Gülşah Nezaket Maraşlı yeni kitabı Günahıyla Sevabıyla Yeşilçam'da, Türk sinemasından seçtiği on yedi film üzerinden din adamı modelini inceliyor. Maraşlı'nın kitabında merhum yönetmen Ömer Lütfi Akad ile yapılmış son röportaj da yer alıyor
1992 yılından bu yana sinema yazıları yazan Gülşah Nezaket Maraşlı, Ufuk Yayınları arasından çıkan yeni kitabı Günahıyla Sevabıyla Yeşilçam ile Türk sinemasının dine bakışını sorguluyor. Yılanların Öcü, Sinekli Bakkal, Rabia, Vurun Kahpeye, Kara Çarşaflı Gelin, Kibar Feyzo, Davaro, Küçük Ağa, Züğürt Ağa, Derviş, Vizontele, Dondurmam Gaymak, Adem'in Trenleri, Eşrefpaşalılar filmleri üzerinden Yeşilçam ve günümüz Türk sinemasından örneklemelerle din adamı modelini inceliyor yazar bu çalışmasında. Ayrıca kitapta yeni vefat eden Ömer Lütfi Akad'ın son röportajı ve Başrahip P. Iulian Pişta'nın ilginç görüşleri de bulunuyor.
O yıllarda yeni kurulan rejim hazırlıkları, çalkantılı savaş günleri etkilemiş olabilir ama yüzde yüz Osmanlı'ya karşı bir tavır, kin demek yanlış olur. Dönemin şartlarıyla ilgili bir durum. Yapacağım yorum ne kadar isabetli olur bilemiyorum bir sinema yazarı olarak. Bu yüzden farklı boyutlarda düşünmek gerekir.
Bu konu benim de çok ilgimi çekiyor ama henüz bir çıkış noktası yakaladım diyemem. Osmanlı'nın sinemaya gayet olumlu baktığı görülüyor. İlk sinema perdesi sarayda kuruluyor, yani ülkenin yönetimi kabul etmiş zaten. Hal böyleyken dini yaşama daha çok önem veren kesim neden uğraşmadı? Bilemiyorum.
Bilemiyorum; ama geçen gün şunu öğrendim Bediüzzaman'ın sinemaya dikkati çeken, destekleyen sözleri varmış.
Bu değişimlerin siyasal dengelerle bire bir bağlantısı var. Sanatın her dalı siyasi söylem değişikliğinden etkilenmiştir. Bu süreçte ilk olarak Osmanlı âlimleri sinemaya olumlu sinyaller veriyor ve bu alanın faydalı olacağını söylüyorlar. Buna rağmen Muhsin Ertuğrul'un Nur Baba filminde tamamıyla tekkesini güzel ve zengin kadınları tuzağa düşürmek için kullanan bir Bektaşi şeyhini anlatmasıyla ilk fireyi veriyor Türk Sineması. Sonraki yıllarda cumhuriyet kuruluyor. Kitapta yaptığım röportajlardan şöyle bir sonuç çıkmıştı: Her yeni rejim gibi ayaklarını basacağı temeller arıyor cumhuriyet de. Bu temelleri oluşturacak en etkili malzeme sinema. Kurgulanan filmler de eskiyi yıkıp yeniyi kurmayı hedefleyerek yolunda ilerliyor dolayısıyla. Çünkü her yeni oluşum sürecinde bunu yapmak zorundadır insanoğlu. 40'lı, 50'li, yıllarda da aynı süreç işliyor. Sonra 60'lı, 70'li yıllarda Köy Enstitüleri kuruluyor. Bu okullardan mezun olanların hayatlarından örneklemelere giderken sinema yine din adamları konusunda olumsuz örneklere rastlıyoruz. Kitapta röportaj yaptığım isimlerden birinin “Zaten onların asıl misyonu buydu” demesi de çok ilgimi çekmişti. 90'lı yıllarda siyasi alanda yaşanan geçiş dönemi sinemayı da etkiledi. 2000'li yıllarda ise daha yumuşayan örnekler görebilmek mümkün din adamına bakış noktasında. Bunun sebebi de Türk Sineması'na taze kanın gelmesiyle ilgili. Yeni senaristlerin, yeni yönetmenlerin Anadolu'dan, halkın içinden gelen isimler olması ve gözlemlerini sinemaya aktarmasına buna vesile oldu.
Bu konuda sabaha kadar konuşabiliriz herhalde. Bir dönem birileri yola çıktı bir şeyler yapmak için. Sonraki dönemde bizim gibi birileri de onlardan bir şey öğreneceğiz zannıyla onların peşlerine takıldılar; fakat sonra gördük ki bu bizim için büyük bir zaman kaybıymış. Çünkü biz o insanların eteklerine tutunduğumuzda, bize yol açacaklarını düşündük. Sonra geçen zamanda gördük ki o insanlar bizim önümüzde engelmiş. Neden bu insanlar film yapamadılar? Çünkü o insanlar kafalarını tamamen ideolojik bir görüşe verdiler. Öğretmenlik pozuna girdiler. Hâlbuki sinema öyle bir şey değil. Hiçbir dini bilgisi olmayan adama din öğretemezsin sinemayla. Bir sinema salonuna insanları vaaz vermek için toplayamazsın. Para yok pul yok diye yakınıp durdular. Ama gelen nesil yapıyor yapacak da bence.
Bu kitabı hazırlarken tamamen kendimi aradan çıkardım. Tamamıyla işin sahipleriyle yürüdüm. Önce filmleri izledim sonra aralarından 17 tane seçtim.
Tabii ki... Çok fazla var; ama kitaplara sığmaz. Filmleri seçtim ve sahiplerine gittim. Aklıma takılan sahneleri bir de onlarla izledim. Öte yandan bir de o filmlerin muhatap aldığı kişilere gittim. Sahneleri her iki tarafla değerlendirdik bu sayede. Yavuz Turgul'a diyanet görevlisi Ömer Menekşe'nin Züğürt Ağa filmiyle ilgili bir değerlendirmesini sorduğumda bu bir değerlendirme mi sizce, diye bir çıkışı olmuştu. Sevindiren yanları olduğu gibi böyle şaşırtan tarafları da oldu kitabı hazırlama sürecinin.
Hangi film din adamı üzerinden daha keskin olarak veriyor mesajını, ona baktım. Olumlu anlamda da, olumsuz anlamda da... Üstelik sadece İslam diniyle ilgili sahnelenenleri incelemekle kalmadım, Hristiyanlıkla ilgili sahneleri de mesela Beyoğlu St. Antuan Kilisesi Başrahibi P. Iulian Pişta ile değerlendirdim.