|

Hafız Kani Karaca

Büyük Türk Musikisinin son devrine bakıldığında en büyük bir sanatkar, hanende olarak göze ilk çarpan kişi Hafız Kani Karaca'dır. 1930 yılında Adana'da dünyaya gelene ve bir talihsizlik sonucu henüz bebekken görme yetisini kaybeden Karaca, Saatçi Ali namıyla bilinen Ali Nergis hocadan hafızlığa başlar. Çeşitli camiilerde mukabele okumasıyla sesinin güzelliği ve Kur’an-ı Kerim’e olan istidadı fark edilince İstanbul'a gönderilir. Yalnızca Kur’ani ilimleri değil musikide de parmakla gösterilen isimlerden biri olur. Öyle ki Karaca için; “Dede Efendi’yi bile geçti” ifadeleri kullanılır.

Muhammed Sefa Ulusoy
09:09 - 24/04/2021 Cumartesi
Güncelleme: 09:55 - 24/04/2021 Cumartesi
Yeni Şafak
Kani Karaca kendisine yöneltilen “Kani Karaca kimdir?” sorusuna “Canım, alelade bir şarkıcı işte” diyebilecek kadar mütevazıydı.
Kani Karaca kendisine yöneltilen “Kani Karaca kimdir?” sorusuna “Canım, alelade bir şarkıcı işte” diyebilecek kadar mütevazıydı.
“Belki hâlâ o besteler çalınır,

Gemiler geçmiyen bir ummanda.”

Yahya Kemal

Şairin de dediği gibi gemiler geçmeyen bir ummanda o eski, o güzel besteler çalınır gibiydi büyük sanatkar henüz hayattayken. O okumaya başladığında eski zamanlardan bir rüzgar eser. İnsanın zihninde, ahşap konaklar, bahçeler, güller, bülbüller, cumbalardan sarkan çocuklar, erguvanlar belirir. Eserleri davudi sesiyle icra ederken, dağlar, taşlar, deryada dalgalar, gökte bulutlar terennümünde eşlik eder ona. Büyük Türk Musikisinin son devrine bakıldığında en büyük bir sanatkar, hanende olarak göze ilk çarpan kişidir
Hafız Kani Karaca.

Bir büyük hanende doğuyor

Takvimler
1 Mart 1930
’u gösterirken,
Adana
’nın
Karataş
ilçesine bağlı
Adalı
köyünde dünyaya gözlerini açan Kani Karaca, çok geçmeden ana rahmi gibi şefkatli olan gönlünü seyretmek için vefatına kadar bir daha açmamak üzere küçük gözlerini tekrar kapayacaktır. Kani Karaca çocukluğunda bazı trajik olaylar yaşar. Bu olaylardan ilki henüz 2-3 aylıkken cereyan eder. Oğlu
Mehmet Ali Karaca
’nın aktardığına göre eskiden bazı kimselerce yeni doğan bebeklerin gözlerinde oluşan çapakların giderilmesi için içerisinde tuz ruhu da bulunan bir karışım çocukların gözlerine sürülür kısa süre içerisinde silinip temizlenerek fayda bulunacağı umulurmuş. Küçük Kani’nin gözlerine bu karışımı süren annesinin misafirleriyle lafa dalması üzerine Kani Karaca’nın bütün göz damarları kurur ve
görme yetisini tamamen kaybeder
. Kani Karaca’nın babası iki kişiyle evlidir. Bu konuyla alakalı bir mülakatta Kani Karaca şu bilgileri verir; “...ben dünyaya gelince ala rivayetin derler ki, üvey annem benim gözüme kezzap dökmüş.” Kani Karaca henüz başında olduğu hayat yolculuğunun bu kısacık evresinde ikinci bir trajedi yaşar. Babası vefat ettikten sonra annesi küçük Kani’nin kendisine ayakbağı olacağı, onun yüzünden evlenemeyeceği düşüncesiyle oğlunu diri diri gömmeye kalkar. Hadiseyi haber alan üvey annesi, halası ve köylülerin müdahalesiyle ölümün eşiğinden son anda döner. Bu olayın ardından Kani Karaca’yı halası yanına alır ve her şeyiyle bir anne edasıyla alakadar olur.

İlk hocası ve hafızlık eğitimi

Kani Karaca, köyün imamı olan ve saat tamiratı ile de uğraştığı için
Saatçi Ali
namıyla bilinen
Ali Nergis
hocadan hafızlığa başlar. Hocası Ali Nergis’i tarif ederken Kani Karaca şu ifadeleri kullanır;
“...Saatçi Ali Efendi, Sultan Hamid’in huzurunda bulunmuş. Köyde birçok talebe yetiştirmiş. Yetiştirdiği talebeler bir memuriyete girmek için Adana’ya gidip imtihanlara başvurduklarında kendilerine, “yahu, siz hangi üniversiteden mezun oldunuz?” diye sorarlarmış. Ali Efendi’nin talebesi bu... Yani adam köy imamı ve basit bir hayatı var... Öyle bir zat. Ama boş değil.”
Çeşitli camiilerde mukabele okumaya başlamasıyla sesinin güzelliği ve Kur’an-ı Kerim’e olan istidadı fark edilir. Akabinde halası ve köylülerin tavassutuyla köyünün ve ilçesinin bağlı bulunduğu
Adana
vilayetinde bulunan
Hacı Şefika Hatun Camii
imamı
Hafız Abdi Er Efendi
’den ders almaya başlar. Küçük Kani’nin musiki müktesebatının temelleri, musikiye de hakim olan yeni hocasından derse başlamasıyla atılır. 9 yaşında hıfzını ikmal eden Kani Karaca, Kur’an okumaktaki mahareti ve sesinin güzelliği sebebiyle genç yaşında birçok meclisten Kur’an ve mevlid okutturulmak üzere davet alır. Zeka yönünden Allah vergisi fevkalade bir üstünlüğü haiz olan Kani Karaca, hocası Hafız Abdi Er Efendi’den Kur’an-ı Kerim’i makamla okumayı da öğrenir ve edindiği bu musiki altyapısıyla Mevlid okuma noktasında şahsi gayretleri neticesinde kendini geliştirir. Adana Türk Ocağındaki müzisyenlerin ön ayak olmasıyla Kani Karaca da bu topluluğun hanendeleri arasında yer alır ve muhtelif yerlerde konserler vermeye başlarlar.

Genç hafız İstanbul yolcusu

Genç hafızın ününün civar illere de yayılmasıyla birlikte Kani Karaca halkın büyük bir çoğunluğu tarafından tanınır olmuştur. Adana camilerinde mukabele okurken ileri gelen iş adamları “Bu çocuk buralarda harcanmasın.
İstanbul
’a yollayalım. Oradaki üstadlardan feyz alsın. Onları tanısın. Hiç olmazsa bir istikbali olur” diyerek Kani Karaca’yı İstanbul’a yollarlar. İstanbul’a geldiğinde henüz 20 yaşında körpe bir delikanlıdır. Kani Karaca İstanbul’da hemşehrileri vesilesiyle
İbrahim Büyükçopur
ile tanışır. İbrahim Büyükçopur’dan kendisini Sadeddin Kaynak ve Ali Üsküdarlı ile tanıştırmasını ister. Bu konu ile alakalı Kani Karaca
2002
senesinde
Mehmet Gültekin
’e verdiği bir röportajda şu bilgileri verir;
“… Beni alıp evvela Ali Efendi’ye götürdü. Ali Efendi önce bana bir aşır okuttu. Onun öyle musiki nazariyatı filan yoktu, ama makamları nazariyat biliyormuş gibi tam sıhhatlice gösterir, kullanırdı. Kur’an bilgisi ve Kur’an nazariyatı ise ayrı bir mesele… Onda da çok alim bir zattı. İşte bu Ali Efendi beni dinledi, başladık Kur’an’ın nazariyatına, talimine… Bundan başka bir de Kur’an’ı okuma tarzı var tabii ki; o da ayrı iş…”
Böylelikle Kani Karaca,
Karaköy Yeraltı Camii
imam hatibi aynı zamanda “Üsküdar ağzı” denilen Kur’an üslubunun en önemli temsilcilerinden olan
Reisülkurra Ali Üsküdarlı
’nın talebesi olur. Kur’an okumanın bütün inceliklerini, ayetlere göre makam tercihi, tecvid kaideleri, kıraat ve
Üsküdar ağzı
Kur’an okumayı Reisülkurra Ali Üsküdarlı’dan öğrenir. Üsküdar ağzı Kur’an-ı Kerim tilavetinin tarifini
Üsküdarlı Ahmet Yüksel Özemre
şöyle yapar;
“Kur’ân tilâvetinde Üsküdar ağzına sâhip hâfızlara: Mûsıkîye fevkalâde hâkim olacak şekilde bir eğitim verilir, Hangi sûrenin genellikle hangi makāmda okunacağı, Bir sûre içindeki belirli âyetler okunurken hangi makāma geçiş yapılacağı dahî öğretilirmiş.”
Yeraltı Camii’nde Ali Üsküdarlı,
Hâfız Kemal Batanay,
Sadettin Heper
ve
Bayındırlı Mustafa Efendi
gibi hocaların huzurunda
aşere
ve
takrîb
imtihanı vererek icâzet alır. Hocası Reisülkurra Ali Üsküdarlı bildiklerini Kani Karaca’ya yeterince öğretememesinden duyduğu üzüntüyle şu ifadeleri kullanır;

”Bu çocuk önüme gelen en müstaid talebeydi; ama ona bildiklerimin ancak yüzde onunu öğretmiştim ki kayınpederi onu hemen piyasaya sürdü. Yazık oldu!”

Musiki yolunda ilk adımlar

Bir Ramazan ayında genç Kani, İbrahim Büyükçopur ile birlikte
Eminönü Yeni Camii
’ne gider. Yeni Cami’de devrin en büyük hafızlarından, bestekar ve hanendelerinden
Sadeddin Kaynak
mukabele okumaktadır. Sadeddin Kaynak ile o gün aralarında geçen olayı Kani Karaca şöyle anlatır;
“Mukabeleyi dinledik. Sonra İbrahim ağabey (Sadeddin Kaynak’a) dedi ki, “Sana bir hafız getirdim. Bunu bir dinle, eğer kabiliyetini münasip görürsen himayene almanı rica ediyorum.” Sadeddin hocam, İbrahim ağabetin o takdimi üzerine, “Bir aşır okusun bana” dedi. Okudum, dinledi. Hatta ardından da onun bir okumasını aynen taklit ederek okudum. Bu çok hoşuna gitti, güldü... İbrahim ağabey’e cevap olarak da, “Sen bunu bayramdan sonra al, Sıraselviler’deki evime getir” dedi.”
Bu hadise üzerine Kani Karaca, Sadeddin Kaynak ile meşke başlar. Aynı zamanda reisülkurra Ali Üsküdarlı’dan da derslerine devam eden Kani Karaca Ali Efendi’den yalnızca Kur’ani ilimleri değil musiki sahasında birçok eser meşk etmek suretiyle musiki ilmini de öğrenir. Kani Karaca, Sadeddin Kaynak’tan birçok eser geçer, repertuarının mühim bir kısmını ondan meşk ettikleri oluşturur. Hoca-talebe çalışmalarına devam ettikleri bir gün Sadeddin Kaynak’ın Taksim Sıraselviler’deki evine meşk esnasında
Sadeddin Heper
gelir. Sadeddin Kaynak, Heper’i işaret ederek Kani Karaca’ya;
“Bak evladım, bana emr-i hak vaki olursa seni bu zata emanet ediyorum. Bu zar benden daha bilgilidir.”
der ve Sadeddin Heper ile ünsiyetleri orada başlar.
Kani Karaca, Sadeddin Kaynak’ın şehnaz makamındaki ilâhisinin meşkiyle başlayan ve takriben beş altı sene kadar devam eden derslerde üslûp, tavır ve mûsiki bilgisini epey ilerletir. Sadeddin Kaynak,
Ahmet Avni Konuk
’un 119 makamtan müteşekkil olan
kar-ı natık
’ını,
Neyzen Emin Dede
vasıtasıyla intikal eden bazı durakları Kani Karaca’ya meşk etmek suretiyle onun nazari bilgilerini pekiştirir.

İlm-i şerif-i musikide büyük bir sanatkar

Kani Karaca alanında en iyi hocalardan dersler almaya devam etmekle birlikte önemli musiki meclislerine de katılarak musiki ilminde derinleşir. Bu meclislerden birisi de
Hakkı Süha Gezgin
’in
Beşiktaş
’taki evinde her Cuma Dr.
Selahaddin Tanur
’un idaresinde gerçekleştirilen fasıllardır. Musikişinaslar her Cuma burada toplanır, saatler süren muhabbetler, meşkler, fasıllar yaparlar. Bu muhitler Kani Karaca için adeta bir okuldur, ruhunun dinlendiği yerdir.
Kani Karaca’nın en önemli hocalarından bir diğeri Sadeddin Heper’dir. Sadeddin Heper ile ilk meşklerini
Cihangir
’deki
Kadiri tekkesinde
yaparlar. Usulleri, kudüm vurmayı, dini musiki formunu ve Mevlevi ayinlerini ondan öğrenir. Sadeddin Heper ileride bu en büyük talebesinin ilerlemesinin, azminin, gayretinin, üstün kabiliyetinin neticesinde ulaştığı noktayı tarif için
“Dede Efendi’yi bile geçti”
diyecektir. Kani Karaca, musiki denilen nutk-ı ilahi bir engin denizmiş na mütenahi fehvasınca herkesten, her meclisten bir şeyler öğrenmenin gayreti içerisinde olmuştur.

Radyo ile ilk tanışma

Kani Karaca’nın radyo ile tanışmasının enteresan bir hikayesi vardır. Beşiktaş’ta evinde musiki meclisleri kurulan Hakkı Süha Gezgin bir gün Kani Karaca’ya;

“Oğlum seni
Mesud Cemil’
e götüreyim, onunla tanıştırayım. Gerekirse o seni radyoda da okutur”
der. Kani Karaca
“Aman hocam, acaba Mesud Cemil Bey bana yakınlık gösterir mi?”
diyince Süha Bey güler ve
“Sen o işi bana bırak... O benim talebemdir.”
der.
Süha Bey ve Kani Karaca beraberce Mesud Cemil’in yanına giderler. Kani Karaca, Mesud Cemil ile tanışır, elini öper, muhabbet ederler. Mesud Bey;
“Evladım, bize bir eser okur musun?”
diye sorar. Kani Karaca
“Kusurum olursa lütfen siz tashih edin. Sizin huzurunuzda okuyacağım”
der ve
Nuri Halil Poyraz
’dan meşk ettiği
Hicaz Durak
’ı okur. Eser bitince Mesud Cemil, Kani Karaca’ya kimden meşkettiğini sorar. Mesud Bey, aldığı cevaptan duyduğu huzursuzluğu izhar edercesine
“haa, öyle mi...”
diye geçiştirici bir cevap verir. Kani Karaca’nın meşk ettiği zat Sadeddin Heper’dir. O vakitler Sadeddin Heper ile Mesud Cemil arasında bir tatsızlık vardır. Mesud Cemil, Kani Karaca’nın okuyuşunu o kadar beğenmiş olacak ki aralarındaki aralarındaki bu tatsızlığa rağmen, Sadeddin Heper’in
Beyoğlu Malmüdürlüğü
’nde veznedarlık yaptığı kuruma ziyaretine gider. Mesud Bey, Heper’in odasına girer ve “
Efendim, evet aramızda birtakım tatsızlıklar oldu, limoni vaziyetler geçti, fakat buna bir son vermeliyiz. Kani adlı bir talebenizle tanıştım, çok beğendim. Ona siz meşkediyormuşsunuz. Eğer müsaade buyurursanız, sizden meşk ettiği klasik
eserleri radyoda ona okutturup kaydedelim.”
der. Sadeddin Heper bu durumu talebesine iletir ve Kani Karaca’dan “siz nasıl uygun görürseniz” cevabını aldıktan sonra Mesud Bey’e olumlu bir cevap verir. Böylelikle Kani Karaca’nın radyo serüveni başlar. Kani Karaca’nın radyoda okuduğu ilk eser;
Küçük Mehmed Ağ
a’nın “
Ol gonca-dehen gül gibi güldükçe demadem”
şeklinde başlayan acem-buselik bestesidir. Kani Karaca radyoda, klasik üslupta ve icrası noktasında bir hayli zorlayıcı makamlarda bestelenmiş olan birçok eseri okur ve icra esnasında kendisine dönemin en mühim sazendeleri eşlik eder.

Musikide eşsiz bir ses

Kani Karaca,
Nuri Halil Poyraz, Hopçuzade Şakir Efendi, Refik Fersan, Halil Can, Münir Nurettin Selçuk, Arif Sami Toker
gibi birçok önemli sanatkardan istifade ettiğini, meşk ettiğini söyler. Döneminin en büyük musiki üstadlarından dersler alan, sohbetlerinde ve musiki meclislerinde bulunan Kani Karaca, irticalen okuma noktasında öyle bir konuma gelir ki dönemin en kabiliyetli sanatkarı olduğu herkes tarafından ifade edilir.
Alaeddin Yavaşça
, akordu bozulan sazendelerin akordunu Kani Karaca’nın sesinden yapabileceğini söyleyerek onun sanatında gelmiş olduğu noktayı veciz bir şekilde ifade eder. Musikide kemale erdiği, ustalık döneminde okuduğu mevlidler, gazeller, kasideler bütün bir halk tarafından hayranlıkla dinlenir. Sesini öylesine sanatkarane kullanır ki bir enstürmanın tatbikinden aciz kalacağı nağmeler yapar ve hiçbir sazın bulamayacağı perdelerde, komalarda gezinir. Perdelere hakimiyetiyle sazende arkadaşlarına latifede bulunmak maksadıyla koca bir sazende ekibini sesi ve dehası vasıtasıyla hiç hissettirmeden başka makamlara başka perdelere götürür. Kani Karaca
1975
yılında kurulan
Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı
’nın ilk hocaları arasında yer alır ve
1979
yılına kadar burada
kudüm
ve
usul
dersleri verir. Kani Karaca yurt içinde ve yurt dışında birçok yerde Kur’an okur, konserler verir,
1955
’ten vefatına kadar
Konya Mevlânâ ihtifallerine
katılır, Türk milletine ve Türk müziğine çok emek verir, hizmetlerde bulunur. Türk musikisinin yıldız ismi Hafız Kani Karaca
1995
yılında
İstanbul Radyosu
’ndaki işinden emekli olur.

Dünyanın en neşeli insanı

Kani Karaca dünyanın en neşeli insanıdır. Öyle tarif eder babasını Mehmet Ali Karaca;

“...Çok neşeliydi. Yani yanında olsanız hiç karamsar olamazdınız… Onda farklı bir şey olduğunu anlardınız. O çok sosyaldi...”

ve hobileri, merakları üzerine şunları söyler;

“...Elektronik aletlere düşkündü. Almanya başbakanı Telefunken’in video çalarını hediye etmişti. 1970’li yıllardı. O zamanlar “Uzay Yolu” dizisi vardı. Biz takip ederdik. Babam Amerika’ya gidecekti, ben de diziyi videoya çekecektim gelince seyretmesi için. Gitmeden kurmaya çalışıyorum. Nereye takılacağını da bilmiyorum. Kablolara bakıyorum, bir tanesinin yerini bulamadım. Babam dokundu, "Buraya takacaksın" dedi ve alet çalışmaya başladı! Eskiden arkası yarın şeklinde piyesler olurdu TRT'de... Onları izlemeyi severdi. Kur'ân-ı Kerim, klasik müzik onun dünyasıydı… Fıkra hafızası çok iyiydi. Binlerce fıkra biliyordu. Gece yarısı bile uyandırsanız, konuya uygun çok güzel fıkralar anlatırdı size. Çok neşeliydi babam...”
Kani Karaca kendisine yöneltilen
“Kani Karaca kimdir?”
sorusuna
“Canım, alelade bir şarkıcı işte”
diyebilecek kadar mütevazıydı.

Ailesi

Kani Karaca
1958
senesinde bir mevlid merasimine davet edilir.
Hafize Hanım
ile ile bu merasimde görüştürülür. Hafize Hanım’ın akrabaları, arkadaşları ama biriyle evlenmenin meşakkatli, zor bir iş olduğunu telkin ederek onu bu işten vazgeçirmeye çalışsalar da Hafize Hanım, Kani Karaca’yı gördükten sonra evlenmeye razı olmuştur bile. Bu mutlu evlilik
46 yıl
boyunca devam eder. Hafize ve Kani Karaca çiftinin mahdumları Mehmet Ali Karaca annesi ile ilgili şunları söyler;
“...Babamın bütün ihtiyaçlarıyla annem ilgileniyordu. Babamın eli ayağı gibiydi annem. Çok müşfik birisiydi. Hiçbir şeyden şikâyet etmez, hep tevekkülle karşılardı...kitap okumayı çok severdi. Bize kitap okuma alışkanlığını o kazandırdı. Annemle babam görücü usulü ile evlenmişler ama birbirleri için çok iyi bir seçim olmuş...”
Hafize Hanım’a çevresi
“Muazzez”
namıyla hitap ettiği için Kani Karaca da hep öyle seslenir. Hafize Hanım ise Kani Karaca’ya bir ömür
“Hafız”
diye hitap eder. 2 erkek 1 kız 3 çocukları olur. Hafize Hanım neredeyse bütün programlarında, seyahatlerinde Kani Karaca’nın yanındadır.

Türk müziğinin büyük hizmetkarına veda

Kani Karaca
1955
yılında hayatında uzun yıllar sürecek bir geleneği başlatır. İstanbul’da bulunduğu vakitlerde her
Cuma
sabah namazını müteakip
Fatih Sultan Mehmed’
in türbedarı
Ahmet Amiş Efendi
’nin huzurunda,
Ali Ulvi Kurucu
’nun kendisi için yazmış olduğu şiirinde tarif ettiği sesiyle Kur’an-ı Kerim okur;
“Bu nurdan ses, gerilmiş ufka, bazen bir gümüş tüldür

Ve bazen, ah'ü feryad eyleyen bir dertli bülbüldür.”
2004 yılının, Fatih’in İstanbul’u fethettiği gün olan
29 Mayıs
’ında bu güzel gelenek, bir büyük sanatkarın, bir büyük kurra hafızın ahiret yolculuğuyla nihayetlenir. Evinde yüce Allah’ına kavuşan Kani Karaca,
Fatih Camii
’nde cenaze namazının eda edilmesinin ardından
Edirnekapı Yüzbaşı Necati Bey Mezarlığı
’na defnedilir.
“Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,

Bir tesellî bırakmaz insanda”

Yahya Kemal


#Kani Karaca
#Türk Müziği
#Hafız Kani Karaca
3 yıl önce