Eserlere saldırı sanatçıları böldü

Çevreci aktivistler, paha biçilemez sanat eserlerini hedefine alan eylemlerle doğaya ve iklim krizine dikkat çekmeye çalışıyor. Süleyman Saim Tekcan ve Hüsamettin Koçan, bu eylemleri kabul edilemez bulurken, Mahmut Celayir ve Engin Beyaz eserler zarar görmediği sürece aktivistliğin sanata dahil olabileceğini düşünüyor. Gülseren Südor ise “Bu eylemler için sanat eserlerinin araç olarak kullanılması aslında toplumun dikkatinin sanat eserlerinde olduğunu gösteriyor” diyor.

Latife Beyza Turgut Yeni Şafak
Sanat eserlerinin aktivistlerle imtihanı.

Dünyaca ünlü ressamlar Leonardo da Vinci, John Constable, Picasso, Vincent Van Gogh ve Claude Monet de çevre örgütlerinden nasibini aldı. İlk kez geçtiğimiz Mayıs ayında iki çevre aktivistinin 16. yüzyıldan kalan ve kurşun geçirmez camla korunan Leonardo da Vinci’nin “Mona Lisa” tablosuna pasta fırlatmasıyla başlayan sanat eserlerine yönelik saldırılar devam ediyor. Çevre ve iklim aktivistlerinin “İnsanlığın ortak mirasını korumak için gösterdiğimiz özeni gezegenimizin korunması için de gösteriyor muyuz?” argüman ile düzenlediği saldırılar ekim ayına gelindiğinde ise dozunu iyice artırdı. “The Hay Wain”, “Kore’de Katliam” “Ayçiçekleri”nin ardından aktivistlerin son hedefi Claude Monet’in 2019’da 110 milyon dolara satılan “Tahıl Yığını” adlı tablosu oldu.

İklim krizinin eşiğinde bir dünyada yaşadığımızı ve birlikte doğa için bir şeyler yapmamız gerektiği konusunda hemfikiriz. Ancak konuya dikkat çekmek için seçilen yöntemler, başta müzeler ve sanatçılar olmak üzere pek çok kişiyi tedirgin ediyor. Biz de sanatçılara “Sizin eserlerinize böyle bir saldırı olsa ne düşünürsünüz?” diye sorduk. Sanatçıların kimi bu tür eylemleri kabul edilemez bulurken kimisi “Neden olmasın?” diyor. Söz şimdi sanatçılarda:

SALDIRIYI ESERİME HAKARET GÖRMEM

Ben aktivistlerin, çevreci bir anlayışla eyleme kalkışmalarını ve savundukları şeyi doğru buluyorum. Tabii ki doğayı korumak, daha az tüketmek ve bu konuda hassas olmak gerekiyor. İklim krizinin eşiğinde olduğumuz bugünlerde büyük bir duyarsızlıkla karşı karşıyayız. Herkes şikâyet ediyor ama kayda değer bir adım atılmıyor. Çünkü büyük ve kapital güçler bu durumu değiştirmek istemiyor. Burada vatandaşların ve aktivistlerin yapabilecekleri şeyler de sınırlı.

Benim eserime böyle bir eylem yapılsa, patates püresi veya domates sosu fırlatılsa sanıyorum çok büyük bir tepki vermem. Bir elime bezi alır ve temizlemeye başlarım. Bu durumu kendime veya eserime bir hakaret olarak görmem. Bilinen ve tanınan bir ressam olduğum sebebiyle böyle bir eylem için seçilmiş olduğumu düşünürüm. Dikkat çekmek amacıyla yapılmış olabileceğini anlarım. Bu eylemler sanat eserini imha noktasına gelmemiş ise bir noktaya kadar anlaşılabilir.

Monet2in eseri metalaştırıldı

Kaldı ki günümüzde bazı eserlere aşırı şekilde pahalar biçiliyor. Sanat eseri olmaktan çıkarılarak metalaştırılıyor. Yüksek fiyatlarla satılıp alınan metalar olarak kapitalist bir çarkın dişlilerinden biri oluyor. Claude Monet’nin 110 milyon dolara satılan “Tahıl Yığını” tablosu buna bir örnek olabilir. Demek ki bu tepkiler de yerini bulmuş ki bu kadar ses getiriyor.

Saldırıların sebebi kültürel yoksunluk

Çağımızın yoğunluklu olarak gündeme getirdiği ve tartışmalı konulardan biri bu. Çok seçenekli düşünememenin ve sıkışmanın getirdiği bir sonuç olduğunu düşünüyorum. Onun için bu tür eylemleri şaşırtıcı biçimde mazur gören görüşler de var. Doğaya sahip çıkmak bizim görevimiz, doğa olmadan olmaz. Zaten başımıza gelenlerin hemen hemen hepsi doğayla olan ilişkimizin daha endüstriye dönüşmesiyle şekillendi. Biz aslında doğayı yönetebilirsek insan için daha güzel bir gelecek olduğunu düşünüyorduk. Ancak bunun dengesini kaçırdık ve yok etmeye yöneldik. Bu durum karşısında öncelikli olarak söyleyebileceğim şu: Bir iyi için öteki iyiyi kullanmamak gerekiyor, hele ki onun doğasına aykırı olarak hiç kullanmamak gerekiyor.

Bu eylemciler hastalıklı kimlikler

Bu tarz eylemlerin nedenlerinden bir tanesi, hastalıklı kimliklerdir. Bu kimlikler her şart altında dikkat çekmek isterler. Ama ben doğaya dikkat çekmek için sanat eserine saldırmayı başka bir anlamda “tahripçilik” olarak adlandırıyorum. Bu eylemin sebebi doğa bile olsa hiçbir insani ve pozitif bir yanı yoktur. Ben eylemin arkasında kültürel derinlikten yoksunluk görüyorum, tek boyutluluk görüyorum. O teklik zaten bizi, çoğulcu toplumdan ve derinlikli bir kültürden mahrum ediyor diye düşünüyorum. Buradaki madde, patates püresi veya pasta olabilir, ayrım yapmak gereksiz. Eninde sonunda sanat eseri doğası ve derinliği dışında bir takım davranışlarla rahatsız ediliyor. Üstelik bunu da müzede yapıyorlar. Sağlıklı bir bünyenin bu tür değerlere daha hassasiyetle yaklaşması gerekir. Dikkat çekmek çağımızın hastalığı. Bu örgütlerin kullandığı yöntem biraz daha anarşistçe bir yöntemdir. Bunun objesi de öznesi de sanat eseri olmamalıdır. Bu mesele eserlerin güvenlik meselesinden çok kültürel bir mesele. Sanattan yeteri kadar sevgi ve barış çıkaramayan insanların cehaletinden kaynaklanan bir durum. Onun için bence öncelikli olarak sorgulanması gereken “Niçin sanat eserinin olduğu bir yerde böyle bir davranışta bulunulur?” sorusudur. Sonra güvenlik aşma meselesi tabi ki tartışılacaktır. Ama her şeyi büyük güvenlik önlemleriyle de koruyamayız. Keşke dünya öyle bir hale gelse ki sanat eserleri hayatımızın ayrılmaz bir bütünü olsa.

Onların da yaptıkları aslında bir sanat

Söyleyecek fazla bir şey yok. Bütün bu yapılanlar aslına bakarsanız sanatın bir parçasını oluşturuyor. Bana göre bu performansı yapanlar da sanat yapıyorlar ve bu sanatı yine bir sanat eseri üzerinden yapmaları da güzel. Tabloları neye göre belirlediklerini bilemiyorum. Ama bilinçli tercih ediyorlarsa bu da çok iyi. Üstelik esere zarar vermeyecek maddeler kullanmaları önemli. Amaç esere zarar vermek ise elbette durum farklı olurdu. Bu aktivistler, “İnsanlığın ortak mirasını korumak için gösterdiğimiz özeni gezegenimizin korunması için de gösteriyor muyuz?” sorusu ile yola çıkıyor ve eserlere zarar vermeyecek maddelerle bu işi yapıyor. Bu anlamda iklim mücadelesine karşı en dikkat çekici eylemlerden birine imza attılar. Bu tarz eylemlerle kesinlikle eserin de yaşadığını ve daha gür bir sesle bir şeyler söylemeye devam ettiğini düşünüyorum. Bana göre hiçbir sanat eseri bitmemiştir. Evet, bazı egosu güçlü sanatçılar var ve eserlerinin bıraktıkları gibi kalmasını isteyebilirler. Ama eser sergiye çıktıktan sonra izleyicinin yani alıcınındır.

Bu tarz eylemlerden biri benim eserlerime yapılsa eğer benim eserimin bir parçası olabilecek bir müdahaleyse kalabilir. Ancak patates püresi ya da pasta gibi bir şey ise temizlenmesini isterim. Çünkü eser, orada o eylemle bir şey daha söylemiş olarak görülür. Söylem bittiğinde önceki var olduğu haliyle kalmasını isterim.

Sanata değil insana saldırı

Bu tarz eylemlerin sanat eserine değil, insana saldırı olduğunu düşünüyorum. İnsan dediğimiz yaratığın her türü var. Bir türü de kötülük yapmak için. Bu kötü insana eyleminin nedenini sorduğunuz zaman belki bin tane sebep sıralayabilir. Örneğin iyi resim yapamıyor, ilgi göremiyor ise bu durumun doğurduğu bir kıskançlık ya da insanların müzeyle ilişkisine dair bir kıskançlık olabilir. Bu durum her ne sebeple olursa olsun elbette bizim, yani sanatçıların kabul edebileceği bir durum değil. Benim eserime birisi saldırsa elbette üzülürüm. Aynı şekilde benim dışımdaki bir sanatçının eserine saldırmaları da yine beni üzecektir. Ki burada bahsettiğimiz isimler dünya çapında önemli sanatçılar.

Ruh sağlığı bozuk insanlar

Sanat eserlerinin gayet iyi şartlarda korunması ve sergilenmesi ile çevreye karşı duyarsız davranılması birbiri ile karşılaştırılabilecek şeyler değil. Böyle bir düşüncenin bir mantık taşıması mümkün değil. Her şeyin ötesinde insanların bir başka kişiye olan veya onun eserine olan saldırısı, ruh sağlığı bozuk insanların yapabileceği şeyler. Geçmişte bu tarz eylemler bazı dini sebeplere dayandırılarak yapılıyordu. Özellikle Orta Doğu’da resim, heykel gibi sanatların put sayılarak engelleniyor, yok ediliyordu. Bugün bu insanlar belki başka bir sebeple bunu yapıyorlar ama her ikisi de kabul edilir değil.

Saldırdıkları eserlerin sanatçıları bugün yaşamıyor. Ama bana sorarsanız sanatçı öldükten sonra eserleriyle yaşayan, ölümsüz olan bir kişilik. Bu ölümsüzlükleri de belki birilerini rahatsız ediyor olabilir. Ne yazık ki ülkemizde bu denli büyük müze yok, onun için bizde olacak bir olay değil. Bu anlamda da seviniyorum.

Patates resme iyi gelir

Bir sanatçı olarak sanat eserlerine yapılanlar beni üzdü ama bir yandan da şöyle bir şey düşündüm: Demek ki sanat eserleri toplumun çok gözü önünde. Bu eylemler için sanat eserlerinin araç olarak kullanılması aslında toplumun dikkatinin sanat eserlerinde olduğunu gösteriyor. Eskiden insanlar devlet kapılarına giderek bir şeyleri protesto ederlerdi. Ama demek ki bugün sanat eserleri toplumların göz önünde. Ve kültürel varlığı doğadaki toprak kadar, su kadar, hava kadar önemli. Vincent Van Gogh’un eserinin önünde bir cam var bu nedenle atılan madde esere zarar vermedi. Sadece az miktarda çerçevesine gelmiş. O da tamir edilemez bir şey değil. Bir diğer eylemde de patates püresi kullanıldı. Patates, iyi gelir resimlere. Biz resimleri patatesle temizleriz. Tabii ki aktivistlerin yaptıkları çok da alkışlanacak şeyler değil, öyle de algılanmasın. Sanat eserlerini araç olarak kullanmaları eğitim düzeylerini gösteriyor. Demek ki onlar da biliyor ki sanat eserleri dikkat çekiyor. Böyle bir durum benim eserimin başına gelse ne düşünürüm. Şöyle anlatayım, epey bir zaman önce görsel sanatlar alanında bir polemik vardı, sergiden bir resim çalınmıştı. “Demek artık resim bile çalınabilir nesne oldu” denmişti. Ben de demek ki eserim değer buldu diye düşünürüm. Eserime de zarar verilmediği sürece çok kötü bakmam, olumsuz bakmam. Çok önemli bir konuya parmak basıyorlar. Bu konuyu halkın da gözünün önüne çekiyorlar. Ben aktivistlerin kötü bir niyetle yaptıklarını düşünmüyorum. Bir kere seçtikleri eserlere bakın. Hem sanat tarihine mâl olmuş son derece değerli eserler hem de maddi değeri yüksek eserleri seçiyorlar. Kırmadıkları, dökmedikleri sürece gayet olumlu bakıyorum.

Güvenlik konusunda hassasız

R. Ruveyda Okumuş

Müzemizde böyle bir vandallıkla karşı karşıya kalacağımızı düşünmüyorum. Ekolojik sorunlara ilgi gösteren ve bu konuda duyarlılığı yüksek kişilerin, kültür varlıklarına ve sanat yapıtlarına zarar vermeyeceğine inanıyorum.

Müzemizdeki eserlerin güvenliği konusunda da son derece hassasız. Girişte ziyaretçilerimiz ve çantaları, X-Ray kapısından ve çanta kontrol cihazından geçiriliyor. Ayrıca, bilgisayara bağlı termal kamera, müzeye her giren ziyaretçinin hem ateşini ölçüyor hem de görüntüsünü kaydediyor. Vitrin dışında teşhirdeki eserler ise sergi salonlarımızı hem resepsiyondaki bilgisayarlara hem de güvenlik odasındaki görevlilerin bilgisayarlarına, her açıdan gösteren ve bu görüntüleri kaydeden yüksek çözünürlüklü dijital kameralarla, eğitimli güvenlik personeliyle, güvenlik bariyerleriyle, eserlere iliştirilmiş alarm enstrümanlarıyla ve müzedeki genel alarm sistemiyle korunuyor.

Bu tür eylemler aslında en fazla çevre hareketlerine zarar veriyor. Çevre sorunlarına dikkat çekmek adına yapılan bu eylemlerin taraftar bulması, onaylanması mümkün değil. Bu tür vandallıklar çevre hareketlerini daraltıcı bir niteliğe sahip.

Sanat eserlerine telafisi mümkün olmayan zarar verme ihtimaline karşı müzeler güvenlik önlemlerini daha fazla artırma yoluna gidecektir. Bu tür eylemler destek bulamadığı, tam tersine tepkiyle karşılandığı için yayılmayacaktır diye düşünüyorum.

İklim aktivistlerinden 110 milyon dolarlık tabloya patates püreli saldırı

İklim aktivistleri eylem yaptı: İnci Küpeli Kız tablosuna kendini yapıştırdı

Hollanda'da iklim aktivistleri, “İnci Küpeli Kız” tablosuna kendilerini yapıştırdı.