|
Kalafat yeri

Evden işe şirketin verdiği arabayla gitmesi 15 dakikasını alıyordu. Yine de o, dokuzda başlaması gereken mesaisine yetişebilmek için her sabah yedide kalkıyordu. Duş alınacak, elbiseler ütülenecek, saç kurutulacak, makyaj yapılacak…



O sabah, her sabah yaptığı gibi lounge çalan bir radyo istasyonu açıp yola düştü. Son zamanlarda her sabah aklına gelenler bu sabah da hücum etti zihnine.



Türkiye'nin en yüksek puanlı halkla ilişkiler bölümünü tutturabilmek için gecesini gündüzüne katmış, çılgınlar gibi çalışmıştı. Aldığı puanla başkalarının girmeye can atacağı pek çok okula da girilebiliyordu ancak onun aklında sadece halkla ilişkilerci olmak vardı. 'İnsanlarla sürekli iletişim halinde olmak benim için biçilmiş kaftan' diye düşünmüştü hep. Tez vakitte yükselmemişti üstelik işinde. Ayak oyunu bilmediğinden uzun, çok uzun bir yol yürümesi gerekmişti. Niyeyse sürekli 'diğeri' tercih edilmişti her yükselme fırsatında.



Nihayet çalıştığı dördüncü şirkette müdürlüğü geçirebilmişti ele. Ne ki, iş müdürlüğü ele geçirmekle kalmıyordu ki. Altında ilk fırsatta kendisini boğmaya hazır on beş insanın derdiyle yaşamak kolay mıydı?



34 yaşındaydı. Güzeldi. Hem de epey güzeldi. Evlenmemişti. Daha doğrusu 20'li yaşlarındayken evlenmeyi önemsememiş, 30'unu devirdiğinde ise etrafta evlenecek adam bulamamaya başlamıştı. Sorana 'kariyerimle evliyim ben, çok mutluyum' diyordu ama bunun kendisine söylediği bir yalan olduğunu da elbette biliyordu. Mutsuzluğun en dibinde yaşıyordu aslına bakarsanız. Kardeşlerinin çocuklarına aldığı pahalı hediyeler, hafta sonu onları götürdüğü parklar… Hiçbiri bastırmıyordu olan biteni.



'Her gün aynı kalafat yerine çekilmenin nefreti' dizesinden habersizdi, çünkü şiir sevmiyordu. 'Romantizm bana göre değil' cümlesi de kendisine söylediği yalanlardan biriydi. Tıpkı 'ben bağımsız, güçlü bir kadınım' cümlesi gibi.



Kendisini en çok cumartesi geceleri, tıpkı kendisine benzeyen arkadaşlarıyla birlikte gittiği eğlence mekânlarından çakır keyif halde eve döndüğünde yalnız hissediyordu. Pazar sabahına başka bir evde uyandıysa bu yalnızlığa bir de keskin bir çaresizlik ekleniyordu.



Zordu. Her şey çok zordu. Şirketin CEO'su Murat Bey'in o iğrenç yalanmalarından, öğlen sipariş ettiği kalorisi hesaplanmış salatalardan, yardımcısı Esra'nın sürekli 'ne zaman tökezleyip düşeceksin lanet olası' cümlesini içinde barındıran bakışlarından, alışveriş ettiği online alışveriş sitelerinden, izlediği makyaj videolarından, yaptığı çok başarılı kampanyalardan, aldığı olumlu geri dönüşlerden, 'aslında her şeyi bırakıp Cihangir'de butik bir pasta-kafe açmak geliyor içimden' cümlesinden, 'kahve içmeden uyanamıyorum şekerim' cümlesinin sakilliğinden, arkadaşlarının facebook profillerinden, kimin kime ne oyunlar çevirdiğinden başkaca hiçbir şey konuşulmayan kahve aralarından… Her şeyden sıyrılmıştı sıtkı.



Şirketin kendisi için ayrılan bölümüne park etti arabasını. Asansörün aynasında makyajını son kez kontrol etti. Kata geldiğinde üç numaralı 'herkese günaydın' gülüşünü takındı. Ayakkabılarının zeminde çıkardığı tıkırtıları dinleye dinleye odasına yürüdü. Kahvesini söyledi. Ajansın gönderdiği medya dosyasını açtı mailinden. İndirim kampanyalarına göz attı. Beğendiği o çanta hala indirime girmemişti.



Kahvesinden ilk yudumunu almıştı ki decki çaldı. Murat Bey çağırıyordu.



Murat'ın senli-benli vıcık vıcık cümlelerine gülümseyerek karşılık verdi. Anlattığı açık-saçık fıkralara yalandan güldü. İlkokul 3. sınıf çocuklarının yapmayacağı siyasi analizlerini dinledi. 'Belki bu kez yaptığının ayıp olduğunu anlar' umuduyla sürekli düzeltti eteğini.



Odasına döndü. Masasına oturacakken vazgeçti. Sekreterinden bir koli istedi. Kişisel eşyalarını koliye yerleştirdi. Arabanın anahtarını sekretere teslim etti. Ayakkabılarının zeminde çıkardığı tıkırtıları dinleye dinleye asansöre yürüdü.



Caddeye çıktığında derin bir nefes aldı. Bir taksi çevirmeye karar verdi. Sonra vazgeçti. Caddedeki minibüse el etti. Bindi. 'Kendime bir spor ayakkabı almalıyım acilen. Zemine değdiğinde tıkırtısını duymayacağım bir şey olmalı' diye düşündü. Parayı öndeki delikanlıya uzatıp şöyle dedi: 'Bir kişi uzatır mısınız? Hayat durağına gelince ineceğim.'


#Halkla ilişkiler
#CEO
#Romantizm
7 yıl önce
Kalafat yeri
Din anlayışımızda hukukun ahlâka öncelenmesi ve şekilciliğin yaygınlaşmasına dair
Çocukları ‘yollamadan’ önce...
Muhalif olmanın kendiliğinden bir erdemi mi var?
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?