Kıbrıs'ta Rum kesimini ve dolayısıyla Avrupa Birliği'ni önceleyen bir anlaşma yapılmasını isteyenlerin asıl amacı Doğu Akdeniz'deki doğal gaz ve petrol rezervleri (Afrodit bölgesi) üzerindeki güçlerini pekiştirmek ve Türkiye'yi refüze etmek.
Oysa ki Türkiye'nin tavrı çok açık. Kıbrıslı Türklerin hakları ve Türkiye'nin adadaki varlığı konusunda tartışma yapmıyor. Annan Planı'nın altından çok suların aktığını söylüyor.
Peki, doğal kaynaklar ve enerji koridorları üzerinden yürüyen güç savaşlarında gözden kaçırmış olabileceğimiz birkaç husus yok mudur?
Tam da bu sorunun etrafında şunları hatırlatayım:
dünya petrol rezervinin
'una sahip; ama…
'taki doğal gaz rezervleri Türkiye'nin tek başına
yıllık ihtiyacını karşılamaya yeterli; ama…
Dünya petrol üretiminin
sağlıyor; ama…
Aması belli..!
Venezuela hükümeti, enerji tasarrufu için günlük 4 saat elektrik kesintisine gitme kararı aldı 2016 sonlarında.
Birkaç yıl önce, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'nin başkenti Erbil'e gitmiştim. Erbil caddelerinde ağır bir kükürt kokusu vardı.
Nedenini sordum.
dediler.
Yine bir gün yolum Bakü'ye düşmüştü.
nü fark etmiştim.
Bir Azeri kadın milletvekili,
demişti de aklım başıma gelmişti.
***
Petrol rezervin dünyanın en büyüğü ama enerji kıtlığı yaşıyorsun. Türkiye'nin 194 yıllık doğal gaz ihtiyacını tek başına sağlayacak kapasitedesin ama kükürtlü benzin yüzünden şehirlerinde nefes alınmıyor.
Petrol ve doğalgazda dünya üretiminde söz sahibisin ama, “güçlü bir devlet” olma yolunda kaplumbağa hızıyla ilerliyorsun.
***
Şimdi soru şudur: Türkiye enerji bağımlılığını azaltmak istediği her hamlede neden envaiçeşit engellemeyle karşılaşır?
Ya da Türkiye'nin enerji koridorlarında söz sahibi olma konusundaki direnci neden “içeriden” kırılmak istenir?
Kıbrıs meselesine biraz da buradan baksak nasıl olur?
Haksız mıyım?
Önce cümleyi kuruyorlar. Sonra o cümleyi herkesin diline pelesenk yapıyorlar. Ardından dönüp
diyerek kurdukları cümlenin üzerinden karşıdakini ya da düşman ilan ettiklerini vuruyorlar.
Ne demek istiyorum?
Söylediğimin açılımı şu:
Önce, “İç savaş” cümlesini kimlerin kurduğunu bir hatırlayalım. HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'tan başlayıp KCK yöneticisi Kandil sakini terör örgütü elemanı Bese Hozat'a kadar PKK/HDP çizgisi “Şöyle olursa bu iç savaş nedeni” diyen cümleler kurdular.
Yine, sol liberal yazarlardan da “iç savaş” cümleleri duyduk. Örneğin şu anda FETÖ'den tutuklu bir tanesi, “İstanbul'un caddelerinde tankların yürümesinden” söz etti bir ara.
15 Temmuz darbe ve iç işgal girişimi püskürtüldükten sonra “iç savaş” söylemi rafa kalktı diye düşünürken, CHP'liler ulu orta kurdu bu cümleyi…
Bu kez anayasa değişikliği tartışmalarında “kan” dediler, “iç savaş” dediler… CHP'liler sıklıkla geveledi aynı cümleyi. Ve bu tehlikeli cümle genele teşmil edildi!
“İç savaş”ın ne olduğunu biliyorlar mı bilmiyorum ama bu cümleyi toplumun geneline yaydılar. Her önüne gelen “iç savaş” diye başlar oldu söze…
Oysa 15 Temmuz'da da görüldü ki bu millet devletin bekası söz konusu olduğunda tüm renklerini, ayrılıklarını bir kenara bırakıp kırmızı beyazın etrafında birlik oluyor.
Yine de bir millet ve devlet için en vahim senaryo olan “iç savaş” söylemi dolaşıma sokulmuş oldu; tehlike buradadır.
Bir internet sitesindeki görüntülere bakıyorum…
nde insan cesetleri, zafer sloganları atan askerler, yıkık binalar…
Birden bir kare dikkatimi çekiyor. Bir asker yerde yatan cesedi kontrol ediyor. Ve kameraya doğru dönüyor.
Bir an aklımda sorular ve cevapları beliriyor. İç dünyamda hızlı bir sorgulama var.
Sahi, o zafer sarhoşu insan da şu anda kara toprak olmadı mı?
Peki o da biraz önce kontrol ettiği ölü beden gibi bir gün öleceğini bilebile niye şu an zafer sarhoşu?
Dünyaya kazık çakan mı var?
Sultan Süleyman'a kalmayan dünya kimlere kalmış ki?
Sorular, sorular, sorular…
Sonunda geriye yaslanıyorum, yukarı tavana bakıyorum.
Zihnimde,
cümlesi!
İnsan ne çok ihtiraslı…
İlaç: Kulluk idraki..!