Tunus krizinin Libya’ya bakan yüzü

Tunus’ta yaşanan sivil darbe ve halk iradesinin çiğnenmesi, Libya siyaseti için olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeline sahip. Öyle ki Tunus, Arap coğrafyasında devrim hareketlerini absorbe edebilmiş ve siyasi geçişini tamamlamış bir ülke olarak silah seslerinin susturulduğu ve diyalog mekanizmasının işlediği Libya için bir örnek teşkil ediyordu.

Haber Merkezi Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

FUAT EMİR ŞEFKATLİ ARAŞTIRMACI / ORSAM KUZEY AFRİKA ÇALIŞMALARI

Arap ayaklanmalarının ilk adresi olan Tunus, kritik bir dönemden geçiyor. Bir süredir halk nezdinde hissedilmeye başlayan ekonomik krizin Covid-19 salgını ile beraber ciddi boyutlara ulaşması ülke içinde protestolara neden olmuştu. Buna ek olarak son dönemde Nahda Partisi’nin çoğunlukta olduğu parlamento, Başbakan Hişam el-Meşişi liderliğindeki hükümet kanadı ve Cumhurbaşkanı Kays Sid arasındaki gerilim, ekonomik sorunları gölgede bırakarak Tunus gündeminde önemli bir yer işgal ediyordu. 25 Temmuz tarihinde ise beklenmedik bir çıkışla 217 sandalyeli Tunus parlamentosunun yetkilerini dondurduğunu ve Başbakan Meşişi’yi görevden aldığını açıklayan Cumhurbaşkanı Sid, bir anlamda Tunus demokrasisinin on yıllık kazanımlarını hiçe sayarak ve yetkilerinin dışına çıkarak Tunus’ta bir “sivil darbe” gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanı Sid’in bu hamlesinin Tunus demokrasisine vereceği orta ve uzun vadeli zararlar hiç kuşkusuz yadsınamaz. Bu kararın Arap Baharı sonrasında, siyaset sahnesinde olduğu kadar toplumsal anlamda da bir geçiş süreci yaşayan Tunus halkı üzerinde yaratacağı olumsuz etkileri ve hayal kırıklığını şimdiden hissetmek mümkün. Ancak son gelişmelerin, Ortadoğu coğrafyasında bir rol model haline gelmiş Tunus’a verdiği hasarların yanında, milli uzlaşı sürecine giren ve istikrar arayan Libya için de ciddi riskleri beraberinde getirdiği söylenebilir.

LİBYA'YA ETKİLERİ

Libya krizinin başlangıcından itibaren rakip taraflar arası müzakerelere ev sahipliği yapan Tunus, siyasi uzlaşı sürecine giren Libya’da çözümün sağlanması noktasında önemli adımlar attı. 24 yıllık Bin Ali rejiminin ardından yönetimi devralan geçici hükümet, 2011 sonrası iç savaş ortamının hâkim olduğu Libya’yı ulusal güvenlik sorunu olarak gördü. Bu minvalde Akdeniz’deki jeopolitik konumu gereği olası bir göç krizine karşı önlemler alan Tunus, ülkenin doğu ve batısındaki farklı paydaşlara eşit mesafede yaklaşmayı tercih etti. Nitekim bu duruşun uluslararası ve bölgesel pek çok aktörün müdahil olduğu Libya krizinde Tunus’a arabuluculuk yetkisi kazandırdığını ifade etmek yanlış olmaz. Bununla beraber takip eden süreçte Cezayir ve Fas gibi bölge ülkelerine nazaran daha etkin ve sağduyulu bir diplomasi izleyen Tunus’un Ekim 2020’de imzalanan ateşkes anlaşması sonrası Libya siyasi sürecine önemli katkıları oldu. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler (BM) öncülüğünde Kasım 2020’de Tunus’ta düzenlenen toplantılar, 24 Aralık tarihinde düzenlenecek Libya seçimlerinin yol haritasının belirlenmesinde etkili oldu. Tunus’ta düzenlenen toplantılar aynı zamanda Libya Siyasi Diyalog Forumu’nun (LSDF) kuruluşuna öncülük etti.

Gelinen noktada Tunus’ta yaşanan sivil darbe ve halk iradesinin çiğnenmesi, Libya siyaseti için olumsuz sonuçlar doğurma potansiyeline sahip. Öyle ki Tunus, Arap coğrafyasında devrim hareketlerini absorbe edebilmiş ve siyasi geçişini tamamlamış bir ülke olarak silah seslerinin susturulduğu ve diyalog mekanizmasının işlediği Libya için bir örnek teşkil ediyordu. Buna ek olarak Tunus, BM tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) başta olmak üzere Mart ayında göreve gelen Milli Birlik Hükümeti (MBH) gibi meşru yönetimlere olan desteği ile yapıcı çözümleri ve ülke istikrarını desteklediğini her fırsatta gösterdi.

Nitekim parlamentonun askıya alınması ve Başbakan’ın siyaset sahnesinden el çektirilmesi, Tunus’un Libya üzerindeki etki ve arabuluculuk rolünü kaybetmesine yol açabilir. Diğer taraftan Tunus’ta yaşanacak olası bir iç karışıklık, Libya içinde askeri angajmanlara öncelik veren yerel ve uluslararası aktörlerin eline koz verebilir. Bu anlamda Tunus’ta yaşanan gelişmelerde darbeci Halife Hafter’in en önemli finansörlerinden Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) ayak izlerinin olması,

Libya özelinde bu kaygıları artırıyor.

Bölgedeki demokratik rejimleri kendi varlığına bir tehdit olarak algılayan BAE’nin Mısır’da olduğu gibi Tunus’ta da Müslüman Kardeşler hareketinin siyasi ayağı olan Nahda Partisi’ne karşı başlatılan siyasi operasyonları desteklemekte oldukça istekli olduğu söylenebilir. Diğer taraftan benzer Müslüman Kardeşler karşıtlığını Libya’da bir siyasi propaganda haline getiren Hafter, bu yolla ülke içindeki istikrar bozucu girişimlerine meşruiyet kazandırmayı amaçlıyor. Bilindiği üzere Hafter, 2014 ve 2019 yıllarında başkent Trablus’a yönelik saldırılarında ülkenin batısındaki sözde İslamcı ve Müslüman Kardeşler bağlantılı olduğunu iddia ettiği UMH’yi gerekçe olarak gösterdi. Bu altyapı ve motivasyondan hareketle Tunus’ta yaşanan gelişmeler sonrası güç kaybettiğini düşündüğü hareketin Libya’daki oluşumuna karşı Hafter’in kısa-orta vadede daha agresif bir tutum izleyeceği söylenebilir.

Yine bağlantılı olarak Hafter, Libya’daki Müslüman Kardeşler hareketi ile Türkiye’yi ilişkilendirmektedir. Bu kapsamda, Libya ordusunun 81. kuruluş yıl dönümünde yaptığı açıklamalar ile herhangi bir otoriteye tabi olmayacağını açıklayan Hafter, Türkiye ile yakın ilişkileri olan MBH’ye ve uluslararası camiaya bir bakıma ilerleyen süreçte askeri alternatifleri sahaya sürmekten kaçınmayacağı mesajını vermiş oldu.

Tunus gibi Libya krizinin çözümünü kendi milli çıkarları doğrultusunda gören bir ülkenin kendi iç sorunlarına dönerek önceki aktif tutumunu kaybetmesi, sahne arkasında askeri alternatifleri sahaya sürmeye çalışan aktörlerin elini güçlendirecektir. Aynı zamanda Hafter’in Cumhurbaşkanı Sid’i aldığı kararlar sonrası tebrik eden ilk isimlerden biri olması da bu yöndeki argümanları destekler cinsten. Böyle bir senaryo Libya içindeki demokrasi ve seçim yanlılarının motivasyonunu temelden sarsabilir.

Bu doğrultuda Libya’nın içinden Kays Sid’e yönelik ilk tepkiler Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid Mışri’den geldi. Mışri, seçilmiş organlara yönelik darbeleri ve demokratik yolların feshedilmesini reddettiklerini ifade etti. Tunus, LSDF’nin Mart ayında seçtiği Başbakan Abdulhamid Dibeybe liderliğindeki MBH ve Başkanlık Konseyi üyelerini olumlu karşılamış ve Libya’nın sorunlarının çözülmesinde bölgesel iş birliği ve bölgesel diyalog vurgusu yapmıştı. Yaşanan gelişmelerin ardından BAE ve Fransa’nın etkisi altında olduğu iddia edilen Cumhurbaşkanı Sid’in, Libya’ya yönelik tutumunu hangi saiklere dayandıracağı ve geçmiş Libya politikalarından ne denli ödün vereceği ise belirsizliğini koruyan konular arasında.

Suriye’nin sürgün “ruhu”

Afganistan’da jeopolitik hesaplar

Dijital evrende hakikati okumak