Kitap okuyamıyorsanız, insan okuyun!

04:005/03/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Yine gençlerle buluşmadaydım geçtiğimiz günlerde. Farklı şehirlerde, bazen okullarda, bazen derneklerde, vakıflarda, zaman zaman da kültür etkinliklerinde... Diğer pek çok yazar çizer gibi konuşmaya çalışıyorum. Yıllarca buna yanaşmamamın sebeplerinden biri, yazarın yazdığını anlatmasının hem gereksiz, hem de yazının anlamını eksilten bir eylem olduğunu düşünmemdi. Yazan biri, ille de konuşmak durumunda değildi ki.



Gelgelelim, özellikle gençlerle yüz yüze gelmenin ve konuşmanın önemi, o anda doğaçlama olarak bir başka metni yazıp okumanızı gerektiriyor. Önceden yazdıklarınızı değil. Bunu keşfettikten sonra, nefsime eskisi kadar ağır gelmemeye başladı konuşma etkinlikleri. Tanışmanın, bakışmanın, göz göze gelmenin, gönülden gönle yollar yapmadaki önemini her vakit teslim etmiş biriydim en azından. Birkaç yıldır katmerleniyor.



***


Yazarların gençlerle konuşma etkinliklerini düzenleyen 'büyükler', onların okumamasından şikayetçiler hep. Söz dinlemeyip her şeye itiraz etmelerinden de çok şikayetçiler. Bir de tembel ve sorumsuz olmalarından. Bu kez de benzer bir şey oldu. Konuşmadan önce okulun öğretmenleri, müdürleriyle sohbet ettik ve sosyolojik olarak çoktan beri bir olguya dönüşmüş aynı meseleleri konuşup dertleştik:



“Bu çocukların kızıp öfkelendikleri zaman kullandıkları sözler bile memleketteki hangi okula giderseniz gidin, hangi kesimden, aile yapısından olursa olsun artık hep birbirinin aynısı oldu” dedi müdire hanım. Evet dedim, zira artık ebeveynleri de öğretmeleri de eğitemiyor çocukları. Onlara tektip bir terbiye veren (içinde terbiye olduğu tartışılır) sadece medya ve sosyal medya. Aynı dizileri, aynı trend topikleri, aynı konuşma şablonlarını tüketiyor çocuklar. Gençler de böyle. Sonra da bir türlü büyüyemiyorlar!



Yıllardır kullandığım bir terim var; “arzu bebekleri!” Evlenip yuva kuran otuz yaşını geçmiş gençler bir türlü yetişkin olamıyorsa, bunun en büyük sebeplerinden biri, ihtiyaçlarının elan kendi aile büyükleri tarafından karşılanmaya devam etmesi. Kendi ayaklarının üzerinde durmayı öğrenememeleri dışında, bir diğer çok önemli etken de; hiyerarşik yapılanmayı tanımamaları.



“Babalarına, hocalarına, öğretmenlerine, aile büyüklerine hürmet etmeyen, her fırsatta küstah cevaplar veren, söz dinlemeyen, kendi bildiklerini okuyan bu yeni nesillere boşuna kızmayalım” dedim sohbet ederken. “Zira bu düzeni biz kurduk, onları da kendi ellerimizle içine yerleştirdik.”



Yorulmasınlar diye ev işi dahi yaptırmadığımız çocuklar büyüdükçe bir bardak suyu bile getirmekten üşenir oluyorlarsa, dönüp kendimize bakalım. Onlara almayı ve seçmeyi öğrettiğimiz kadar vermeyi, kendini adamayı, başkalarının sorunlarına odaklanmayı öğretmedik. Zannettik ki, ayaklarının üzerinde durmaları için birey olmaları yeterli. Fakat birey olmayı 'ben'ci olmaya indirgedik ve bu yolla kişiliklerini değil sadece egolarını geliştirdik.



Egosu gelişen gençler her şeye itiraz etmeye meyilli, her şeyi kendileri seçmeye ayarlı ve her şeyi kendilerine istemeyi doğal hakları olarak kabullendiler. Onlara ceza vermek ve / veya otoriter davranmak 'modern' anne babalar için ayıp olur dedik. “Kişilikleri özgürce gelişsin” gibi çağdaş söylemlerle onların büyüme çağında fıtraten ihtiyaç duydukları itaat ve hürmet gibi kavramların içini dolduramadık. Toplumsal yapıdaki ast üst ilişkileri artık bugünün normları içinde eşitlik ve özgürlüğe o kadar aykırı bulunuyor ki: Toplumsal barış ve kaynaşmanın özü olan adaleti bizzat bu hiyerarşiyi yok ederek çiğnediğimizi fark edemedik. Şimdi gençleri suçluyoruz durmadan. Söz dinlemiyorlar, tepemize çıkıyorlar, itiraz ediyorlar...



***


Bugünün gençlerinin en önemli özelliklerinden biri, farkındalıklarının sanıldığından yüksek olması. Hem kendileriyle hem çevreleriyle ilgili, son derece şuurlu, yapıcı eleştirilerde bulunabiliyorlar. Bu özelliklerini hayra çevirmek mümkün. Hoyratça yakıp yıkarak muhalefete değil, keşfedilmemiş seçeneklere yöneltebilmek mümkün onları. Nefret üzerinden değil, sevgi üzerinden, ayrışma üzerinden değil, dayanışma üzerinden örgütlenmeye yönlendirebilmek mümkün.



Çünkü bir süredir şunu çok net gözlemleyebiliyorum: Sosyal medyanın onları gerçek hayattan koparıp kendi içlerine kilitlemesi nihayet ters tepti. Gündelik hayatta kendi aralarındaki ilişkilere verdikleri önem, medya ve tüketim kalıplarının da etkisiyle, neredeyse ifrata derecesine vardı! Artık birlikte aktivite yapmaktan, vakit geçirmekten, spor, müzik gibi yararlı bir iş yapmaktan birkaç kuşak öncesinden daha fazla hoşlandıklarını gözlemliyorum.



Şimdi sırada kendini ifade etmek ve karşısındakine duyurmak için eline kamera alan, roman yazmaya çalışan, çalgı çalan, yani icrada bulunma ihtiyacına yeniden dönen gençler var. Onları pasif sosyal izleyici konumundan kurtararak vücutlarıyla yeniden barışma sürecini hızlandırmak mümkün.



İşte bu sebeple onlara “tabii mutlaka kitap okuyun ama birbirinizin sosyal medyada, paylaşım sitelerinde yazdıklarına kilitlenip kalmayın!” dedim. “Dünya edebiyatını, geleneğimizin eserlerini vs okuyun. Eğer hiç kitap okuyamıyorsanız, insan okuyun” diye de ekledim. Madem insan ilişkilerine bu kadar önem veriyorlar, bari örnek aldıkları güzel insanlar bulsunlar. Açıp kapaklarını, sayfa sayfa okusunlar! Ola ki, yaşayan Kuran'dır! Ayağa kaldırır, canlandırır!


#kitap okumak
#Sosyal medya
#modern anne babalar