Türkiye'nin AB'ye alınmamasını savunan sözkonusu 'çevre' Türkiye'nin tarihsel geçmişiyle fena halde takıntılı bir zihniyete sahip. Bu çevrenin öne sürdüğü gerekçeleri dikkatli gözle analiz ettiğimizde karşımıza çok farklı bir Avrupa çıkıyor. Avrupa'nın da duruma göre kafasına geçirdiği maskeleri var. Avrupa Birliği, 14. yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar “Türkler”i ne yapıp edip Avrupa'dan söküp atmayı 'kutsal dava' haline getirmiş ve büyük ölçüde bunu başarmış bir çevrenin mirası üzerinde kuruldu. Öyle anlaşılıyor ki bu tarihi mirası savunanlar AB içinde de bir hayli etkili.



AB içindeki bu zümreler Türkiye'nin güçlenmesinin '

Birlik Avrupası

'nı uzun vadede zayıflatacağını düşünüyorlar. Dolayısıyla Türkiye'yi içeriye almak yerine oyalama politikasıyla işi savsaklamaya çalışıyorlar. AB ülkeleri, binlerce sivili dünyanın gözleri önünde meydanlarda katlettiren, düzmece davalarla tutukladıkları muhaliflere yüzlerce idam cezası verdiren diktatörlerin ayaklarının altına kırmızı halılar sermelerine rağmen, konu Türkiye'ye geldiğinde bambaşka bir kılığa bürünebiliyorlar.



Aslında AB, Türkiye'yi kesin bir biçimde dışarda bırakmayı da göze alamaz. Bunun birçok sebebi var. 'Göçmen' kartı bunlardan sadece biri, ama en önemli sebep bu değil. Türkiye'nin Çin sınırlarından Balkanlar'a kadar uzanan karasal jeopolitik kuşak üzerindeki potansiyel etki gücü var. Her ne kadar bu jeopolitik kuşak, hatları tam olarak çizilemeyen 'küresel oyun'da kendini henüz öne çıkarmıyorsa bile varlığını hissettiriyor. Binlerce yıl “

İpek Yolu”

nu canlı tutan jeopolitik kuşağın yeniden hayat bulmasına Avrupa kayıtsız kalamayacağı gibi, ne yapıp edip bu kuşağa eklemlenmek isteyecektir.



Doğu Türkistan'dan Balkanlara uzanan bu jeopolitik kuşak enerji kaynakları ve enerji koridorları bakımından da son derece stratejik bir önemde. '

Enerji güvencesi

'ne sahip olmayan bir Avrupa, çağının gerisine düşer, ABD'yle Rusya arasında pestil olur. Dolayısıyla sözkonusu kuşağın sahip olduğu potansiyel, AB için belki 'soğuk', ama kayıtsız kalınması mahvına sebep olacak bir gerçeklik.



Türkiye'nin dahli, katkısı olmadan bu jeopolitik kuşak canlılık kazanamaz. Avrupa halklarının geniş anlamda güvenliğiyse bu tarihî/jeopolitik kuşağın kaderiyle yakından ilgili. Bu jeopolitik kuşak tarihin uzun devirlerinde hem Avrupa, hem Avrasya için barış, istikrar, güvenlik ve refah kuşağıydı. Dünyanın kalbini teşkil eden bu jeopolitik kuşağın en önemli bileşenlerinden biriyse, dün olduğu gibi bugün de Türkiye'dir. AB, Türkiye ile ilişkilerini derin duygusal kopuşlara yol açacak bir üslupla sürdürmesi durumunda elbette Türkiye farklı seçenekleri gündemine alacak. Türkiye, tarihinin her döneminde kendine yeni seçenekler sunan bir jeopolitik temel üzerinde inşa edildi. Batı Avrupa'nın bunu idrak etmesi ve Türkiye'nin temelleri üzerinde oyun oynamaktan vazgeçmesi hayrına olur.


#A​vrupa Birliği
#İpek Yolu
#Soğuk Savaş
7 yıl önce
‘Şangay’dan önce..
‘1 gün savaşı’…
X’e kısıtlama an meselesi
Musevî bir yasadan Kızıl Düve miti üretmek
Sosyal çürüme yazıları 2: Her türden bağımlılıklar cumhuriyeti
Bir bu eksikti...