Yalnızlığın kısa tarihi

Yalnızlığın Biyografisi adlı eserde yazar Fay Bound Alberti yalnızlığın modern bir duygu olduğunun altını çiziyor. Alberti, yalnızlık duygusunun sınıf, cinsiyet ve deneyime göre de farklılık gösterdiğine dikkat çekiyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
​Yalnızlığın Biyografisi adlı eserde yazar Fay Bound Alberti yalnızlığın modern bir duygu olduğunun altını çiziyor.

TUĞÇE UZEL

Pandemi döneminde belki de en çok sorgulanan duyguların başında yalnızlık geldi. Yalnızlığı bütün boyutlarıyla yaşadığımız bu süreçte pek çok kişi şu soruyu belki de bir kez daha sordu: Gerçek yalnızlık nedir? Kendimizi neden yalnız hissederiz? Yalnızlığın sınırı nerede başlayıp nerede bitiyor?

Yalnızlığı duygu boyutundan ele alıp felsefi bir çerçevede tartışmaya açan Fay Bound Alberti Yalnızlığın Biyografisi adlı eseri işte tam da yalnızlığı sorgulayanların daha dikkatli okuyacağı bir kitap. Bir kültür tarihçisinin kaleme aldığı bu önemli eser modern bir duygu olarak “yalnızlığı” ve onun tarihini ele alan, İngilizce literatürdeki en geniş çaplı inceleme olarak öne çıkıyor. Modern tarih profesörü ve tıp kültürü tarihçisi Fay Bound Alberti, 18. yüzyıldan günümüze dek uzanan dönem içinde yalnızlığı, modern bir duygu durumu ve günümüzde artık evrenselleşmiş bir olgu olarak niteliyor. Eserinde de bu “modern duygu”nun psikolojik, sosyolojik ve edebi tezahürlerini akıcı bir dille yorumluyor.

TEKLİK SORUNLU BİR DURUM

Yazar öncelikle “teklik” kavramı üzerine düşünmemizi istiyor ve bu kavramın yalnızlığa dönüştüğü modern dünyanın tanımıyla işe koyuluyor. 18. yüzyıla dek, psikolojik ve toplumsal bir deneyim olarak hayatın içinde yer alan, onun bir parçası olan “tek olma” durumu, 18. yüzyılın sonlarından itibaren yerini yavaş yavaş modern anlamda bir “yalnızlık”a bırakır. Çünkü bu yüzyıla kadar literatürde kendine çok az yer bulan “teklik” kavramı ya sorunlu bir durum, bir hâl olarak görülmekte ya da sadece Tanrı ile bütünleşmek isteyenlerin tercih ettiği bir yol, bir yaşam biçimi olarak değerlendirilmektedir. Bu yönüyle o istisnai bir durum ya da tercih olarak algılanmakta ve modern döneme kadar çok küçük bir azınlık dışında hemen kimseyi ilgilendirmemektedir. Modern dünyada ise bireysel ve toplumsal bir olgu olarak hayatın bir parçası olan yalnızlık, hemen herkesi ilgilendiren, dahası derinden etkileyen bir fenomendir. Alberti’ye göre, tıpkı yalnızlık gibi onun tarihi de modern döneme kadar müstakil olarak ele alınmamış ve bireysel ve toplumsal sonuçları üzerinde yeterince düşünülmemiştir.

HİSSİZLİK YALNIZLIĞI TETİKLER

Peki, bu duygu evrilerek toplumdan ayrılmanın ve kopuşun bir sembolü ve farklı bir duygu öbeği olarak modern dünyadaki yerini nasıl almış, günümüzde nasıl bu denli yaygınlaşmıştır? Yazara göre yalnızlık, özellikle 19. yüzyıldan itibaren artık mekânsal açıdan tek olma durumuyla ilişkilendirilemez; bilakis, yalnızlık, kalabalıklar içinde, farklı insanlar tarafından çevrelenmiş bir toplumda ya da aynı duygusal mekânı paylaşmamanın getirdiği bir olgu olarak da ortaya çıkmaktadır. Hissizlik, mekanik sanayi toplumunun ürettiği ilişki ağları içinde bireylerin birbirinden uzak kalması, güçsüzlük, kendine ve ürettiklerine yabancılaşma gibi duygular; modern yalnızlık duygusunun ortaya çıkışında başrolde yer alırlar. Yazar, Dickens’ın romanlarındaki yalnızlıktan, buna ilaveten, Freud ve Jung gibi, 20. yüzyıla damga vurmuş psikolog ve psikiyatrların çalışmalarından örnekler vererek yalnızlığa yönelik incelemesini derinleştirir.

EDEBİ METİNLER VE YALNIZLIK

Yalnızlığın incelemesi kitabın bu bölümünden sonra dünyaca tanınan kadınlar ve romanlar üzerinden ilerler. Sylvia Plath’in öz kimlikle, arkadaşının olmamasıyla, kendini tamamlayacak birini ve ruh ikizini arayışıyla başlayan yalnızlık duygusunu çok iyi yansıttığı mektuplarını inceler. Uğultulu Tepeler romanındaki aşkı karşılık bulmayan bireyin, ıssız kırlarda başıboş sürüklenmesi gerektiğini düşündüren ıstırap verici imgeden ve bunun modern yalnızlıkla ilişkisinden bahseder. Ardından günümüz dünyasında kendine kitaplarıyla ve filmleriyle geniş çaplı yer bulan Alacakaranlık serisini ele alır. Burada da yalnızlığı; tutku, ölüm ve çürüme temaları, doğaüstü varlıklar ve vampirler aracılığıyla ele alır. Bella’nın Edward’a duyduğu aşkla insanlığından vazgeçmesi, toplumsal olarak dışlanması ve acımasızlık olarak doğaya yaklaşması üzerinde durur.

Yazara göre, yalnızlığı eserlerinde varoluşsal açıdan ele alan bir diğer yazar da Virginia Woolf’tur. Bu duyguyu elden ayaktan düşmekle, engelli olmakla, zihinsel sorunlarla ve hassas olmakla ilişkilendiren yazarın aslında en büyük ilham kaynağı da kendi yalnızlığıdır.

EŞİN VEFATI ETKİLİ

Yalnızlık denince akla gelen bir diğer husus da kişinin eşinin, hayat arkadaşının ölmesidir. Yazar, bu konu üzerine de eğilerek eşi Prens Albert’in ölmesiyle dul kalan Kraliçe Victoria’yı merkeze alır. Kraliçe’nin günlüklerinde kendini yapayalnız ve perişan hissettiği ifadeleri üzerinde durur. Kraliçe, eşinin ölümünden sonra üç yıl boyunca her gün yalnızlığını günlüğünde paylaşır ve hiç bitemeyen bu yas süreci, onun “Windsor Dulu” olarak anılmasına sebep olur.

Tüm bunların yanı sıra, günümüz dünyasında sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla giderek artan yabancılaşma ve yalnızlık da kitapta ayrıntılı olarak işlenmektedir. Modern çağın yol açtığı yeni yaşam biçimleriyle sürekli değişen yalnızlık duygusu ve bu duygunun tarifi her geçen gün yeni boyutlar kazanmaktadır.

MÜLTECİLER VE YALNIZLIK

Yazara göre, günümüzde yalnızlığın anlaşılması için mültecilerin ve evsizlerin de ele alınması, modern dünyanın bu “modern kurbanları”nın içinde bulundukları sosyal ve psikolojik koşulların incelenmesi gerekmektedir. Yazar, kitabın sonuna doğru yalnızlığa mahkûm edilen mülteci topluluklarından da bahseder ve bu modern fenomenin siyasal, toplumsal ve psikolojik sebep ve sonuçlarını analiz etmeye çalışır.

Yalnızlığı modern dünyadaki çeşitli tezahürleriyle ele alan bu eşsiz çalışmada, herkesin kendine yakın bulacağı ve farkında olmasa dahi içten içe paylaşacağız sosyal ve psikolojik olgu ve durumlara yer verilir. Yalnızlığın Biyografisi, bu duygunun tarihinin hemen tüm yönleriyle ilk kez ele alındığı, psikolojik ve sosyolojik bir inceleme özelliği ile öne çıkmaktadır.