Kur’an’ın vakarıyla yaşanmış bir ömür: Reisülkurra Abdurrahman Gürses

Kur’an-ı Kerimi, onu anlamayı ve anlatmayı, bütün inceliklerine vakıf olmayı düstur edinmiş, gönüllere dinginlik veren Kur’an-ı Kerim tilavetleriyle, dinleyenleri rahmet esintilerine gark etmiş, bir asır sayılabilecek ömrünü, binlerce hoca yetiştirerek bereketlendirmiş bir isimdir hocaların hocası reisülkurra Abdurrahman Gürses.

Muhammed Sefa Ulusoy Yeni Şafak
Abdurrahman Gürses, son derece vakur, ciddi, merhametli, giyimine çok dikkat eden, “haza imam”, “haza İstanbul beyefendisi” şeklinde ifadelerle taltif edilen bir zattır.

Kur’an’ın zarafetine halel getirmemek için azami gayret sarfetmek, harflerin birbirlerine olan haklarına titizlikle riayet etmek, kılı kırk yaran bir eğitimin neticesinde Allah kelamını en temiz, en veciz şekilde okuma ve okutma hedefine adanmış bir gönül, Rabbine karşı büyük bir rikkat, incelik ve zarafetle donanmamış mıdır?

Kur’an-ı Kerimi, onu anlamayı ve anlatmayı, bütün inceliklerine vakıf olmayı düstur edinmiş, gönüllere dinginlik veren Kur’an-ı Kerim tilavetleriyle, dinleyenleri rahmet esintilerine gark etmiş, bir asır sayılabilecek ömrünü, binlerce hoca yetiştirerek bereketlendirmiş bir isimdir hocaların hocası reisülkurra Abdurrahman Gürses.

Abdurrahman Gürses’in hayatı birçok yönden insalığa örnek teşkil etmekle birlikte mesleği ne olursa olsun bir işin hakkıyla yapıldığında insanı ne kadar devleştireceğini de gösteriyor olması bakımından hususi bir önem taşımaktadır.

Büyük bir Kur’an hadimi yetişiyor

Abdurahman Gürses, Hafız Sid Efendi ve Fatma Hanım’ın çocukları olarak 1 Temmuz 1909’da Sakarya’ya bağlı Hendek ilçesinin Soğuksu köyünde dünyaya gelir. Hafız Sid Efendi, cami imamıdır. Hayatı imamet ve hitabetle geçen bir zattır. Abdurrahman Gürses’in ilk öğretmeni babası olur ve babasıyla hafızlık eğitimine başlar. Küçük Abdurrahman, kendi köyünde, babasının riyasetinde, takriben 13-14 yaşına geldiğinde hıfzını ikmal eder. Hafızlığı bitirmesini takip eden birkaç yıl Ramazan ayılarında mukabele okur. Abdurrahman Gürses, mukabele okuduğu vakitlerde kendi ifadesiyle Hendek’te “Bir çok hocaefendinin kendisinden besmele çektiği” mübarek bir zaat olan Abdurrauf Hoca kendisini dinler ve aynı zamanda eniştesi olan Yeni Cami imamı Hoca Osman Efendi’ye “Bu çocuğun istidadı var. Buna talim okutayım” der. Ehl-i Kur’an bir babanın evladı olarak dünyaya gelmiş olmanın ve eğitimini de ondan almasının neticesinde düzgün bir ağza/okuyuşa sahiptir. Bu güzel okuyuşa sahip olan genç hafız Abdurrauf Efendi’nin dikkatini çeker. Abdurrauf Efendi o tarihlerde mahkeme-i şer’iyye’de azadır aynı zamanda Rüştiye mektebinde de hocalık yapar, Gülistan adlı eseri okutur. Abdurrahman Gürses hocasını “Uzun boylu, insan güzeli bir zat” şeklinde tavsif eder. Abdurrahman Gürses, hocası Abdurrauf Efendi ile ilgili Altınoluk Dergisi’nin 1987 yılında çıkmış olan 15. sayısına verdiği röportajda şunları söyler;

“ Abdurrauf Hoca merhumdan çok şeyler öğrendim. Namazdan sonra onu mutlaka hatırlarım. Çünkü onların hizmetleri de Allah rızası içindi. Para-pul, hiç öyle maddi bir şey yok. Bana söylemiştir zaten hocam; “Ben senden bir şey beklemiyorum. Sadece bir Fatiha ile hatırla yeter. Başka bir şey istemiyorum sizden.” demiştir. Her zaman o Fatihayı ismini yad ederek gönderiyorum.” Talim derslerini Abdurrauf hocadan tamamlayan Abdurrahman Gürses, Hendek Yenicamii Medresesi’nde dönemin müftüsü Ali Niyazi Konuk’tan sarf, nahiv ve fıkıh dersleri alır.

Hafız Kani Karaca

İlk ilim yolculuğu

Abdurrahman Gürses, talim eğitimini tamamladıktan sonra birkaç yıl daha memleketinde kalır ve öğrenmeye olan iştiyakından dolayı 1922 yılında tahsil için, ilim merkezi Şehr-i İstanbul’a gider. İstanbul’da Daru’l-Hilafeti’l-Âliyye ismiyle maruf bir medreseye girer, Ayasofya Soğuk Çeşme medreselerinde eğitim görür. İstanbul’da bulunduğu bu zaman zarfında çeşitli camilerde Kur’an-ı Kerim tivalet eden Abdurrahman Gürses, kısa zamanda güzel sesi ve “fem-i muhsin”i ile Kur’an sevdalılarınca tanınan biri haline gelir. Bu Kur’an aşıkları arasında Esad Erbili Efendi de vardır. Abdurrahman Gürses’in Esad Erbili Hazretleri ile tanışması o yıllarda sesinin ve tavrının güzelliği neticesinde vuku bulur. 3 Mart 1924 yılında medreselerin kapatılması üzerine memleketine avdet eder ve 1934 yılına değin 10 yıl Hendek’te kalır. Bu süre içerisinde çeşitli eğitimler almaya devam eder. Gülizar Hanım ile evlenir. Abdurrahman Gürses’in bu evlilikten Kenan, Adnan ve Leyla isimlerinde 3 çocuğu olacaktır. Gürses, 1932-1933 yılları arasında ise vatani görevini tamamlar.

İstanbul’a hicret

Yıl 1934. Tam 10 yıl aranın ardından Abdurrahman Gürses tekrar İstanbul’dadır. Gürses’in İstanbul’da 4-5 sene boyunca ikamet edeceği ve eğitim göreceği yer ise “bir ulu rüyayı görenler şehri” Üsküdar’dır. Üsküdar’da Selimiye Camii İmam-hatibi Hasan Fehmi Efendi’den İstanbul tariki üzerine Aşere-Takrip-Tayyibe tahsili gören Abdurrahman Gürses 1937 yılında icazetini alır. 1938 yılında tayin olunur ve ilk görev yeri Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’dir. Abdurrahman Hoca burada 1 ay gibi kısa bir zaman görev yaptıktan sonra Teşvikiye Camii’ne geçer. Teşvikiye semtinde kiralar çok yüksek, hayat şartları zordur. Bütün bu ağır şartlara rağmen Abdurrahman Gürses evini Teşvikiye’ye taşır. 27 lira maaş alırken 22 lirasını ev kirasına verir. Bu külfete katlanmasının sebebini bizzat imamet mesleğini tarif ederken şöyle açıklar;

“cami hizmetleri çok önemlidir, diğer memurluklara benzemez. Her bir memur, sabah 8’de mesaiye gelir akşam 5’de evine döner. Ama imamlar böyle değildir. Sabah namazıyla başlayan, yatsı namazıyla sona eren yoğun bir mesaiyi oluştururlar. İmamlar cematin sorunlarıyla, onların ihtiyaçlarıyla, onların herhangi bir problemi varsa bunlarla yakından ilgilenip çözüme kavuşturmakla görevlidir.”

Mal, mülk, para, pul, makam, mevki Aburrahman Gürses için en yabancı olduğu kelimelerdir. O istese çok fazla mala, mülke malik olabilecekken hiç kimseye minnet etmeden yalnızca maaşıyla iktifa etmiştir. Talebelerinden Mushafları İnceleme ve Kıraat Kurulu Başkanı Hafız Osman Şahin’in, Abdurrahman Gürses hocanın maddiyat ile ilişkisini anlamamız açısından aktardığı şu olay çok önemlidir;

“Vefat etmeden önceki yıllardaydı. Bir defasında bana, “Hafızım kurban kesecekmisin, beraber keselim mi kurbanı” dedi. Olur hocam hay hay dedim. Sonra Abdurrahman hoca “kurban fiyatlarını sor da bana bir dön” dedi. Ben kurban fiyatlarını sorup öğrendim sonra gelip hocama “hocam kurbanlar şu fiyatlar aralığında” dedim. “Peki, ben sana haber ederim” dedi. Fakat kurban bayramı oldu hocam bana haber etmedi. Tabi telaşlandım. Sonra ben gittim kurbanımı kestim. Fakat hocam kurbanı ya başkasına kestirdi ya da kesmemiş olabilir diye tahmin ettim, bir parça et yaptırdım bayram ziyaretine gittim. Sormaz olsaydım, sordum. “Hocam kurbanı ne yaptın” dedim. Abdurrahman hoca dedi ki; “kesecektim aslında ama bir baktım maaşımdan kalan ücret bakkaldaki borcu kapatmaya ancak yetiyordu onun için kurban kesemedim.”

Abdurrahman Gürses, Teşvikiye Camii’nde 5 yıl görev yapar ardından 22 Mayıs 1944 yılında, 35 sene boyunca, emekli oluncaya kadar görev yapacağı Beyazıt Camii’ne tayin edilir.

Beyazıt Camii; İmamet ve Hocalık

Abdurrahman Gürses, Beyazıt Camii İmam-hatipliği gibi ağır bir mesuliyetin yanı sıra Beyazıt Camii Kur’an Kursu, Nuruosmaniye Camii Kur’an Kursu gibi bir çok yerde kıraat ve talim okutur, bulunduğu her yeri medreseye dönüştürür. Abdurrahman Gürses, son derece vakur, ciddi, merhametli, giyimine çok dikkat eden, “haza imam”, “haza İstanbul beyefendisi” şeklinde ifadelerle taltif edilen bir zattır. Onun için hayatta en önemli şey ömrünü hizmetine adadığı Kur’an’dır. Kur’an-ı Kerim’in izzetine halel getirmemek için son derece hassas davranmış, mevzu bahis Kur’an olduğunda gerektiğinde celallenmiş gerektiğinde gözyaşı dökmüştür. Konu Kur’an olduğunda ne kadar ciddi olabileceğini gösteren, “Bir Kur’an Hadimi: Abdurrahman Gürses” başlığıyla Bünyamin Albayrak ve Ahmet Ünal’ın Diyanet Dergi 351. sayısı için hazırladıkları yazıdan şu kısım ne kadar ibretlidir;

“Abdurrahman Gürses Hoca, hayatı boyunca din görevliliğine leke getirecek hiçbir şeyi asla kabul etmemiştir. Nitekim 1948 yılında hacca gitmek ister ancak maddi gücü buna elvermez. O sırada Beyazıt Camii cemaatinden bir şahıs, “Hafızım, bizimle Hacca gelmek ister misin?” diye bir teklifte bulunur. Gürses Hoca bu teklifi kabul eder. Kendisini hacca götüren şahıs, hem yolculuk esnasında hem de mukaddes topraklarda sık sık Gürses Hocaya, “Hafızım! Gel hele bir Kur’an oku!” diyerek emrivaki yapar. Bu durum Gürses Hocanın canını sıkar ama Kur’an okumaktan da asla geri durmaz. Nihayetinde hac ibadetini bitirip İstanbul’a dönünce kendisine ait evini satar. Hacca gittiği şahsın yanına varır ve ona, “Hacca gidip gelirken benim adıma ne kadar masrafınız oldu?” diye sorar. Adam bunu söylemek istemese de Hocanın ısrarlarına dayanamayarak masrafını söyler. Bunun üzerine Abdurrahman Gürses, parayı masanın üstüne bırakır ve “Efendi! Ben ne senin ne de bir başkasının hafızıyım. Okuduğum Kur’an-ı Kerim’i sadece Rabbimin rızası için ve geçmişlerimin ruhuna okudum. Al şu paranı! Hadi bana müsaade.” diyerek oradan ayrılır.”

Abdurrahman Gürses, mihrabın azametini en güzel şekilde temsil eden ve imamet görevini layıkıyla icra eden bir imam hatiptir. Birçok öğrencisinin aktardığı bilgilere göre; şayet namazdan sonra bir aşr-ı şerif, mihrabiye okuyacaksa, namaz vaktinden önce mutlaka Kādî Beyzavi tefsirinden okuyacağı kısmı açar ve 1 saat boyunca tilavet edeceği ayetlerin tefsirini çalışır. Abdurrahman Gürses yaptığı her işi hakkını vererek yapmak ister. Okuduğu ayetin tefsirini, tilavetinden evvel okuyarak tesirini önce kendi ruhunda hissetmek ister.

Deniz Demirdağ’ın “Reisü’l-Kurra Abdurrahman Gürses sesiyle mest ederdi” başlıklı yazısında aktardığına göre Muhammed Emin Saraç, Abdurrahman Gürses ile ilgili şu ifadeleri kullanıyor;

“Abdurrahman Hocaefendi ile yirmiye yakın kez hacca birlikte gittik. Yol boyunca Hocaefendinin hususiyetlerini, meziyetlerini çok yakından tanıma fırsatı buldum. Bir kere bütün gününü Kur’an-ı Kerim ile geçirirdi… Harem-ii Şerif’deki hâl ve hareketleri hep edep üzereydi. ‘Ehlu’l Kur’an olan kimse Allah’ın has kullarıdır.’ hadisi şerifi her hatırıma geldiğinde Abdurrahman Efendi gözümün önüne gelir. Çünkü bu Hadis-i Şerif Hocaefendinin hâline son derece mutabıktır. Hocaefendi belli etmezdi ama gözü çok yaşlı bir zattı. Medine’de kaldığımız süre boyunca gizli gizli çok yaş dökerdi.

Dünyaya rağbet etmeyen çok zahit bir kimse idi. ‘Her kim Kur’an-ı Kerim ehli olup da kendisini herkesten müstağni saymazsa o kimse Kur’an-ı Kerim’e hürmet etmemiş.’ olur mealindeki hadise uygun hareket ederdi. Hocaefendi ‘Kifafı nefs’ ile yaşamıştır. Parasının ancak geçinecek kadarını tutar, gerisini hep infakta kullanırdı. Ben de şimdi gerçi bizim şehadetimiz bir şey ifade etmez ama gerçekten de Abdurrahman Efendi bu dünyaya masum geldiği gibi masum, fazilet ve kemâl sahibi olaraktan ahirete göçmüştür.”

Abdurrahman Hoca 1979 yılında Beyazıt Camii İmam-hatipliğinden resmen emekli olur. Ondan sonraki süreçte de vefatına kadar hastalık dönemleri hariç eğitim hizmetlerine hiç ara vermez. Abdurrahman Gürses için Haseki eğitim merkezi çok önemlidir. Orada 22 yıl boyunca kıraat okutmuş, yüzlerce talebe yetiştirmiştir.

Reisülkurra’lık müessesi

Abdurrahman Gürses, Altınoluk dergisinde kendisiyle yapılan mülakatta Reis-i kurralık nedir sorusuna karşılık şu cevabı verir;

“Reis-i kurralık, bildiğim kadarıyla kıdeme tabidir. İlm-i kıraati okuyup icazet alan bir kimse, tarihen kıdemli ise o reis-i kurra olur. İtibari bir şeydir. Müftülük falan karışmaz. Kurra’nın kendi içerisinde yürüyen bir mekanizmadır. Tayinle gelmez. Bilinir ki, kimin kıdemi varsa o gelir, oturur.”

Abdurrahman Gürses, Reisülkurra Gönenli Mehmet Efendi’nin 2 Ocak 1991 yılında vefat etmesinin ardından reisülkurra unvanını alır ve vefatına kadar bu göevini sürdürür

Kur’an’ın izzetiyle kuşanmak

Abdurrahman Gürses’in konu Kur’an olduğu vakit ne kadar hassas olduğu gösteren bir olayı Prof. Dr. Mustafa Yıldırım, Din Hizmetleri ve İhlas Sempozyumu tebliğinde anlatır.

“Haseki Eğitim Merkezinin kıraat bölümü açılınca İstanbul tariki üzere kıraat okutması için hocaefendi görevlendirilir. İki ay kadar sonra kendisine bir zarf içinde ders ücreti takdim edilir. Hocaefendi Kur’an hizmetinin ücretsiz olacağını, eslafın bu ilmi ‘meccanen’, yani ‘bilâ ücret’ okuttuğu gerekçesiyle bu ücreti reddetmek ister. Fakat resmi usulün böyle olduğu gerekçesiyle ikna edilerek ücret kendisine verilir. Hoca o gece uyuyamaz. Emin Saraç hoca ile dostlukları olduğu için ona gelir ve şöyle der: “Emin Efendi! Bana kıraat tedrisim vesilesiyle bir miktar ücret verildi. Almak istemesem de usulün böyle olduğunu söylediler. Aldım ama huzurum kaçtı. Eslâfımızın teamüllerine aykırı bir hal bu. Vebalden korkuyorum. Sana gelip ders okuyan talebelerden hafız olanları bana göndersen de onlara meccanen kıraat okutsam. Hiç olmazsa böylece eslafımıza, hocalarımıza karşı borcumuzu ödemiş oluruz.” Ben de âcizane, Emin Saraç Hocaefendi’nin hadis ve tefsir derslerine devam ediyordum. Hoca, hafız olduğum için bana konuyu açtı ve ben de büyük bir sevinçle kabul ettim. Böylelikle hayatımda bereketli ve feyizli bir sayfa açılmış oldu.”

Kur’anın izzetini korumak adına yaptığı birçok güzel hareketten bir tanesini yine Mustafa Yıldırım anlatıyor;

“Boğazda bir yalıda bir toplantı düzenlenir. Toplantı Kur’an-ı Kerim tilavetiyle açılacaktır. Hocaefendi “Euzubillahimineşşey-tanirracim” der, o esnada kulağına biri eğilir ve şöyle fısıldar: “Hocam aşr-ı şerifi biraz kısa okuyun, Necip Fazıl konuşma yapacak.” Hocaefendi hemen: “Sadakallahülazim” der ve salondakilere şöyle hitap eder: “Beşer kelamının ilahi kelama tercih edildiği bir mecliste Kur’an-ı Kerim okumak caiz değildir.” Ve kendisi o meclisten kalkıp gider.”

Abdurrahman Gürses, talebelerine daima mütevazı, vakur, temiz, kılık-kıyafet konularında dikkatli ve titiz olmalarını nasihat eder. Bunları evvela kendi hayatında tatbik ederek herkese güzel bir örnek olur. Gürses, güzel sesi, ilme olan iştiyakı, her işini Allah rızası için yapması, görevini layıkıyla yerine getirmesi gibi birçok özelliğinden dolayı binlerce insanın hüsn-ü şehadetini ve sevgisini kazanmıştır.

En tanınmış talebelerinden Kurra Hafız Ramazan Pakdil hocası Abdurrahman Gürses’i anlatırken şu ifadeleri kullanır;

“Hocamız ehl-i Kur’an’dı, vakur bir insandı. Kur’an’ın manasına vakıftı. Kur’an’ın manasını yaşamaya çalışan bir insandı. İnsanlarla muhabbeti, onların Kur’an ile alakaları ölçüsündeydi. Hocamızla 26 sene beraberliğimiz oldu. Talebelerinin hepsini aşağı yukarı evladı gibi severdi ama kim Kur’an tilavetinde ve Kur’an hizmetinde öndeyse onu daha çok severdi. Hayata, insanlara bakışı Kur’an gözüyle, ölçüsüyle olurdu. Halka mesafeliydi. Dışarıdan bakan soğuk, gururlu, kibirli zannederdi. Çok vakurdu. Bir şey sorana, sorduğu kadar cevap verirdi.”

Abdurrahman Gürses, 1998 yılında rahatsızlanır, tedavisi bir buçuk yıl sürer. Hastalıklarından sebep takatsiz kalan bedeni daha fazla dayanamaz ve 10 Ağustos 1999’da fani dünyadan baki dünyaya göçer. Önce Fatih Camii’nde kılınacağı açıklanan cenaze namazı, bakanlar kurulu kararıyla defin izninin verilmesi üzerine Beyazıt Camii’nde kılınır. Binlerce seveni Abdurrahman Gürses’i son yolculuğunda yalnız bırakmaz. Beyazıt Camii, Fatih Camii’nden ve bütün illerden, ilçelerden gelen öğrencileri ve sevenleriyle dolar. Cenaze namazını da kıldıran Diyanet İşleri eski başkanı Lütfü Doğan, hakkında; “En hayırlı hizmetleri yapan, Kur’an-ı Kerim’i en iyi tilavet edenlerden biriydi. Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretenlerinizdir sözüne mazhar oldu.” der. 93 yıllık ömrünün 83 yılını Kur’an’a hizmet ile geçiren Abdurrahman Gürses Beyazıd-ı Veli türbesinin sağ tarafında bulunan, cami mimarı Hayrettin Efendi’ye ayrılan alana defnedilmiştir.

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar;her gece bir bülbül öter.

Yahya Kemal