Asya üzerinde Türk diplomatik kuşağı

Dünya yeniden bir şekillenme süreci içerisindeyken Türkiye, kendi pozisyonunu tayin etme konusunda maddi olarak daha donanımlı ve açıkça daha istekli. Bu nedenle, Ankara’nın askeri, diplomatik ve ekonomik kaynaklarının ona her zamankinden daha fazla serbestlik sağladığı bir zamanda, uluslararası meselelerdeki takınacağı tutum ve alacağı pozisyon daha dikkatle izleniyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Arşiv

Abdulkadir Aksöz

İstanbul Medeniyet Üniversitesi – Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans Öğrencisi

Dünyanın artık iki kutuplu veya tek kutuplu olmadığı konusunda yaygın bir kanaat yerleşmişken ortaya çıkan çok kutuplu düzenin varlığı hakkında belirsizlikler var. Ukrayna’da devam eden savaşın uluslararası toplumda yarattığı derin bölünmeler, tarihsel gerginlikleri ve hesaplaşmaları yeniden gün yüzüne çıkardı. Bu konjonktürde, Türkiye’nin proaktif dış politikası için bölgesel çalkantıların kabuğundan sıyrılması ve Asya üzerinde diplomatik kuşağı genişletmesi gerekmektedir.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin katı veto sistemi, sorun ve tehditleri bertaraf etmek yerine münferitleştirme yoluna itiyor. Süregelen Rusya-Ukrayna Savaşı, Baltık ve Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde psikolojik bir bunalıma sebep olmuş durumda. Böylesi bir vaziyet, bir yandan giderek melezleşen bir uluslararası sistemin altyapısını inşa ederken diğer yandan bazı devletleri panik haline sürüklüyor ve güvenlik başta olmak üzere diplomatik bocalamalara kapı aralıyor. Nitekim ulusal güvenliklerini Rusya baskısı altında tek başlarına sağlayamayacaklarının bilinciyle hareket eden bu ülkelerin Amerika’nın kapısını çalması ve NATO’ya üyelik yoluyla koruma kalkanı umması şaşırtıcı değil. Ancak yüksek beklentilere rağmen ABD’nin ortaya koyduğu diplomatik tutarsızlık ile siyasi duyarsızlık, uluslararası sistemde kendisine biçtiği “doğal koruyucu” rolünden epeyce sıyrıldığını gözler önüne sermektedir. Nihayetinde güvenliğini sağlama konusunda aciz kalan bu devletler için dış politika yapımı daha bağımlı hale gelirken hareket alanları sıkışmaktadır.

BÖLGESEL HAPSEDİLME TUZAĞINA DÜŞMEMEK

Askeri meydan okumaların kapsam ve sıklığı artmışken bölgesel hapsedilme sendromuna yakalanmamak mühim. Zira bu hapsedilme paranoyası, hareketsiz kalmamak adına ortaya konulacak partizan bir diplomasi ve güvenlik yönetimi sebebiyle kabusla sonuçlanabilir. Rusya karşısında hataya düşme olasılığı yüksek devletlerin içine çekildiği girdap böylesi bir senaryoyu masada tutuyor. Unutulmamalıdır ki ürkütücü ve saplantılı öngörüleri mütemadiyen dillendirmek kuşkuyu realize etmektir.

Türkiye açısından değerlendirildiğinde, bölgesel gelişmelerin yoğun mesaisi altında, yüzeysel manevralara endeksli bir dış politikaya tamah edilmediğini belirtebiliriz. Şurası bir gerçek ki, mevcut uluslararası konjonktürün kırılganlığı karşısında dış politikada esnek çok-taraflılığa ihtiyaç duyuluyor. Uzun süreli bir kriz sarmalıyla karşı karşıya iken incelikli bir itidal politikası, Türkiye’nin diplomatik manevra serbestisini arttırabilir. Uluslararası politikanın karmaşık dehlizlerinde kendi ulusal çıkarlarına saha açmak kolay iş değil ancak Asya başta olmak üzere alternatif ilişki ağını genişletmek ve seçenekleri açık tutmak çok değerli.

Ankara son birkaç yıldır küresel diplomasi masasının en çok taktik esnekliğe sahip ülkesi olduğunu kanıtlarken denge politikasına önem verdiğini ortaya koymaktadır. Burada kastettiğim mekanik bir dengeden ziyade ulusal çıkarların merceğinden küresel meselelere eğilmektir. Masada tüm taraflar ile konuşabilen, iş birliğine gidebilen ve diplomatik süreçlere ev sahipliği yapabilen bir Türkiye’nin varlığı, küresel ve bölgesel istikrarın anahtar unsurlarından biri olarak görülüyor. Ne var ki, Ankara’nın kendi güvenlik ve terör sorununa karşı müttefiklerinin ikircikli yaklaşımı gözlerden kaçmıyor. Dolayısıyla herhangi bir ilişki ağının kısıtlamalarına maruz kalmaksızın diplomatik hareket serbestisini sürdürebilmek adına Asya’nın önemli devletleriyle yakın temasın korunması gerekir.

ASYA-PASİFİK’TEKİ POTANSİYEL

Dünya yeniden bir şekillenme süreci içerisindeyken Türkiye, kendi pozisyonunu tayin etme konusunda maddi olarak daha donanımlı ve açıkça daha istekli. Bu nedenle, Ankara’nın askeri, diplomatik ve ekonomik kaynaklarının ona her zamankinden daha fazla serbestlik sağladığı bir zamanda, uluslararası meselelerdeki takınacağı tutum ve alacağı pozisyon daha dikkatle izleniyor. Haliyle çeşitli sınamaların ve kriz beklentilerinin Türkiye üzerinde yoğunlaşmasını arzulayan ve bu güçten rahatsızlık duyan devletlerin alenen düşmanlık sergilemesi şaşırtıcı değil. Ankara dünyanın fırtınalı jeopolitiğinin tam ortasında ulusal çıkarlarını korumak ve gelişimini sürdürmek için Asya’daki mevcut potansiyele yoğunlaşmalıdır.

Asya-Pasifik ülkelerinin Türkiye ile coğrafi uzaklığına rağmen diplomatik ve kültürel yakınlığı bilinen bir gerçek. Nitekim Ankara’nın “Yeniden Asya Açılımı” bu olgu üzerinden siyasi ve ekonomik yakınlaşmayı kuvvetlendirmek için başlatıldı. Bölgesel hapsedilme tuzağına düşmeksizin Asya’nın önemli güçleriyle rasyonel ilişki kombinasyonları kurmak mümkün. Rusya, Çin ve Japonya kadar Türkiye’nin radarında olmasa da Hindistan’ın Asya-Pasifik’te etkili bir ortak olma potansiyeli oldukça yüksek. Küresel siyasi ve ekonomik hadiselerin ortaya çıkardığı belirsizlik karşısında Türkiye-Hindistan ilişkilerinde kökten bir ivmenin yakalanması şart görünüyor. Bu noktada karşılıklı ziyaretler ve iyi niyet nişanesi olabilecek diplomatik jestlerle hızlı bir adım atılabilir. Yeni Delhi, Ankara’nın stratejik koordinatlarında yer almalı ve bu devasa ülke ile kazan-kazan ilişkisi tesis edilmelidir. Zira Hindistan ile çok yönlü ekonomik, güvenlik ve savunma iş birliğini beslemek Türkiye’nin uzun vadeli çıkarınadır. Türk dış politikasının geleceğini planlarken siyasi, ekonomik ve askeri gücümüzü daha geniş stratejik ilişkiler ağına entegre ederek yeni bir boyut kazandırabiliriz. Sonuçta bu atılım, olası bir durgunluğu engelleyebilir, alternatifleri çoğaltabilir ve dış politikada bağışıklığımızı güçlendirebilir.