Bir demokratik dönüşüm örneği başörtüsü mücadelesi

Toplumun dönüştürücü gücünün en çarpıcı örneğini, eğitim kurumlarında dahi başörtüsüne karşı çıkan CHP’nin, kamu görevlilerine kıyafet serbestisini kanuni zemine taşıma amacıyla bir kanun teklifi sunmasıyla gördük. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanıtı; bu özgürlüğü “daha güvenceli” bir hale getirecek Anayasa değişikliği yapma çağrısı oldu. Şüphesiz bu ve benzeri yasakların bir daha gündeme gelmemesi isteniyorsa tercih edilmesi gereken yöntem Anayasa değişikliğidir.

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Mert H. Akgün / Araştırmacı - SETA

Başörtüsü yasağı tartışmalarının 1960’larda kamuoyu gündemine geldiği bilinir. Bu doğru olduğu kadar da eksik bir bilgidir. Evet, Türkiye ilk kez bu yıllarda başörtüsünden dolayı yükseköğrenimden uzaklaştırılan kadınlarla karşılaşmıştır. Ancak bir yasağın uygulanması ile mevcudiyeti farklı şeylerdir. Doğrusu 1960’lı yıllardan önce başörtüsü yasağının gündeme gelmemiş olması başörtüsünün serbest bırakılmış olmasından kaynaklı değildir. Kadınların sosyal hayata zaten çok sınırlı şekilde katıldığı bu dönemlerde bir de başörtüsü kullanmak “kamusal alanın” dışında kalmanız için fazlasıyla yeterliydi. Dolayısıyla belli bir döneme kadar başını örten kadınlar böyle bir yasağın muhatabı dahi olmamıştı.

Peki, ne oldu da altmışlı yıllar ve sonrasında yasağı uygulama zarureti duyuldu? Bu sorunun en kısa cevabını “Türkiye’nin çok partili demokratik yaşama geçiş”i verir. Tercihte bulunma hakkına sahip olduğu 1946 seçimleri sayesinde ancak vatandaşın değer ve yargıları “önem” kazanabildi. CHP idaresinin 1946 sonrasında yumuşama emareleri göstermesi bu yüzden bir tesadüf değildir. 1950 seçimlerine kadar CHP hükümetleri tarafından ilköğrenimde seçmeli din dersleri müfredata eklenmiş, hac ibadeti serbest bırakılmış, ilahiyat fakülteleri, imam ve hatip kursları açılmıştı.

TOPLUMSAL TALEPLER VE ELİTLERİN DİRENCİ

Tüm bu adımlar CHP’nin ilk serbest ve dürüst seçimlerin yapıldığı 14 Mayıs 1950’de iktidarı Demokrat Parti’ye (DP) kaybetmesini önleyemedi. Seçmen iradesinin değer kazanması, periferide kalmış kesimlerin merkeze transferinin önündeki engellerin kalkması ve yeni kanalların açılmasını beraberinde getirdi. Jakoben siyaseti her fırsatta tasfiye eden seçmen, karşısında bürokratik seçkinleri görmüş, bu mücadele Türkiye’nin sonraki altmış yılına sirayet etmiştir. DP, Adalet Partisi, Anavatan Partisi, Refah ve AK Parti ile temsil olunan muhafazakâr siyaset önce çevrenin taleplerini ardından çevrenin kendisini merkeze taşımıştı.

Buna karşılık kendisine “kurtarıcılık ve koruyuculuk” misyonu atfetmiş ordu, yargı ve sair bürokratik kurumlar, iktidarın seçilmişlere devrine yanaşmadı. Vesayet odaklarını alarm durumuna geçiren en somut husus ise bir kimlik ifadesi olarak başörtüsüydü. Bu bağlamda başörtülü kadınların giderek artan yükseköğrenim talebi karşısında yasağa hukuki zemin sağlandı. 12 Eylül rejimi tarafından önce öğrenciler ardından da kamu personeli kadınlar için “başı açık” olma şartı getiren düzenlemeler hayata geçirildi. Bunları YÖK’ün genelgeleri takip etti.

Bununla birlikte talebin artması tehdit algısını yükselterek yasağı uygulayanları daha sert bir tutum almaya itti. Yargının yaklaşan “irticai tehdid”e karşı ilk hamlesi 1984’te geldi. Danıştay 8. Dairesi “yükseköğrenim görmek üzere okula geldiği sırada dahi başörtüsünü çıkartmamakta direnecek ölçüde laik devlet ilkelerine karşı bir tutum içinde bulunmakla” nitelendirdiği İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nde okuyan öğrencinin okula alınmamasını yerinde buldu. Daireye göre başörtüsü ancak “yeterli öğrenim görmemiş” kadınların tercihi olabilirdi.

Fakat toplum meşru temsilcileri eliyle özgürlük taleplerini hayata geçirme çabasından vazgeçmedi. Siyasetini; teşebbüs, ifade, din ve vicdan hürriyeti şeklinde üç temel esas üzerinde yükselten Turgut Özal’ın Anavatan Partisi yasağın ilgasına yönelik ilk yasal adımı attı. 27 Aralık 1988’de Yükseköğrenim Kanunu’na “dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” maddesi eklendi. Yanıt Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Anayasa Mahkemesi’nden geldi. Evren’in açtığı dava sonucunda mahkeme “çağdaş bir görünüm taşımadığını” söylediği başörtüsüne özgürlük getiren hükmü laiklik ilkesine aykırı bularak iptal etti.

Bunun üzerine yeni bir formül geliştiren ANAP hükümeti 25 Ekim 1990 tarihli kanunla yükseköğretim kurumlarında kılık kıyafetin yasal sınırlar içinde serbest olacağını düzenledi. Böylelikle yönetmelikle yasaklama usulü devre dışı bırakılabilirdi. Ancak ana muhalefet partisi SHP tarafından açılan davada Anayasa Mahkemesi yasayla başörtüsüne özgürlük tanınamayacağını, çünkü yasağın Anayasa’ya dayandığını belirterek iptale gerek duymadı. Böylece yasak devam etti.

28 Şubat süreci olarak tarihe geçen dönemde ise başörtüsü yasağı çok daha yaygın bir şekilde uygulandı; başta çalışma, eğitim ve seçilme hakları olmak üzere sistematik insan hakları ihlalleri gerçekleştirildi.

411 EL ÖZGÜRLÜK İÇİN KALKTI

Siyaset ile vesayet arasındaki hak mücadelesinde 2008 yılında yeni bir safhaya geçildi. AK Parti, MHP’nin de desteğini alarak başörtüsü yasağına nihai çözüm için Anayasa’yı değiştirme yoluna gitti. 9.2.2008’de 411 milletvekilinin iradesiyle (ki bu çok partili demokratik hayattaki en büyük parlamento oydaşmalarından biridir) kabul edilen değişiklik ile “kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez” fıkrası ve “her türlü kamu hizmetlerinden yararlanılmasında” devletin eşitlik ilkesine uygun hareket edeceği hükmü Anayasa’ya eklendi.

Amaç Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsü yasağını savunurken dayandığı Anayasa’ya aykırılık direncini Anayasa’nın kendisini değiştirerek kırmaktı. Ayrıca mahkemenin bu Anayasa değişikliğinin içeriğini denetleme yetkisi de bulunmuyordu. 1982 Anayasası ‘Yüksek Mahkeme’ye Anayasa değişikliklerini ancak şekil yönünden sınırlı bir denetleme yetkisi veriyordu. Nitekim mahkeme sonuncusu 2007’de olmak üzere daha önce verdiği üç kararında da bu çerçevede hareket etmişti.

Fakat mahkeme, CHP’nin iptal başvurusu üzerine Anayasa’nın açık emrine aykırı olarak ve henüz bir yıl önce yaptığı yorumla çelişme pahasına başörtüsü serbestisi getiren değişikliği iptal etti. Mahkeme bu kararında Anayasa değişikliklerini denetim için “teklif edilebilirlik” adında yeni bir koşul icat etmişti. Böylece Anayasa Mahkemesi kendisini Anayasa koyucunun yani milli iradenin yerine koyuyor, korumaya çalıştığı rejimi demokrasiden uzaklaştırarak “jüristokrasiye” (hakimler hükümeti) götürüyordu. Durum öylesine nevrotik bir hal aldı ki bu Anayasa değişikliği teşebbüsü daha sonra açılacak AK Parti’yi kapatma davasının da dayanaklarından biri yapıldı.

DEMOKRATİK SİYASET DEVLETİ DÖNÜŞTÜRÜYOR

Her türlü blokaja rağmen toplumsal talepler, siyaseti ve kurumları şekillendirmeyi devam etti. Başörtüsü 1925 tarihli Bakanlar Kurulu kararının ve 12 Eylül mirası yönetmeliklerin değiştirilmesiyle -yasal düzenlemeye dahi gerek olmadan- her alanda serbestiyete kavuştu. Anayasa Mahkemesi de ortaya koyduğu yeni içtihatlarla artık yasakların değil özgürlüklerin koruyucusu konumuna geldi.

Toplumun dönüştürücü gücünün en çarpıcı örneğini ise 4 Ekim’de gördük. Yakın zamana kadar eğitim kurumlarında dahi başörtüsüne karşı çıkan CHP, kamu görevlilerine kıyafet serbestisini kanuni zemine taşıma amacıyla bir kanun teklifi sunuyordu. Teklife Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanıtı bu özgürlüğü daha güvenceli bir hale getirecek Anayasa değişikliği yapma çağrısı oldu.

Şüphesiz bu ve benzeri yasakların bir daha gündeme gelmemesi isteniyorsa tercih edilmesi gereken yöntem Anayasa değişikliğidir. Tüm dünyada büyük bedeller ödenerek kazanılmış temel hak ve hürriyetlere Anayasa’da yer verilmesinin sebebi de budur.

Türkiye’nin kazanımlarına Anayasal teminat sunacak böylesi bir adım, başörtüsünü Meclis’in veya yargının takdirine bağlı olmaktan çıkaracaktır. En önemlisi de bu vesileyle özgürlükler üzerinde uzlaşacak bir parlamento tablosu sosyal barışı teşvik edecektir. Verilen mücadelenin yasağın savunucularını bile bir yüzleşme ve telafi arayışına getirmiş olması kıymetlidir. Siyasi rekabetin özgürlükler alanına taşınmasından tüm toplum kazançlı çıkar.