Bu yazıda sizlere 15 Temmuz'da Türksat'ta neler olup bittiğini anlatacağım.
Meselenin iki boyutu var.
Birincisi, o korkunç gecede orada yaşananlar ve darbedeki FETÖ izlerinden oluşuyor.
İkincisi ise, aynı örgüt tarafından güzelim dinimizin nasıl bir itikadi sapkınlığa alet edildiğine dair bir örnek.
Türksat'taki darbe girişimi püskürtülmemiş olsaydı, belki o gece bu girişimin seyri başka türlü ilerleyecekti.
Oradaki personelin kahramanca direnişi olmasaydı, Türkiye genelinde yüzde 97'ye ulaşan bütün uydu yayınları kesilecek, halkın bilgi alma kanalları büyük ölçüde kapatılmış olacaktı.
Türksat'ın düşmemiş olması o yüzden çok değerli oldu.
Darbecilerin o akşam ilk olarak ele geçirmek istedikleri yerlerden biri burası idi.
Havada jetlerin alçak uçuş yaptığı, İstanbul'da köprülerin kesildiği sıralarda bir helikopter Türksat'ın bulunduğu kampüse iniş yaptı.
Halatlara tutunarak inen tam donanımlı askerler, bütün uydu yayınlarını kesmek için harekete geçti.
Türksat personeli bu talebi püskürtmek amacıyla,
gibi cümleler kurup o kritik saatlerde darbecileri oyalamayı başardı.
Bir ara bir kısım yerel televizyonların yayınlarının kesilmesi sağlandıysa da, ulusal kanalların uydudan indirilmesi mümkün olmadı.
İşte o sırada, çok dikkat çekici bir şey oldu.
Darbeciler içerde yayınları susturmaya çalışırken, polis Türksat'ın önünü tutmuştu.
Bu arada polislerin bulunduğu Türksat nizamiyesinin önüne içeri girmek istediklerini söyleyen 4 sivil geldi.
Bilgi işlem ve yayıncılık alanında uzman olan bu dört kişi, içerideki yayınları kesmek isteyen ama bunu beceremeyen askerler tarafından çağrılmıştı.
İşte bu dört kişinin kimlikleri çok dikkat çekiciydi.
Türksat girişini tutan polis, içeriden yayınları kesmek için çağrılan bu 4 kişiyi yakalayıp gözaltına aldı.
Şu an için elimizdeki bilgi, gözaltı işlemlerinin sürdüğü ya da, tutuklandıkları yönünde.
Türksat'ta o akşama tanık olanlardan dinlediğim bir başka hikaye daha var.
O hikaye, meselenin İslami itikad kısmını ilgilendiriyor.
Ve çok ürkütücü.
Görevli olmadığı halde, o akşam çalıştığı kuruma koşup gelen, kendisinin de İmam Hatip mezunu olduğunu öğrendiğim Tesisler İşletme Müdürü Ahmet Özsoy, nizamiye girişinde aracının içinde vurulup şehit ediliyor.
Bir süre sonra, Özsoy'u katleden askerlerden biri yanındakilerden su getirmelerini istiyor.
Eline bardağı aldıktan sonra çömeliyor ve besmele çekip üç yudumda suyunu içiyor.
Bu hareket orada bir dalgalanmaya yol açıyor.
Türksat personelinden biri bu tutumu sorgulayan sözler sarf edince, cinayeti işleyen ya da ortak olan bu asker, (rütbelerini sökerek oraya geldikleri için subay ya da bir astsubay olduğu değerlendiriliyor)
cevabını veriyor.
İşte burası önemli.
Bir yanda Peygamberimizin bir sünnetini eksiksiz şekilde yerine getiren, aynı anda katlettiği kişinin de cennete gideceğine inanmış, bunu davasının bir parçası olarak gören sapkın bir kafa yapısı var karşımızda.
Buna Hasan Sabbah kafası da diyebilirsiniz, son nefesinde kelime-i şehadet getiren bir Müslümanın boğazını keserek cennete gideceğini düşünen bir DAİŞ kafası da.
Bunu bana anlatan tanıklarla kendi yorumumun birleştiği nokta şurası.
Ne kadar büyük bir bela ile karşı karşıya olduğumuzu görüyor musunuz?