‘Halkımın intikamını almak için yazacağım’

2022 Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Annie Ernaux’nun kitaplarını okuyanlar, onun kurmacanın içine kendi hayatını serpiştirerek gerçeği yeniden inşâ ettiğini fark edeceklerdir.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Annie Ernaux.

Funda Özsoy E.

2022 yılı Nobel Edebiyat Ödülü, Fransız kadın yazar Annie Ernaux’ya verildi. Yazara bu ödülün verilmesinde; romanlarıyla kişisel hafızanın köklerini, yabancılaşmalarını ve kolektif kısıtlamalarını ortaya çıkarmadaki cesaretinin etkili olduğunun açıklanması, önemli bir ayrıntı. Üstelik yazarın Nobel konuşmasında belirttiği üzere bu ödülü kişisel bir zafer olarak görmeyişi, 60 yıl önce- daha 22 yaşındayken- günlüğüne not ettiği “Halkımın intikamını almak için yazacağım!” cümlesinden yola çıkarak geçmişine kişisel bir kazı yapması, Fransız burjuvazisi tarafından dışlanmış olan ailesinin kökenlerini oluşturan işçi sınıfının bir nevi onurunu teslim etmek adına yazmaya başladığını öğrenmek, yazara ilgiyi daha da artırıyor. Yazarın kitaplarını okuyanlar, Ernaux’nun tam da Nobel konuşmasında aktardıklarını eserlerine yansıttığını göreceklerdir. Kurmacanın içine kendi hayatını serpiştirerek bir nevi “katarsis” romanları yazarken gerçeği yeniden biçimlendiren bu cesur yazarın Türkçeye kazandırılan 4 kitabı üzerinden yazarın zihinsel dünyasına bir yolculuk yapalım.

BOŞ DOLAPLAR

Yazarın 1974 yılında yayımlanan ilk romanı Boş Dolaplar’dan itibaren hem toplumsal hem de kadın olmanın sıkıntılarını iç içe geçirdiğini görüyoruz. Ernaux’nun hayatına projeksiyon tuttuğumuzda, aslında onun hep kendini yazdığını, kendi üzerinden hem sosyolojik hem de psikolojik çözümlemeler yaptığını anlıyoruz. 1940 yılında doğan yazar, aşağı sınıf olarak kabul edilen işçi sınıfına mensup bir ailede büyümüş, ailesinin büyük fedakarlıkları sonucu aldığı yüksek eğitimin ona sunduğu fırsatlardan yararlanarak entelektüel düzeyde sınıf atlamış biri. Ancak ergenlik ve gençlik döneminde içinde yetiştiği bu sınıfı ve ailesini küçümsemeye başlamış ve bunun kendisinde yarattığı suçluluk duygusu ile yıllarca mücadele etmek zorunda kalmış. İşte yazarın ilk romanı Boş Dolaplar, onun ergenlik ve gençlik dönemindeki bu duygularıyla yüzleşmesinin de zeminini oluşturuyor:

“Utanıyordum… Günden güne daha çok. Doğru değil, nefret etmiyordum onlardanOkuluna gittiğimde evde bıraktığım annemle babam geliyordu aklıma, çalışıp didinmeleri…Yüreğim burkuluyordu.”

Tıpkı yazarın yoksul anne babası gibi aşağı sınıf kabul edilen semtlerin birinde ailesi bir kafe-bakkal işleten romanın kahramanı Denise’in zihninde yazar, bir nevi kendi geçmişi ile de hesaplaşmak ister gibidir. Ailesinin fedakarlıkları sayesinde kendi sınıfından kişilerin gidemeyeceği bir okula giden Denise, okuldaki diğer öğrencilerin aileleri ile kendisininkini kıyasladığında hem ailesine karşı öfke duyar hem de bu duygusundan dolayı suçluluk hisseder. Bu duygular onu, yıllar içinde ailesine yabancılaştırır.

Boş Dolaplar romanı, Denise’in ailesinden uzakta, üniversite yurdunda kaldığı yıllardan başlayarak geçmişe dönüşler, hatırlayışlar halinde ilerler. Kahramanın gözünden “ben” diliyle yazılmış olan romanda, sınıfsal aşağılanmaların yanı sıra kadın kimliği üzerinden cinsel baskıların sorgulaması da yapılır.

BABAMIN YERİ VE YALIN TUTKU

Babamın Yeri romanı, yazarın hiçbir maskenin arkasına gizlenmeden, “otofiksiyon” tekniği ile yazdığı bir roman. 1899-1967 yılları arasında yaşayan babasının nasıl bir geçmişten geldiğini, yaşadığı zor şartlara rağmen bir aile kurmasını ve bu aileyi ayakta tutabilmek için mücadelesini anlatıyor. Ernaux, bu romanında babasının toplum içindeki yerini anlatırken, onun gözünde kendi yerini de sorguluyor aslında:

“Belki de en büyük gururu, hatta varoluşunun sebebi: Onu hor gören dünyaya ait olmam.”

Evet, yazar, babasının başarıya odaklı hayatında onun bir başarısı olarak görevini yapmış ve bunu bir kitaba da dönüştürerek dünyaya ifşa etmiştir:

“İçine girdiğim burjuva ve kültürlü dünyanın eşiğinde bırakmak zorunda kaldığım mirası gün ışığına çıkarma işini bitirdim.”

Yalın Tutku romanı ise Ernaux’nun artık entelektüel dünyada bir yazar olarak kabul gördüğü bir zamanı barındırır içinde. Bizzat yazarın kendisi olduğunun ipuçlarını hissettiğimiz yazar bir kadın üzerinden cinsel kimliklerin sorgulandığı, insanın kendine dahi itiraf etmekte zorlanacağı, ürkütücü, dürtüsel cinsel arzuların yıkıcılığı ile yüzleşildiği, yasak bir ilişkiyi anlatıyor bu kısacık roman.

SENELER

Seneler romanı için Ernaux’nun en çok okunan kitabı denebilir. 1940-2006 yıllarında dünyada ve ülkesi Fransa’da meydana gelen olay ve durumların panaromasını verdiği romanında yazar, toplumsal bir bellek oluşturmaya çalışmış. Romanda, kuşaktan kuşağa aktarılan bir gelenek olarak, ailelerin bir araya geldiği bayram sofraları, psikolojik söylemin ağır bastığı kişisel tarih ile toplumsal belleği birleştirmesi açısından bir laytmotif olarak kullanılmış. Zira bu geniş aile yemekleri, geçmişin izinin sürüldüğü, şimdiyi geleceğe taşımak için bir araçtır.Bir gün bütün görüntüler yok olup gittiğinde dahi gelenek devam ettiğinde geçmiş, geleceğe taşınacak, toplumsal belleğin içinde kişiler de hatırlanışlarla yaşamaya devam edecektir. Seneler romanı bunu mümkün kılmak için yazılmış bir romandır. “Artık asla olamayacağımız zamandan bir şey kurtarmak” için.

Romanlarında “ben” dilini kullanarak cesur bir kadın söylemi oluşturmayı başarmış olan Annie Ernaux’un diğer kitaplarının da Türkçeye kazandırılmasını dileyelim.