Referanduma odaklandığımız tartışmalardan biraz uzaklaşıp, fotoğrafın tamamına bakmaya çalışalım.
Tartışmamız gereken çok ciddi bir konu var. Yani dünyadaki değişimi ve yaşanan sarsıntıyı anlamaktan bahsediyorum. Bunu anlamadan Türkiye'nin geleceğini kurgulayamayız.
Batıda yaşanan tartışma ve sarsıntının nedeni konusunda ciddi kafa karışıklığı var. Her ne kadar da sosyal bilimlerden akademik bir unvan taşımasam da, dilimin döndüğünce olayı anlatmaya çalışayım!
Batıdaki sarsıntının/depremin merkez üssünü tespitte farklı görüşler var:
Sarsıntının merkez üssünü yüzeyde görenler, Avrupa Birliği'nde bir sorun olduğunu düşünüyor.
Merkez üssü biraz daha derinde diyenler, globalizm ve kapitalizme bir eleştiri var diyor.
Depremin merkez üssü çok derinlerde, temelin üzerine oturduğu zeminde diyenler, Batı medeniyetinin köklerinde bir deprem var diyor.
Ben, sayısı çok az da olsa, üçüncü şıkkı savunanlardanım.
Batı medeniyeti çok ciddi bir kriz dönemine girdi ve onun sarsıntısını yaşıyor. Gerekçelerimi sıralayayım.
Modernizm, yani Batı medeniyetinin ürettiği, tüm insanlığı etkileyen medeniyet, bana göre iki kavram üzerine yükseldi, güçlendi ve şimdi o iki kavram nedeniyle çöküşe başladı.
17. Yüzyıldan beri Batı, bu iki kavramı hayatın merkezine oturttu. Her şeyi kontrol etmek, tüm gücü elinde tutmak için insanoğlunun gördüğü en büyük savaşları ve yıkımları yaşattı dünyaya. O kadar ki, doğayı bile kontrol edeceğine, ona hükmedeceğine inandı. Sonunda doğayı mahvetti. Şimdi, (neden olduğu) iklim değişikliği dünyanın sonunu getirecek diye bağırıp duruyor.
İngiltere'nin, on binlerce kilometre ötedeki Amerika'yı, Avusturalya'yı ve dünyanın neredeyse üçte ikisini ele geçirme isteğinin temel güdüsü budur. Fransa, İspanya, Portekiz, Hollanda ve son olarak Amerika hep aynı güdüyle hareket ettiler. Sömürgecilik ve ardından emperyalizm, dünyayı böyle perişan etti.
Neden her şeyi kontrol etmek gerek? Neden Pasifik okyanusunda uçak gemileri, Akdeniz'de üsler, Afrika'da koloniler kurmak zorundayız? Aç mıyız, açıkta mıyız? Bu soruyu soran çok az batılı aydın oldu.
Tam tersine, gücü daha çok elinde bulundurma yarışı, dünyayı iki defa acımasız savaşa soktu
.
Bugün kapılardan kovulan, yasaklanan mültecilerin tamamı, bu sömürülen, işgal edilen ülkelerin çocuklarıdır. Çalınmış haklarını arıyorlar aslında.
Daha çok kazanma duygusu, daha çok kontrol etmeye oranla masum gibi gözükse de, insanlığın yaşadığı yıkımın ana sebeplerinden biridir.
Yıllardan beri hep şunu sorarım: 'Kendisinden sonra gelecek 10 kuşağa, yüz yıl yetecek kadar çok serveti olan bir zengin, neden daha çok kazanmak istiyor?
.
Ancak bu 8 kişi hala daha çok kazanmak istiyor. Neden? Bu soruyu neden Batılı aydın güçlü bir şekilde sormadı?
Daha çok kazanmak için fabrikalarını ucuz işçilerin olduğu ülkelere kuruyor, onları farklı bir biçimde sömürmeye devam ediyorlar. Kapitalizm ve globalizm böyle bir şeydir işte.
Oysa hepsinin asıl itiraz etmeleri gereken şey, daha çok kazanma güdüsü, yani kapitalizm özüdür.
Batı dünyası yaşadıkları sarsıntının kaynağını tam tespit etmiş değil henüz. Ancak geçtiğimiz Cumartesi (5 Şubat),
finans dünyasından insanlara çok önemli bir konuşma yaptı ve şöyle dedi:
Modernizm kuruluşunda büyük rol oynayan ama sonra kontrolü kaybeden Papalık müessesi, artık tehlikenin farkında ve açıktan uyarılar yapıyor.
Lakin çok geç.
. Peki biz buna hazır mıyız?
.../...
Akademik bir unvanım olsaydı, bu makaleyi çok havalı kavramlarla yazar, hakemli bir dergide yayınlar ve sonra da 'dr' unvanı alırdım. Gelin görün ki, fani bir köşe yazarıyız işte!