Şiirin kısa tarihine yolculuk

John Carey, okuru dünya şiirinin dört bin yıllık yolculuğuna davet ediyor. Dante, Shakespeare, Yeats gibi farklı dönemlerde geniş bir okur kitlesini etkilemiş şairlere yer veren yazar şiirin zengin dünyasını da gözler önüne seriyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Arşiv.

Oxford Üniversitesi’nde yıllarca edebiyat profesörü olarak ders veren John Carey’nin (1934) bir akademisyen olmakla birlikte kendisinden “edebiyat eleştirmeni” şeklinde söz edilen: Sunday Times’ta elli yıldır eleştirilerini paylaşmaya devam eden bir otorite olduğunu öğreniyoruz. Şiirin Kısa Tarihi başlığına gelince: Gılgamış’dan Avustralyalı şair Les Murray’a (1938-2019) kadar bir şairler fener alayı gözümüzü almakta. Sümer-öncesi şairler yok muymuş ki! Diyemez miyiz? İçimizden tabii Bir fil sessizliğine bürünmüş kadim Hind şiirini de ihmal etmeye gelmez doğrusu. İngiliz psikolojisi de haklıdır diyelim ve hoşgörülü olalım da centilmenliğe halel gelmesin… Neyse ki merhum Cemil Meriç’in derinlikli Hind antikitesi ilgisinden yararlanma imkânımız da vardır. Klasik’ten Modern’e geçiş sergisi hakikî şiir okurlarına katkılar sunuyor. Kapakta şu ibareye yer verilmiş: Gılgamış Destanı’ndan Günümüze Şiirin En Güzel Sesleri. Kapak tasarımı da ilginç doğrusu: Sol el mürekkepli kalemi sıkı sıkıya kavramış, sağ elde de bir tabancanın simsiyah gölgesi acı ironi mi? Yoksa Şiirin sonu! İması mı? Eh… İroni gemi azıya almayagörsün!..

Carey sorar: Şiir nedir? Cevabını veriyor: Müziğin sesle ilişkisi neyse, şiirin dille ilişkisi odur. Şiir özel kılınmış dildir.

EN ZOR SORU: ŞİİR NEDİR

Şiir dendi miydi sorulan en zor soruyu Carey de sormuş. Samimiyetine veriyoruz: “Bu kitap unutulmayanlar hakkındadır. “Evet şiir nedir?” en zor sorudur. Bir incelemeyi araştırmacının ipuçlarını kollayarak “zarif benliğinde” ufuk açıcı sonuç arzusuyla okumalı.

Aktüalite: YouTube’da Prof. Kürşat Demirci’nin Gılgamış okumalarını zevkle izliyorum. Bu arada, Enkidu’nun bir Afrikalı kişi olabileceği sorusu uyandı içimde. Neden derseniz, biraz muzipçe olsa da, şundan: Beşiktaş’ta bir Afrikalı futbolcu oynuyor: N’koudou. Kamerun’luymuş kendisi. Dedim ya muzipçe, ama hayatın kendisi muzip değil mi biraz da?

Allegorinin gerisinde Hayat ve Hayat’ın içerisindeki gizem bulunur. En eski çağlarda dahi, bir toplum başka bir toplumun eserlerinden medet umabilir. Anlamak ve sırrı çözebilmek uğrunda, karada veya denizde, ticaret kadar alışverişler de olmuştur. Modern çağ, üstün teknolojisine aldanıp, her şeyin kendisinde olacağı yukardan bakışıyla eski zamanları küçümseme aşırılığına kendisini mahkum etmiş görünüyor.

Nereye kadar? Aslında Batı’da yeni şiiri arayanlar, bu darlıktan kurtulmak hamleleri yapanlar değil midir?

Rilke, Pound, Apollinaire, Eliot şiirinde free verse, hikmete açılma iştiyakını verimlendiriyor. Saint-John Perse’te de aynı manzara söz konusudur.

Yeri gelmişken: John Carey Apollinaire ile Saint-John Perse’deki serbest şiir ufuklarına, bu kitap öznel de olsa uzak durmamalıydı. Herbert Read’in: “Anılmaya değer tek şair olarak Muhammed İkbal’i görüyorum” mealindeki uyarısına rağmen, sadece Tagore’u alması bir sorundur. Keza 1930 Kuşağı Sezai Karakoç ile Adonis’in çağdaş İslâm şiirinde gerçekleştirdikleri de şiir sanatında çığırlardır.

Carey, “Amerikalı Devrimciler” bölümünde Walt Whitman ile Emily Dickinson’u değerlendiriyor. Bu doğal. Emerson da olmalıdır. Bu şair de “tüm eski kalıpları” kırmıştır. Whitman, kitabını Emerson’a göndermişti.

Dickinson’da başat tema ölümdür, “ölmeden önce ölmek” ruh durumu şiirini yönetmektedir. Cenazesinde: “Korkak Bir Ruh Değil Benimki” şiiri okunmuş.

ŞİİRLE ZAMAN YOLCULUĞU

Carey, bu çalışmasında 40 bölümde, şiir okurunun odaklanmasını istediği niteliklere yoğunlaşmış, şiirler yanı sıra, poetika tutumlarına da yer vermiştir. Yaşamöykülerindeki “kişiye özel” buluşları da karşımıza getirmektedir.

Örnekler: İngiliz şiirinde: Victoria dönemi Kadın Şairleri’nden Elizabeth Barret Browning hakkında: “Feminist eleştirmenler uzun bir ihmal döneminden sonra onun şöhretini yeniden canlandırmış olsalar da bu şair kadının bazı şiirleri her zaman revaçta olmuştur” der. Carey, edebiyat ortamında vuku bulmuş kimi özel çabaları eleştirir gibidir. Browning’in ünlü 43. Sone’sindeki dilek kipi gerçekten çarpıcı:

…Tanrı’nın izniyle,

Ölümden sonra seni daha çok seveceğim

(Belki de, Abdülhak Hâmid bu şiirden esinlenmişti Makber şiirinde.)

Percy Bysshe Shelley (1792-1822) hayatı şair yaradılışın sert sürprizleriyle geçmiş, otuz yaşında bir deniz kazasında boğulmuş bir ozan. Carey’e göre: “Shelley idealistti, yani dünyayı kusursuz bir yer haline getirebileceğine inandığı amaçları ve fikirleri vardı. (“Şairler,” diye yazmıştı, “dünyanın onaylanmamış yasa koyucularıdır.”) Bu nedenle de dünyaya yanıt veren duyu algısına Keats’ten daha az önem verdi(…) Shelley, fikirlerinin rüzgârın saçtığı tohumlar gibi ölümsüzlüğe sahip olmasını ister: “Ölü düşüncelerimi evrene serp/ Solmuş yapraklar gibi, yeni doğuş hızlansın!

Carey, değerlendirmesini ilerletmiş: “Shelley’in idealleri arasında özgür aşk, cinsiyet eşitliği (“İslâm’ın İsyanı” şiirinde “Kadın köle olursa erkek özgür olabilir mi?” diye sorar), evliliğin kaldırılması ve Hıristiyanlığın kaldırılması vardı.” Bu noktada Shelley, en içten ve en derin bir sorgulayıcı mevkiinde değil mi?

Carey devam ediyor: “Shelley, İsa’nın kusursuz biri olduğuna ama ilâh olmadığına inandı ve İsa’nın adına yapılan zulümlerden tiksindi.”

İngiltere’nin inanç hayatında sorgulayıcı-yargılayan şiirin zirve noktası diyebiliriz Shelley’in içe doğuş yaşayarak ortaya koyduğu şiire. Bu bana Rimbaud’yu çağrıştırdı az önce. Acaba dedim, Shelley şiir ve hayatıyla Rembo’da bir etki sahibi mi olmuştu?

İngiliz şiiriyle Fransız şairleri arasında karşılıklılıklar olduğu biliniyor çünkü. Diriliş’e çeviriler yapan Tahir Yücel bir Fransızca Edebiyat tarihinde paragraf göstermişti. Yazar, Baudelaire’in Coleridge’in şiirinden beslendiğini alıntılamıştı.

Carey’de, Shelley’in bir özelliğini daha buluyoruz:

“Şiir intikam çığlıkları atmaz. Shelley zora pasif direnişle karşı koymayı tavsiye eder.”

Carey, Shelley’i sivil itaatsizlik öncülerinden biri olarak da değerlendiriyor. Aşağıdaki dörtlüğün Tolstoy ve Gandhi’yi etkilediğini düşünüyor:

Kollarını kavuşturup gözlerini dik
Çok az korku ve daha da az şaşkınlıkla,
Bak onlara insanları katlederken
Ta ki öfkeleri ölene kadar

ALMAN ŞİİRİ

Carey’e göre Rilke’nin işlevi en beklenmeyeni yapmasında yatar: “Alman şiirini başka bir düzleme taşıyan şair Goethe veya Heine değil Rilke oldu. Carey’in Duino Ağıtları üzerine yargısı: “Aslında bunlar birer ağıt değil meditatif felsefî şiirdi.”

Yayın dünyamızda son yıllarda Edebiyat Düşüncesi üzerine kitaplar giderek artmaktadır. Bu çok sevindirici bir gelişmedir.