Pazarların sıkıntısı kahvaltıyla geçer

Pazar günleri neden yapacak bir şey bulamadığımız, sıkıldığımız bir gün olsun ki? Seyahat yazarı Melih Uslu, bu sıkıntıya neden olanın, tüm hafta çalışıp, pazar günleri yatmak fikri olduğunu, bunu da bize Batı tipi yaşamın dayattığını söylüyor. Ona göre pazar günleri bu tür sıkıntılardan kurtulmanın ilk yolu aileyle yapılacak güzel bir kahvaltı.

Merve Akbaş Yeni Şafak
Melih Uslu.

"Pazar günleri, hayatın intikam günleri” diyor Ayfer Tunç, Suzan Defter isimli kitabında. Peki neden böyle hissediyoruz? Tunç’a göre “Neşeli başlasın ve öyle geçsin diye gayret edildikçe insanı koyu bir yalnızlığa, anlaşılmaz bir kedere iten günler”dir pazarlar. Bana kalırsa bu günleri çok da iyi değerlendiremediğimiz için bizi sıkıntıya sürükler. Sahi, neden boş durma günüdür pazar?

Bu hafta pazarların ipliğini pazara çıkarmak için seyahat yazarı Melih Uslu ile sohbet ediyoruz. Aslında Uslu’da benim gibi düşünüyor. Ona “klasik bir pazarını” sorduğumuzda da bu fikirlerinden de bahsediyor: “Bütün hafta çalışıp pazar günlerini yatarak, yiyerek ve TV izleyerek geçirenlerden değilim. Aslında bu tarz, Batı tipi bir yaşam biçiminin bize biçtiği bir dayatma… Her günü okumak, öğrenmek, keşfetmek ve kendimi geliştirmek için bir fırsat olarak görüyorum. Bu nedenle pazar günlerinin benim için özel bir anlamı yok.”

SOSYAL MEDYA İLE BAĞLANTINIZI KESİN

Uslu’ya yine de “Pazarları sıkıntı olmaktan kurtarmak için öneriniz nedir?” dediğimizde ise Cemal Süreya’dan başlayarak yanıtlıyor. Uslu şunları öneriyor: “Cemal Süreya’nın dediği gibi, ‘Kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı!’ diyerek söze başlamak istiyorum. Sevdiğiniz insan ya da insanlarla birlikte iyi bir kahvaltıyla güne başlamak, pekâlâ mutlu bir pazarın anahtarı olabilir. Üstelik bu anlamda şanslıyız. Çünkü Türk kahvaltısı hem sağlıklı hem de dünyanın en iyilerindendir. Kahvaltının kendisi kadar yeri de önemli elbette. Kahvaltı için mekân arayışı, kavurucu sıcaklarda püfür püfür bir dağ başına gitmek için size başlı başına bir sebep sunabilir. Kahvaltı sonrası bir hamakta nicedir okumak istediğiniz kitabınızın satırlarında kaybolabilir, civarda yürüyüşler yaparak doğanın seslerine ve devinimine kulak verebilir ya da yürüyüşler yaparak kendinizle ya da sevdiğiniz insanla baş başa kalabilirsiniz. Yürümek, bilgisayarlara, cep telefonlarına, sosyal medyaya olan bağımlılığımıza bir an bile olsa ilgimizi kesip, doğayı ve şehirlerimizi daha yakından duyumsayıp anlamamızı sağlayabilir.”

FARHADİ’Yİ İZLEYİN

Pazarların alışkanlıklarından biri de her zamankinden daha fazla sinemaya yönelmek bana kalırsa. Bu nedenle Uslu’ya bugün izlenecek filmleri soruyorum. Uslu, “Bence Elly Hakkında harika bir pazar filmi olur” diyor ama burada da kapatmıyor konuyu: “İran sineması ve yönetmen Asghar Farhadi filmleriyle henüz tartışmadıysanız bir fırsat verin derim. Filmde kısa bir tatil için deniz kıyısında bir eve giden bir grup arkadaşın karşılaştığı beklenmedik gelişmeler anlatılıyor. Berlin Film Festivali’nde ödül alan film, bir arada olmanın matematiğiyle yaklaşıyor olaylara. İzleyin ve pazar günlerinin getireceği sürprize karşı önleminizi alın.”

Hayallerimizi besleyen okumalar

Pazar günlerinin manevi boşluğunu Orta Asya bozkırlarına benzetilebilir. Sanki uçsuz bucaksız bozkırdaymışız gibi… Ve bu boşluk bize okumak için de geniş zaman dilimleri sunabilir. Uslu’ya bunu da soruyorum. Bana ilk önce, “Bir tatil gününü değerlendirmenin en iyi yolu, hayallerinizi besleyen okumalar yapmaktan geçer” diyor. Sonra da Filibeli Ahmet Hilmi’nin meşhur kitabı A’mâk-ı Hayal’i öneriyor. Filibeli’nin anlatısının bize kainatı anlamlandırma da yardımcı olacağının altını çiziyor: “Bir pazar günü okuyup çok sevdiğim bir kitaptan bahsetmek istiyorum: A‘mâk-ı Hayal. Bütün kitap boyunca ruh ve kâinatın sırrı ile varoluşun gayesi araştırılarak insanı mutluluğa götürebilecek felsefi yollar ortaya konuyor. Buna göre kâinatta olan biteni anlamak ve hadiseleri doğru değerlendirmek için çokça okunan eser, bu yüzden birçok defa basılmış. Kitap, yazarın muhayyile zenginliği yanında tasavvuf ve felsefedeki vukufunu ve bunu ifade etmedeki kabiliyetini de ortaya koyuyor.”

Malum pazarlar biraz da bizim yönlendirmelerimizle ilerliyor. O halde özellikle bugün göresiniz gelen arkadaşlar da var mıdır? Uslu bu sorumuza siyasi bir cevap veriyor bana kalırsa. “Kendimi yakında rahat hissettiğim, bilgisi, vizyonu ve gündemiyle beni zenginleştiren her insanla bir pazar günümü geçirebilirim” diyor. Sonra da şu öneriyi ekliyor: “İnsan hayatı kısa ve öğrenecek, deneyimleyecek çok şey var. Size, yeni güzelliklere kapı açacak anahtarlar sunan insanları tercih edin.”

Favori mekânım bahçemdeki hamak

Siz sormadan ben söyleyeyim, Uslu’nun pazar günleri favori mekânı ise evinin bahçesindeki hamakmış. Ben soruyu sorunca Uslu, usul usul Fikret Kızılok’un “Hamaktayım” parçasını mırıldanmaya başlıyor: “Gölgesine serilmiş bir efil rüzgâr/Ne düşteyim ne yatakta/Sağını soluna koymuş da unutmuş/Yaşımı geriye doğru saymaktayım/Hamaktayım.” Fakat karşımda bir seyahat yazarı var, belki bize pazar önerileri gelir diye şansımızı biraz daha zorlayarak ona en iyi ve en kötü pazarını soruyorum. Doğru soru buymuş. Uslu, en eğlenceli anılarından birini böylelikle anlatmaya başlıyor: “Bodrum’un efsane denizcisi Asım (Başaran) Kaptan’ın davetiyle İstanköy (Kos) Adası’na geçtiğim gün, en güzel pazarlarımdan biriydi. Turkish Sealines’a bağlı feribot ile bir saate ulaştığım adaya, Osmanlılar tarafından fethinin 500. yılında ayak basmak nasip oldu. Hipokrat Meydanı’nda yükselen dünya güzeli Cezayirli Gazi Hasan Paşa (Lonca) Camii’ni ziyaret etme fırsatı buldum ve restorasyonun bir an önce tamamlanmasını diledim. Hemen her köşesinde dört asırlık Osmanlı idaresinin izlerini taşıyan adanın sokaklarında gezinip İstanköy’ün en büyük Türk köyü Germe’ye (Platani) uzandım. Köy meydanındaki Cin Kahvesi’nde Mehmet Cin’in (Tzin) buz gibi tarçınlı şerbetleri eşliğinde köy ahalisiyle tanışıp Türk kahvesiyle sohbeti koyulttuk. Köyün ileri gelen simalarından Hasan Curoğlu, Hüseyin Karali ve diğer dostlar, Türkiye’den gelenlere hasret. ‘Osmanlı zamanından beri buradayız. Köyümüze bekleriz,’ diyorlar. Köyün domates reçelinin, elmalı keklerinin ve misafirperver insanlarının tadına doyum olmuyor. 1523’te Osmanlı Devleti’ne katılan İstanköy 1912’de İtalyanlar tarafından işgal edildiğinde, resmî kayıtlara göre adada 4 bin 662 Türk ikamet ediyordu. Paris Antlaşması ile Yunanistan’a bırakılan adada halen 2 bin civarında Türk yaşıyor. En kötü pazar günüm ise bir havayolu firmasının SMS mesajına itimat edip Zagreb uçuşunu kaçırdığım gün olabilir.”

Pazarları da klavye başındayım

Sohbetimizin sonuna yaklaşırken başlangıçta biraz bahsettiğimiz konuyu yeniden açıyorum: Pazarları çalışır mısınız? Uslu, uzun yıllardır hayatını sadece yazarak kazanan biri olarak, pazar günleri kendini sıkça klavye başında buluyormuş. Metin yazarlığının, rutin mesai saatlerine sığan bir şey olmadığını, “Meseleyi daha iyi nasıl ifade edebilirim?” diye bir gündeminin hep olduğunu belirtiyor. Tam da bu nedenle işleri sıkça pazarlara sarkarmış. Uslu, “Neyse ki yazmayı işten çok bir yaşam biçimi olarak görüyorum. Bu nedenle de iş hobiye dönüşüyor ve çoğu kez yorgunluk hissetmiyorum. Hayatınızı renklendirmek için sevdiğiniz bir işiniz olmalı, işinizi sevmeli ya da mesleğiniz dışında bir uğraşı edinmelisiniz” diyor.

Gelelim son soruya; pazar günü bir insan olacak olsa nasıl birisi olurdu? Uslu hayalimizdeki pazar adılı canavarı anlatıyor adeta: “Tembel, obur, ertesi günün gelmesini istemeyen biri olabilirdi.”


Temelini attık ama mezun olamadım