|
Neden saçların beyazlamış arkadaş

10 yıl kadar önce CHP Genel Merkezi'nde, yanılmıyorsam partinin kuruluş yıldönümünün kutlandığı bir toplantıya katılmıştım.



O toplantıda, iki sıra yanımda oturan dönemin bir CHP milletvekili, kendi yanında oturan partiliye dönüp,

“Biliyor musun, Türkiye şu anda 1920 şartlarını yaşıyor”

demiş, bu laf mıh gibi zihnime çakılmıştı.



Bunu niye hatırladım?



“Evet oyu kullananları İzmir'den denize dökeceğiz”

diyen CHP Konya milletvekili Hüsnü Bozkurt'un yalnız olmadığını belirtmek için.



CHP içinde 1920 sendromu, sadece birkaç milletvekilinin bireysel meselesiyle sınırlı değil.



Şimdiki Genel Başkan ve bir önceki Genel Başkan'ın söylem ve eylemlerine baktığımızda da bunu görebiliyoruz.



Mesela, dikkatinizi çekti mi bilmem, Kemal Kılıçdaroğlu, son seçimlerde miting programlarını Amasya'dan başlattı.



Sonra Sivas, Samsun…



16 Nisan kampanyasında çok az miting yapan Kılıçdaroğlu'nun ilk ayak bastığı yer yine Amasya olmuştu.



Sebep belli.



Mustafa Kemal'in 1919'da başlattığı Kurtuluş Savaşı mücadelesini birebir taklit ediyor CHP Genel Başkanı.



Bu da ne demek oluyor?



Demek ki kafasında, tıpkı şu yukarıda saydığım milletvekilleri gibi, Türkiye'nin 1920 şartlarında olduğu, ülkenin kurtarılması gerektiği düşüncesi var.



Aynı duygu iklimi Deniz Baykal için de söz konusu.



Gittiği yerlerde,

“Hayır çıkarsa, evetçileri denize dökmüş gibi sevineceğiz

” deyip duruyor.



Yalnız, bu kafa yapısındaki çarpıklık, maraz hali şu:



Bu adamlar, Kurtuluş Savaşı'nın okumasını en olmayacak yerden yapıyorlar.



O günün Anadolu hareketinin nitelikleri, 100 yıl önce emperyalizme karşı verilen mücadele, bugünkü CHP kafasıyla hemen hiç örtüşmüyor.



Suni bir propaganda olarak karşımızda duruyor, kabak gibi de sırıtıyor.



Büyük bir pervasızlıkla Yunan ordusu ile yan yana koydukları geniş kitleler ise, bugünün emperyalistlerinin niyet okumasını çok daha iyi yapıyor, çok daha sağlam bir direniş hattı oluşturuyor.



CHP'NİN TRAVMASI İKTİDARI KAYBETMEKTEN İBARET


Şimdi bu çarpık ruh halinin bir analizini yapmak lazım.



Türkiye'de özellikle son on yıl içerisinde, reformlarla, halk oylamalarıyla, özünde CHP'ye çalışan

'asıl iktidar alanı'

ciddi anlamda zemin kaybetti.



Ordu, yüksek yargı, MGK üzerinden şekillendirilen

'yarı gizli'

iktidar alanı, millet iradesi güçlendikçe sık sık mevziyi terk etmek zorunda kaldı.



Sözün burasında Baykal'ın, CHP'nin başında olduğu dönemlerde zaman zaman dilendirdiği şu meşhur sözünü hatırlayalım:



“Her partinin bir sayısal ağırlığı, bir de siyasal ağırlığı vardır. CHP siyasal ağırlığı olan bir partidir.”


Bu şimdi ne demek oluyor?



Cumhurbaşkanı bizden, MGK bizden, askeri bürokrasi, yüksek yargı bizden.



Bu durumda, biz zaten iktidarız, sayısal ağırlığıyla iş başına gelen siyasi partiler ise (AK Parti) bizim çizdiğimiz sınırlara tabi olmak zorunda.



Denize dökmekten bahsederken, dış ses,

“Türkiye 1920 şartlarını yaşıyor”

derken, iç ses,

“peyderpey bu iktidar alanını kaybediyoruz, söz hakkı millete geçiyor”

demeye getiriyor aslında.



Bir ay kadar önce AB Bakanı Ömer Çelik, bir sohbet sırasında güzel bir tarif yapmıştı.



“Biz 2002'de işbaşına geldiğimizde 'devleti tanımıyorsunuz, zamanla tanıyacaksınız' diyorlardı. Meğerse devleti tanımaktan kast ettikleri şey, vesayet rejiminin sınırlarına tabi olma talebinden ibaretmiş”.


27 MAYIS PARANTEZİNİ KAPATMAK


Başbakan Binali Yıldırım geçen gün Adnan Menderes'in memleketi Aydın'da idi.



Galiba Aydın için saklanmış olan şu önemli cümleyi orada sarf etti:



“16 Nisan'da 27 Mayıs parantezini kapatıyoruz”


Pazar günü yapılacak olan halk oylamasının ana hedeflerinden biri gerçekten de burası.



17 Nisan sabahına evet sonucuyla uyanırsak, CHP'nin sık sık terk edip geri dönmeye çalıştığı mevzi düşecek.



Bu mevziye geri dönme umutları iyice azalacak.



Çünkü artık patron millet olacak.



İyi ihtimal; milletin patronluğu, CHP'yi bu fantastik dünyadan uzaklaştırıp, değerlerle barışık bir çizgiye getirebilir.



Zira, yüzde 50 artı 1 oya talip olmanın zorunluluğu diye bir gerçeklik olacak karşımızda.



Bütün dünyasını, bütün siyasi kariyerini 27 Mayıs düzenine borçlu olan Deniz Baykal'ın

“Hayır çıkarsa evetçileri denize dökmüş gibi sevineceğiz”

demesinin gerekçelerini de buralarda bir yerlerde aramak doğru olacaktır.



Zira, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası

“FETÖ'cüler temizlensin sonra devlet bize kalsın”

cümlesi, özünde 27 Mayıs ruhunun metastaz yapmış halinden ibarettir.



O düzeni yeniden tahkim edip, memleketin geleceğine yeniden ipotek koymak istiyorlar.



Şimdi eğer 16 Nisan akşamı sandıktan evet sonucu çıkarsa,

“Tayyip Erdoğan varken olmuyor ama sonrasında bu tahkimatı yine biz yaparız”

ümitleri suya düşmüş olacak.


#CHP
#15 Temmuz
#27 Mayıs
#FETÖ
7 yıl önce
Neden saçların beyazlamış arkadaş
Kara dinlilerle milletin savaşı
NATO'nun yeni stratejisi ve Türkiye
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’