Akif’in küstürülmesi herkes için kayıptı: “Mehmed Akif” romanını yazan Ali Emre’yle kitabı konuştuk

Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyubi ve Baybars’ı merkeze alan üçlemesiyle dikkat çeken Ali Emre’nin yeni romanı 'Mehmed Âkif'. Akif’in 14 asırlık İslam tarihinde bir şair olarak benzerinin olmadığını ifade eden Emre, “Küsmesi, küstürülmesi, hayatın taşrasına itilmesi herkes için bir kayıp oldu” dedi.

Sevda Dursun Yeni Şafak
“Mehmed Akif” romanını yazan Ali Emre’yle kitabı ve Milli Şairimizin hayatına etki eden olayları konuştuk.

Şair ve yazar Ali Emre, doğumunun 150. yılında Mehmet Âkif’i kaleme aldığı romanıyla yâd ediyor. Daha önce Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyubi ve Baybars’ı merkeze alan üçlemesiyle dikkat çeken Emre’nin yeni romanı, Mehmet Âkif’in hayat hikâyesinde fazla öne çıkmayan noktalara dokunuyor. Alaz Kitap’tan çıkan, yer yer duygu ağırlıklı, şiirsel bir dille yazılan roman; Akif’i sadece Safahat şairi olarak değil, merhametli bir talebe, zor zamanlarda mücadele eden fedakâr bir önder, eziyetlerden yakasını kurtaramayan bir gönüllü ve ızdırap çeken bir babayı anlatıyor.

Birçok yönden kendisine yakın bulduğu Âkif’e yönelik sevgi ve hürmetini bir eserle de ifade etmek istediğini söyleyen Ali Emre, “Başka özellikleri bir yana, bence, 14 asırlık Müslümanlık tarihinde bir şair olarak benzeri yok” dedi.

OĞLU EMİN EN BÜYÜK İMTİHANI

Her biri kendi içinde beş alt başlık içeren altı ana bölümden oluşan romanda, Âkif’in hayatı on beş yaşından vefatına kadar işlenmiş. Her bölümün sonunda, yaşanan döneme ve mütefekkir-şairin hayatına tanıklık eden önemli bir ismin konuşturulduğu eserde, oğlu Emin’e söz verdiği kısmı Ali Emre şu ifadelerle anlatıyor: “Büyük oğlu Emin, Âkif’in en büyük imtihanlarından biriydi. 12 yaşında babasıyla savaşa koşan, cephe cephe gezen, büyük adamların arasında yetişen çocuk, yaşı ilerledikçe derdini, haylazlığını, talihsizliğini de büyüttü. Düzelmek ve yeni bir başlangıç yapmak için 26 yaşında Türkiye’ye gelip askere gittiğinde, ülkede bir tür erken 28 Şubat yaşanıyordu, ama daha yakıcı ve şiddetli. Askerde Kur’ân okuduğu ve birkaç kişiye tefsir yaptığı için suçlandı, dövüldü, irtica suçlamasıyla divanı harpte yargılandı, eziyete maruz kaldı. Kendisine ve çevresine zarar verdiği için yemeğine ilaç katıldığına, morfin verildiğine, uyuşturucuya alıştırıldığına dair iddialar, ifadeler var. İleride daha kötüsünü yaşayacağı sıkıntıların, askerlikte ve hapiste karşılaştığı kötü muameleden kaynaklandığını da akılda tutmak gerekiyor.”

AİLESİYLE İLGİLİ BÖLÜMLER ZORLADI

  • Ali Emre yazarken en çok zorlandığı kısımların ailesiyle ilgili bölümler olduğunu söylüyor. Diğer taraftan, Mısır’daki evinin ‘çölde bir kabristan’a döndüğünü belirten ve Âkif’in küsmesinin, küstürülmesinin, vatan haini muamelesi görmesinin, hayatın taşrasına itilmesinin herkes için bir kayıp olduğunu belirterek, “Devlet bir taraftan okullarda onun yazdığı marşı okuttu fakat bir taraftan da bu büyük adama eziyet etti” ifadelerini kullanıyor.

ONUN İÇİN NE YAPSAK AZ

Emre’nin, bölüm sonlarında konuşturduğu kişilerden biri de Mustafa Kemal Paşa. Romanda Âkif’le olan netâmeli ilişkisi dikkat çekici. Ali Emre, “Mustafa Kemal Paşa, farklı ve Batıcı bir anlayış geliştirirken, yüksek bir seciyeye, esere ve gençlik idealine sahip olan Âkif, manevi olarak onu rahat bırakmaz. Düşünceleri çok yakın olmasa da yüksek ahlakından ve duruşundan bir insan olarak o da etkilenir. Osmanlı’dan kopuş sürecinde de etkisini üzerinde hissettiği için onun önünü kesmiş hatta eziyet görmesine yol açmıştır. Kitabın son bölümüne ‘İrtica 906’ dosyasıyla ilgili gelişmeleri de aldım. Mısır Apartmanı’na girip çıkanlar, ona selam verenler bile takip edilmiş. Buna rağmen, ‘Âsım’ın nesli’ idealiyle büyüyen az sayıda insanın da gayretiyle, tekrar kürsüye çıktığını, halk içinde halkla beraber yürüdüğünü söyleyebiliriz artık. Onun için ne yapsak az şüphesiz” diyor.

Bir edibin edep dolu yaşamı: Mehmet Akif Ersoy