|
Vakit iyilik vakti, bu ramazan ve her zaman (ı)
İslam medeniyetinin temel dinamiklerini teşkil eden en önemli unsurlardan birisidir iyilik. Esasında bu açıdan bakıldığında bu medeniyetin bir iyilik hareketi olduğunu da söyleyebiliriz. İnsanların pazarlarda köle olarak satıldığı, kabile, ırk, renk, zenginlik-fakirlik vb. farklılıkların üstünlük kabul edilerek insanların birbirini yediği, pazarlarda köle olarak satıldığı karanlık bir dünyayı aydınlığa çıkarmak için gönderilen sevgili peygamberimiz en büyük mucizesi Kur'an'la bir iyilik medeniyetinin temellerini attı. “İyilikte ve takvada yardımlaşın, kötülük ve düşmanlıkta yardımlaşmayın” (Maide, 2) ayetini sevgili peygamberimiz kendi yaşantısıyla gösterdi. İyilik medeniyetinin öncüleri Mekke'de hemen fakir fukaranın, garip gurabânın, mazlumların yanında yer aldılar.

Mazlumlar, ezilmişler gördüklerine, yaşadıklarına inanamıyorlardı; kabilesine, rengine, fakirliğine hatta köle olmasına bakmadan kendisine sahip çıkan, bağrına basan, hakkını arayan, köle pazarından satın alıp azad eden birileri vardı artık. Zaman ilerledikçe bu iyilik medeniyetinin temelleri daha da kuvvetleniyor, büyük bir sömürü aracı olan faizin, tefeciliğin, karaborsacılığın, kumarın, sarhoş edici maddelerin yasak olduğu ilan ediliyor, kötülük adına ne varsa ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Hele Yesrib'e hicret ettikten sonra bu iyilik medeniyetinin ilkeleriyle nurlanarak Medine-i Münevvere olan bu şehirde iyilik ve yardımlaşma adına destanlar yazılıyor, Mekke'den gelenler muhacir ismiyle, gelenleri Medine'de karşılayanlar ise ensar ismiyle ölümsüzleşiyorlar.

Medine'de tarih artık baştan yazılıyor. Tarihe altın harflerle yazılası “ensar” isminin sahipleri muhacir kardeşlerine evlerini açıyorlar, ekmeklerini ikiye bölüp kardeşlerine ikram ediyorlar, tarlalarının yarısını ekmesi için onlara veriyorlar vs vs, iyilk adına ne varsa hepsinin en zirve örneklerini gösteriyorlar. Hani Rabbimiz'in “vessâbikûne's-sâbikûn, ülâike'l-mukarrabûn (o hayırda önde olanlar ecirde de öndedirler ve onlar en çok yaklaştırılmış olanlardır” (Vakıa, 10,11) sözüyle işaret ettiği kimseler varya, işte taşıdıkları ensar ünvanı onların bu şekilde anılmalarını sağlıyor.

Sonra iyilik hareketi Medine'yle sınırlı kalmıyor, nerede bir mazlum var, çaresiz var Müslümanlar oraya koştular. Uzak demediler, çöl sıcağı-soğuğu demediler koştular. Rengine, ırkına, diline ve hatta dinlerine bile bakmadan koştular. Öyle ki zulüm altında olan bazı gayri müslim toplulukları zulümden kurtarmak için koştular. Gayrimüslim dahi olsa vatanından sürülenlere kucak açtılar. 1492 yılında Endülüs'ün Haçlılar tarafından işgalinden sonra orada yaşayan Yahudiler ancak kaçarak canlarını kurtarabilmiş ve Osmanlı Devleti'ne sığınmışlardı. Osmanlı Devleti onlara sahip çıktı ve o tarihten itibaren aramızda huzurlu bir hayat sürdürmektedirler. Geçen 500 yılın hatırasına İstanbul'da yaşayan Musevilerin 1992'de kurdukları 500. Yıl Vakfı bu gerçeği ortaya koymaktadır.

Ecdadımız zalimlerin karşısında hep dik durdular. İslam şairi Mehmet Akif Ersoy iyilik medeniyetinin mensuplarının bu ruhunu şöyle mısralara döküyor: Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım; Boğamazsın ki! Hiç olmazsa yanımdan kovarım… Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim; Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. Adam aldırma da geç git diyemem aldırırım. Zalimin hasmıyım ama severim mazlumu; İrticânın şu sizin lehçede manası bu mu?

İlk örneklerinden itibaren medeniyetimizin öncüleri iyilik hareketlerinde bayrağı hiç yere düşürmemişler. Kurulan her İslam toplumu adeta iyilikle ayakta kalmış, mazlumların, fakir fukaranın, garip gurabânın duaları onları diri ve canlı tutmuş. Sevgili peygamberimizin “müstecâb olan, yani kabul edilmesinde şüphe bulunmayan üç dua vardır: yolcunun duası, babanın çocuğu için yaptığı dua ve mazlumun duası” (Ebu Davud, 1536) hadisini hep dikkate alarak yaşamaya çalışmışlardır. Bu ilkelere göre yaşayanlar hep önde olmuşlar, bu ilkelerden vazgeçenler düşüşe geçmişler.

Şimdi sıra bizde. Tercihimizi yapmak zorundayız. İyilik medeniyetini kuran yüce Rasulün “yıldızlar gibi” diye tanıttığı şanlı ashabı ve sonrakiler, daha sonrakiler, daha sonrakiler bayrağı, bize kadar ulaştırmışlar. Şimdi insanlık bizden iyilik medeniyetini ihya etmemizi, canlandırmamızı bekliyor. “O müttakîler bollukta ve darlıkta infak ederler, kızdıklarında öfkelerini yutarlar ve insanları affedicidirler. Allah da iyilik yapanları sever” (Âl-i İmran, 134) ayetindeki müttakilerden olmak, en azından onların yolunda olmaya çalışmak ne büyük bir ayrıcalıktır. Esasında bunlardan olmak için fırsat önümüzde durmaktadır. İşte bu ramazan içinde iyilik adına yapılan kanpanyalar, vakıflar, sivil toplum kuruluşlarının çabaları. Dünyada her üç buçuk saniyede bir insan açlıktan ölüyor, acaba bunların kaç tanesini kurtarabilirim duygusu her birimizde hep canlı olmalı. Zalimin zulmünden milletimizin şefkat ve merhametine sığınan Suriye'li kardeşlerimize zekatımızla, fitremizle, sadakamızla, infakımızla, velhasıl her türden yardımlarımızla nasıl sahip çıkabiliriz, bunun derdini taşımalıyız.

İyilik konusunu bir yazıda anlatmak gerçekten zor, yarın devam edelim inşallah.
#ramazan
#iyilik
#vakit
9 yıl önce
Vakit iyilik vakti, bu ramazan ve her zaman (ı)
İkiyüzlü dünyanın 200 günü
Garson nereye baksın?
İnsafsız takas!
Erdoğan’ı/AK Parti’yi Kürtsüz bırakma operasyonu…
Riyakâr Bey ile ‘Yamyam’ Biraderler