‘Sabır savaş zafer:  Adım Müslüman’

‘Yedi Güzel Adam’dan biri olan Erdem Bayazıt, 1982 yılında Rus işgaline uğrayan Afganistan’a gider ve buradaki direnişi TRT’ye belgesel olarak çeker. İki ay süren bu yolculukta tuttuğu günlüğü ise daha sonra İpekyolu’ndan Afanistan’a adıyla kitaplaştırır. Ketebe Yayınevi tarafından bu ay yeniden okurla buluşan kitap bizi unutamayacağımız bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.

Ayşe Olgun Yeni Şafak
​Cahit Zarifoğlu’nun kaleme aldığı Yedi Güzel Adam şiirinde anlattığı o güzel adamlardan birisi de şair Erdem Bayazıt’tır.

Cahit Zarifoğlu’nun kaleme aldığı Yedi Güzel Adam şiirinde anlattığı o güzel adamlardan birisi de şair Erdem Bayazıt’tır. Ankara’da Mavera dergisini ardından da Akabe Yayınlarını kuran ekip, gerek dergide gerekse yayınevinde İslam coğrafyasındaki yazar çizerlere ve onların meselelerine de kucak açar. O yıllarda üzerinde en çok durulan konu ise hiç şüphesiz Rus işgaline karşı mücadele veren Afgan halkıdır. Erdem Bayazıt, sık sık gündeme getirdikleri Afgan direnişini tüm dünyaya duyurmak için 1982 yılında TRT’den bir grup arkadaşıyla birlikte yollara düşüp mücahitlerle buluşur ve onlarla bir belgesel çeker. Belgeseli çekmek için ekip Ankara’dan kara yoluyla Afganistan’a gider. Bayazıt iki ay süren bu yolculuk boyunca aynı zamanda günlük de tutar. Türkiye’ye döndükten üç yıl sonra da günlüğündeki notlardan yola çıkarak “İpek Yolundan Afganistan’a” adlı gezi-izlenim kitabını yazar.

Bu kitabı ilk okuduğumda ne Erdem Bayazıt’ı tanıyordum ne de Mavera dergisinin adını duymuştum. Afganistan savaşı hakkında da doğrusu pek fikrim yoktu. Henüz lise öğrencisiyken bir solukta okuduğum bu kitabı Ketebe Yayınevi basınca bir kez daha okudum. Bayazıt, yetmişli yılların sonunda başlayıp yıllarca devam eden Afgan Savaşı’nın perde arkasını, dünyanın süper gücüne karşı Afgan halkının teknolojiden uzak ve yokluk içinde nasıl direndiğini son derece yalın izlenim ve sohbetlerle iç içe okurla paylaşıyor. Ancak o gün bir direnişin hikayesine tanık olurken, bu sefer okuduğumda o şanlı direnişin yıllar sonra nasıl hüsrana dönüşmüş olduğuna da herkes gibi ben de şaşırdım. Afganistan dün olduğu gibi bugün de İslam coğrafyasının kanayan yarası

KARAYOLUYLA AFGANİSTAN’A

Bu kitabı farklı kılan şey, Erdem Bayazıt’ın Afganistan direnişini ‘içeriden’ anlatması. Yolculuk Ağustos ayında başlayıp Eylül ayında son buluyor. TRT ekibiyle birlikte İran, Pakistan üzerinden kara yoluyla Afganistan’a giden Bayazıt, orada mücahitlerle ve komutanlarıyla görüşüyor. Bu yolculukta mihmandarlık yapan isim direnişin simgelerinden Muhammed Maruf. Türkiye’ye sık sık gelen ve 1986 yılında İstanbul’da vefat eden Maruf, Erdem Bayazıt’ın yanısıra Cahit Zarifoğlu gibi o dönemin önemli yazarların da arkadaşı. (C. Zarifoğlu’nun yayınlanmamış aile günlüğünde bu dostluğun sık sık bahsi geçer.) Kızı Meral Maruf ise, o yıllarda Afganistan’da yaşananları Mavera dergisinde kaleme alan Türk okurlarının yakından tanıdığı bir isim. Ramazan ayının sonunda başlayan bu yolculuğun amacını Bayazıt günlüğünde şu cümlelerle okurla paylaşıyor: “Seyahatimizin ilk amacı İran ve Pakistan’daki Afgan muhacir ve mücahitlerine ulaşarak onların sesini dünya kamuoyuna aksettirmek Bunu başarabildiğimiz ölçüde bu gezimiz amacına erişmiş olacak. İkinci amaç: İslâm Devriminden sonraki İran’ı bütün gerçeği ile tanımak ve tanıtmakÜçüncü amaç ise, İstanbul’dan Yeni Delhi’ye kadar kadim İpekyolu’nun tarihi eserlerini ve turistik mevkilerini filme ve yazıya raptetmek!..”

Peki kara yoluyla üstelik yaz sıcağında böyle bir yolculuğa çıkan ekipte kimler var? Bu sorunun cevabını kitaptan okuyoruz: Son anda bir kişinin sağlık sorunu yüzünden ekipten ayrılması üzerine Yücel Çakmaklı, Ahmed Bayazıt, Şenol Demiröz, Tuncay Öztürk, Çetin Tunca, Necdet Taşcıoğlu ve tabii ki Erdem Bayazıt.

Yolculuk haftalarca kah taksiyle kah otobüsle kah eşek sırtında ve yürüyerek yapılıyor. İran, Pakistan üzerinden Afganistan’a varan ekip için bu yolculuğun en zor kısmı çöllerde geçiyor. Tebriz, Tahran üzerinden Kirman’a varan ve buradan Zahidan’a doğru yola çıkan ekibin arabası çölde defalarca kuma saplanıyor mesela. Öyle ki, bir süre sonra kendi başlarına arabalarını bu kumlardan nasıl çıkaracaklarını bile öğreniyorlar.

ÇÖLDE SU YOK COLA VAR

Bundan tam 36 yıl öncesinde yapılmış bu yolculuğun fiziki şartlarının zorluğunu bugünkü genç nesil okudukça şaşıracak. Ama bana şaşırtıcı gelen ekibin uçsuz bucaksız çölde içecek su bulamazken çok rahatça Coca Cola bulabilmeleri oldu.Mesela 142 km’lik yolu tam beş saate aşan ekiptekiler, mola yerinde açık buldukları ilk dükkana koşarak giriyor ve dolaptaki bütün meşrubatları içiyor. Ardından da yüzlerini yıkamak için su istediklerinde dükkan sahibinden aldıkları cevap şu oluyor: Su yok, Coca Cola var!

Çöller, susuzluk derken nihayet Afganistan’a varan ekip, buradaki yolculuğun büyük bir kısmını mücahitlerle birlikte otobüslerde ve yaya olarak gerçekleştiriyor. Zaman zaman eşek bulup sırtına bindiklerinde ise kendilerini şanslı hissediyorlar. Ama bütün bu zorluklara katlanmanın tek bir sebebi var: Dünyanın en büyük süper gücüne karşı iman gücüyle direnen mücahitlerin hikayesini dinlemek. Önce mülteci kamplarını ve hastaneleri ziyaret ediyorlar. Burada Bayazıt’ın özellikle dikkat çektiği noktalardan biri şu oluyor: Afganistan’a savaşmaya gidenler arasında Filipinler’den gelmiş Moro’lu Müslümanlar da var Türkler de. Özelikle Türkiye’den savaşmaya giden Türk gençleri bize o tarihlerde yavaş yavaş yükselmeye başlayan İslamcılık hareketi hakkında da fikir veriyor. Kitapta Afgan mücahitlerinin lideri Gülbettin Hikmetyar ile yapılmış bir de söyleşiye yer verilmiş. Ayrıca esir alınan iki Rus askeriyle ve mücahitlerle de mini röportajları okuyoruz.Rus ordusundan kaçan mesela bir Türk var. Ülkesine geri dönmek istemediğini ve Afgan mücahitlerinden İslam’ın şartlarını öğrendiğini anlatan bu Türk kökenli esir de, diğer Rus esir gibi Çinlilerle ve isyancılarla savaşmak üzere Afganistan’a geldiklerini ancak hiç Çinli görmediklerini anlatıyor.

Kitap gezi notlarından oluşsa da aslında okura Afgan halkının dillere destan direnişinin arkasındaki hikayeyi anlatıyor. Bu direnişin neden başarıya ulaşmadığıyla ilgili de en güzel cevap yine kitabın içinde: Son derece samimi bu halk, dağlarda Rus ordusuna karşı direnirken çöllerde Coca Cola şişelerinin eşliğinde ABD tarafından ikinci defa yavaş yavaş işgal edilmeye başlanmış bile. Ayrıca teknolojiden oldukça uzak bu ordunun birbiriyle haberleşecek telsizlerinin bile olmaması, zamanla Afgan halkını hiziplere ayırmada büyük bir avantaj olarak kullanılmış.

Ama kitabı yeniden okurken benim aklımdaki soru şu oldu: Bugün İslam dünyasında yaşananlara karşı masa başında destanlar yazan edebiyat dünyasından hangi isim iki ay boyu bütün imkansızlıklara rağmen böyle bir ekiple yolculuğa çıkar ve biz okurlara şahane bir kitap hediye eder? Sahi kim yapar? Bir adım öne çıksın!