Haksızlık karşısında susanlardan olmayalım

Psikolog Elif Turan “Havai Fişekler” isimli kitabında Kajoon ve ailesinin savaştan kaçıp Türkiye’ye uzanan göç yolculuğunu anlatıyor. Turan, “Bir zulmü durduramıyor-sanız, onu herkese duyurun düsturuna göre hareket etmek ve haksızlık karşısında susanlardan olmamak için bu kitabı yazdım” diyor ve ekliyor: “Çocuklara kimsenin kimseden üstün olmadığını öğretmek zorundayız. Bu hepimizin bir borcu.”

Dilber Dural Yeni Şafak
Psikolog Elif Turan.

Psikolog Elif Turan’ın kaleme aldığı, Merve Ergenoğlu’nun resmettiği “Havai Fişekler” isimli kitap geçtiğimiz aylarda Damla Yayınları etiketiyle okuyucusuyla buluştu. “Kitaplarımı büyümüş ve büyümekte olan çocuklar için yazıyorum” diyen Turan, Havai Fişekler kitabında dört kişilik bir ailenin zorunlu göç hikâyesini anlatıyor. Arapça, İngilizce ve Türkçe olmak üzere üç dile çevrilen kitabın Malayca ve Arnavutça dilleri ise şu an çeviri aşamasında. Turan ile Kajoon’un hikâyesini konuştuk.

Kajoon ve ailesinin hikâyesine yer verdiğiniz “Havai Fişekler” kitabı ile okuyuculara ne anlatmak istediniz?

Üniversitede lisans tezimi “Türkiye’de Yaşayan Suriyelilere Karşı Hissedilen Duygusal Mesafe ile Türk Vatandaşlarının Kimlik Özellikleri Arasındaki İlişki” üzerine çalıştım. Üniversiteden mezun olduğum sene de IOM’de (Uluslararası Göç Örgütü) çalıştım. Yerinden edinilmiş insan topluluklarıyla çalışan bir kuruluş. Çalıştığım proje bir veri tabanı projesiydi, sahada insanlarla birebir konuşuyorduk. Fatih’te dört kişilik bir ekiptik. Tek Türk bendim. Bir yıl boyunca çay içerken muhabbetlerimiz, “Nasıl geldin?”, “Hangi yoldan geldin?”, “Kim getirdi?, “Burada nerede kaldın?” şeklindeydi. Çok fazla geliş rotası dinlediğim, beni etkilediği ve aklımda yer ettiği için çocuklara belli bir düzeyde bir şeyler anlatmak istedim. Gittiğimiz yerlerde kimileri Suriyeli olduğunu düşünmeden sözlerini hiç sakınmadan ırkçı söylemlerde bulunuyordu. Arkadaşlarım da aksanları belli olacak diye bilerek konuşmuyorlardı. Onlar için o an hiçbir şey yapamamıştım. Benim görevim sadece veriyi almak ve veriyi iletmekti o an. Sizi hiç tanımayan, sizin geri gönderilmenizi, aç bırakılmanızı asla buraya getiril-memeniz hakkında birilerinin bir şeyler söylediğini düşünün. Çok mahcup oluyordum. Bir zulmü durduramıyorsanız, onu herkese duyurun düsturuna göre hareket etmek ve haksızlık karşısında susanlardan olmamak için ben de bu kitabı yazdım. Onlara olan borcumu ödeyebilmek için bir kitap yazmak istedim aslında. Bu kitapla belki de borcumu ödemişimdir.

ÇOCUKLARA KİMSENİN KİMSEDEN ÜSTÜN OLMADIĞINI ÖĞRETMELİYİZ

Biz aslında hep sayılarla, rakamlarla konuşuyoruz. Ama burada dört kişiden oluşan bir ailenin en yakın gözle başka bir ülkeye gitmeye nasıl karar verdiklerini, ne kadar zorlanarak geldiklerini, nelerle karşılaştıklarını anlatmak istedim. Bunu isim vererek anlattığımız zaman daha etkili olduğunu düşünüyorum. Kajoon ve ailesinin savaştan kaçıp Türkiye’ye olan göç yolculuğunu anlattım ben de. Olay Suriye’de geçiyor ama kitapta Suriye olduğuna dair bir şey yok. Çünkü tek bir yere indirgemektense bu şekilde ülkesinden göç etmek zorunda kalan birçok insan var. Çocuklarımızda dünyanın gerçekliklerinden tamamen bağımsız yetiştirebileceğimiz, bir fanusun içinde büyütebileceğimiz canlılar değiller. Bir şekilde yetişkin olacaklar. Çocuklar büyürken kimsenin kimseden üstün olmadığını onlara öğretmek zorundayız. Bu hepimizin bir borcu.

SAVAŞA RAĞMEN SON ANA KADAR MÜCADELE EDİYORLAR

Peki olay örgüsünü nasıl kurdunuz?

Aslında insanlar savaşa rağmen yaşadıkları yerde son ana kadar kalmak istiyorlar. Baktığımızda onları gelmeleri için tetikleyen bir şey oluyor. Muhammed diye bir arkadaşım vardı, bir dönem askerlik yaptıktan sonra kaçmaya karar vermişti. “Çünkü savaştığım insanlar da benim akrabalarım. Ben onları öldürmektense, onlarla savaşmaktansa kendi hayatımı kurtarmak istedim” demişti. Son ana kadar kalmıştı, mücadele vermişti. Önce insanların orada bir hayat sürdüklerini, mecbur kaldıklarını ve son ana kadar onları tetikleyen olaylardan sonra istemeyerek, ülkelerini bırakmak zorunda olduklarını anlatmak istedim. Kajoon de orada mesela okula gidiyor, ailesiyle yemek yiyor, evine geliyor. Normal bir çocuktan herhangi bir farkı olmayan bir çocuk resmedildi. Onu korumak isteyen bir ailesi var. Artık bu bombalar, bulundukları ve yaşadıkları çok yakın bir yere düşmeye başlayınca ailenin babası yaşadıkları bölgeden göç etme kararı alıyor. Öncesinde zor da olsa bulundukları yerde bağlarını sürdürmek istiyorlar. Olayı bu şekilde kurdum.

Neden havai fişekler metaforunu kullandınız?

Havai fişekler kullanmamızın sebebi, gürültü açısından ona benzemesi. Tabii görüntü itibarıyla biraz daha sevimli gelmesi açısından kullandık. Bunu da şu şekilde düşünmüştüm. Kitabı yazdığımda kızım yeni doğmuştu, daha bebekti ve her sesten korkacağını, her ani bir sesten tramvatize olduğunu düşünüyordum. O zamanlar gündemimizde de Kudüs’e atılan bombalar vardı. Oradaki çocuklarla, orada yaşayan insanlarla yaptığım fazla empati sonucunda böyle bir şeye karar verdim. Dedim ki “Ben orada yaşayan bir anne olsaydım, çocuğumu korumak için bu sesleri nasıl kamufle ederdim? Ya da bunu nasıl anlatırdım? Onu bundan nasıl koruyabilirim?” Bu şekilde düşündüğüm için havai fişekleri kullandım.

Her havai fişek patladığında aslında bombalar atılıyor. Ama çocuklar gülümseyerek tepki veriyorlar. Hatta aralarında oynadıkları bir oyun var. Dilek tutuyorlar. Ne istiyorsun diye soruyorlar. Çocuklar pamuk şeker, çikolatalı pasta, fıstıklı dondurma istiyor. Ailesi bu şekilde öğretmiş. Daha sonra başka çocukların olduğu bir yere gittiklerinde okullarının yanına bir bomba düşüyor. Böyle bir sese maruz kalıyorlar. Herkes kaçışıyor, bağrışıyor. Sadece bizim hikâyemizin kahramanı olan Kajoon ve kardeşi öyle tepki vermiyor. Çünkü onlara o şekilde öğretilmemiş, onlar dilek tutmaya başlıyorlar. Öğretmenleri masalarının altına girmelerini söylüyor ama onlar cama çıkıp bakmak istiyorlar. Çünkü hiçbir zaman göremiyorlar havai fişekleri. Eve gittiklerinde de yaşadıkları bu durumu ailesine heyecanla anlatıyorlar. “Bugün ne oldu biliyor musun baba? Bugün havai fişekleri çok güçlü duyduk” diyorlar. Ailesine anlattıkça çok güçlü bir ses duyduklarını ailesi o an karar veriyor artık gitmeleri gerektiğine. Olay bu şekilde devam ediyor. Yani bir anne baba çocuklarını savaştan nasıl koruyabilir? Bunu anlatmaya çalıştım.

DEPREM ÇOCUKLARA İKİNCİL BİR TRAVMA YAŞATTI

Merkez üssü Kahramanmaraş olan depremler, 11 ilimizi etkilerken Suriye’yi de vurdu. Depremin Suriye’de yaşayanlar ve çocuklar üzerindeki etkisi nedir? Nasıl değerlendirirsiniz?

6 Şubat’ta Suriye’yi etkileyen depremin bölgedeki çocuklar üzerinde şüphesiz önemli bir etkisi oldu. Doğal afet zamanlarında çocuklar en savunmasız, kırılgan gruptandır. Ne olduğunu anlamlandırmada zorluk yaşadıkları için çok daha yoğun korku ve kaygı hissederler. Suriyeli çocuklar halihazırda devam eden bir çatışmanın içinde yaşadıkları için zaten travma yaşıyorlar. Deprem onlara ikincil bir travma yaşattı. Sonrasında çoğu gerekli destek ve psikolojik ilk yardımdan mahrum kaldı. Depremin yıkıcılığının üzerlerindeki etkisi zamanla azalsa dahi çatışmalar devam ettiği için rahatsız edici anıları tetiklenmeye devam edecek. Bu durum iyileşmelerine de ket vuracak. Dolayısıyla depremden sonra yaşanacak çeşitli psikolojik semptomların, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu gibi, daha derin ve uzun vadeli olacağını söyleyebiliriz. Suriyeli çocuklara yaşadıklarıyla baş etmelerini sağlayacak destek araçlarını vermeliyiz. Bütün çocukların kendilerini güvende hissedecekleri bir ortama, bakım verenleri tarafından gerekli duygusal desteği almaya ihtiyaçları var. Hikayeleştirme metoduyla yaşadıklarını anlamlandırmalarına yardımcı olabiliriz. İstikrar duygusu yaratmak, onları duygularını ifade etmeleri için teşvik etmek, dirençlerini artırmak sıkıntılarını azaltmada faydalı olacaktır.


Yedi Güzel Adam’a dair birkaç söz

Rasim Özdenören’in ilk ve son öyküleri

Şiirin sesine ses ver