Yaralı bir yılın ardından

Muhammed Gümüş Yeni Şafak
Arşiv.

Takvimler 6 Şubat 2023’ü, saatler 4.17’yi gösterirken bir acıyla uyanmıştı Türkiye. Acı bir gerçekle. En acı gerçeklerden biri olan zelzele. Sel, yangın ve kaza gibi afetlerden biri. Çünkü tabiat affetmiyor. Ve her afette ihmaller ve suistimaller eksik olmuyor maalesef. Türkiye yine artık eski Türkiye olmayacaktı. Kimin ders çıkarma derdine düştüğü, üzerine düşeni yaptığını zaman gösterecek. Birinci yılında yıkımın etkileri sürerken, acılar tazeliğini korurken pek de ders çıkarmış gibi görünmüyoruz.

Bu öyle bir derin yaradır ki, karşısında naçar kalırız. Bu acıya gark olduğumuzdan beri ne kadar yardım yapılırsa yapılsın, ne kadar o şehirlerin görüntüsünü ve silüetini değiştirmeye, yenilemeye çalışırsak çalışalım, her depremzedeye devlet eliyle konut sağlanırsa sağlansın, bu silinemeyecek kadar büyük bir yıkım olduğu unutulmamalı. Peki bunca acı ve bunca yapılanlara karşılık ranta ve bu ranta göz yumulmasına değer miydi? Meseleyi şuraya getirmeye çalışıyorum. Devletiyle, kurumlarıyla, milletiyle ve her ferdiyle bu konuda yüksek bir bilinçle hareket edilebilse, bu acı tecrübeye göre hiçbir ranta ve ihmale göz yumulmasa. Bu kadar iyimser cümleler maalesef rant ve yağma gerçeğini değiştirmiyor.

Daha deprem olduğu günde bile bölge ve dışında ev kiralarına zam yapan açgözlülük pes dedirtiyor. Bir dostumuzdan duydum. Depremin olduğu gün evsahibi telefon ediyor. Herhalde insaf edecek ve kirayı makul rakama çekeceğini sanıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Çünkü o dostumuz da çok küçük bir umut olsa da kalbinin bir köşesinde acaba insaf mı edecek diye düşünmüş. Konuştuğunda ise ev kirasına o günden itibaren zam yaptığını bildiriyormuş. Böyle bir durum, yani böylesi bir fırsatçılık olacak şey değil. Ama oluyor işte. Her nedense bu konuda sert önlemler alınamıyor. Alınacak gibi olsa mülk sahipleri veryansın ediyor bu sefer. Tek taraflı çözüm elbette mümkün değil, olamaz da. Fahiş zam kabul edilemez ama keşke fahiş zamlar kiralarla ilgili olsa. Açgözlülük tüm işkollarında ve sektörlerde olunca buna karşı çözüm üretmek de bir hayli zorlaşıyor.

Acının yıldönümünde hâlâ gözyaşı dinmiş değil. Afetin büyüklüğüne ve genişliğine göre herkese anında ulaşılamamış olması depreme hazırlığın da ne denli kapsamlı ve boyutlu bir iş olduğu gerçeğini gösteriyor. Şehirlerin silüetini, haritasını değiştiren bu gerçeğe ‘ateşin düştüğü yer’ dışında pek kulak asmadığımızı, ciddiye almadığımızı görebiliyoruz. Acılar tazeyken, yürekler yaralıyken ne çabuk unutuyor, ne çabuk bu gerçeklere göz yumuyoruz.

Betonlaşma ile şehirler giderek aşırı obez bir yapıya doğru giderken kültürden, medeniyetten dem vuruyoruz. Şehirlerin ruhu yok. Sürekli yapboz tahtası gibiler. Liyakatlı yönetimlerin izni olmadan bir çivi bile çakılmaması gerekirken. Evlerde, dükkânlarda bitmeyen tadilatlar. Yapıların dayanacak güçleri kalmıyor. Deprem bir yana, her geçen gün kendiliğinden yıkılan binalarla veya yanındaki inşaat nedeniyle yıkılan binalarla ilgili haberler okuyoruz. Tedbirler bir yana afetlerin bize anlatmak istediği bir şey var. O da acziyetimizi idrak etmek. Ama kula, ranta, siyasete, ekonomiye vesaire teslimiyetçilik asla bizi koruyamayacaktır.

Yaramız varsa bilincimiz de o derece açık ve keskindir. Çünkü yaran yarın için bir gerekçe olmalıdır. Yaralar tarihte insanoğlunun bilincini oluşturur, haritasını çizer. Yaranın varlığı bizi olgunlaştıracak mirastır. “Atalarımın bana bıraktığı mirasla dünyanın bugünkü hali arasında bir kopukluk olduğunu el yordamıyla hissediyorum. Kültürümün içinde hiçbir şey beni buna hazırlamıyordu, bu düzeyde bir değişikliği haber veren bir şey de yoktu. Ne var ki, bu yara orada durmaktadır.” (Daryuş Şayegan, Yaralı Bilinç)

Acıların en taze halinde bize şifa olan bir tas çorba, bir kaşık pilav, bir sıcak kap yemektir. Kültürümüzde yemek yiyene afiyet ve şifa dilememizin altında yatan hikmet de budur. Bu gerçeği asla gözardı etmemek gerekir. Eğer geçmişteki yaralar bilincimize ve eylemlerimize doğru bir yön verebilirse o zaman yarınımız acı olmayacak, gözümüz yaş dolmayacaktır. İlhan Berk’in mısralarıyla bu yazıyı noktalayalım dilerseniz. Yıkıntı yıkıntı yıkıntı / Ve delta çiçekleri. / Zaman çünkü / durur bir yerde / Değişene bırakır her şey / Yerini!

AB tescilli ürün sayısı 20 oldu

Aydın memecik zeytinyağı Avrupa Birliği’nden (AB) coğrafi işaret tescili aldı. Böylece ülkemizin AB’den coğrafi işaret tescili alan ürün sayısı 20’ye, şehrin AB tescilli ürünü 3’e ulaştı. Coğrafi işaretlerin artan sayısı, ekonomik getirilerinin yanı sıra, Türkiye’nin dünya üzerindeki gastronomik ve kültürel etkisini pekiştiriyor ve tanıtımına büyük katkı sağlıyor

Limon suyu taklidine yasak

Limon suyu izlenimi veren limon aromalı sos, limon sosu, limonlu sos ve benzeri isimlerle satılan ürünler 31 Aralık 2024’ten sonra yurt içinde piyasaya arz edilemeyecek. Limon suyu izlenimi veren ürünlerin satışına ilişkin yasak Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği’nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik olarak Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Domates suyu bakteri düşmanı

Domates suyunun salmonella cinsi bakteriler dahil tifo hastalığına sebebiyet veren birçok enterik bakteriyi öldürebileceği tespit edildi. Cornell Üniversitesinden Prof. Jeongmin Song ve ekibinin ortaya çıkardığı bulgulara göre domates ve domates suyu sindirim ve idrar yoluna zarar veren bakterilerin koruyucu zarlarını bozarak hastalığa neden olan patojenleri ortadan kaldırıyor.

Gönüllülerin “Gönül Mutfağı”

Afetin 1. yılında Hatay’ın İskenderun ilçesinde kurulan “Gönül Mutfağı”nda taziye yemeği için hazırlıklar başladı. Depremzedelerin yardımına koşan gönüllüler, okullar için de kahvaltı hazırladı. Depremzedeler için yaklaşık 5-6 ay aralıksız sıcak yemek çıkardıklarını, 150 farklı noktaya sıcak yemek ulaştırdıklarını, toplam 17 milyon kaba yakın yemek dağıttıklarını söyleyen Gönül Mutfağı kurucularından Kadir Sancar duygularını şu sözlerle aktardı: “6 Şubat’ın acısı hala çok taze. Biz bugün de beraber, bir arada olmak istedik. Gönüllü arkadaşlarım gelen kurbanları işlemeye başladı. 6 Şubat’tan önce mevlit okunacak. Sonrasında hep beraber bir taziye yemeği yiyeceğiz. Gönüllülerle, bize destek verenlerle, dostlarımızla burada bir taziye yemeği düzenleyeceğiz. Depremzedelerle yine bir arada olacağız. O günün acısını paylaşacağız. Unutmadık, unutmayacağız.”

Künefe ile ayağa kalkmak

Depremin vurduğu şehirlerden biri olan Hatay künefeyle ayağa kalkıyor. 6 Şubat depremlerinde büyük yıkıma uğrayan Hatay, milli tatlısı künefe ile ayağa kalkmaya çalışıyor. Afetzede künefe ustaları tescilli tatlıyı prefabrik işletmelerinde hazırlıyor, konteynerde veya sokakta sunmak için çaba gösteriyor. 2008’de coğrafi işaret belgesiyle tescillenen Antakya künefesi özel tuzsuz peynir, tel kadayıf, tereyağı ve şerbetle hazırlanıyor


İsrail’in zulmünden Yahudiler de utanç duyuyor