1980’den günümüze Ankara’da edebiyat yapmak

Türk edebiyatının önemli dergilerinin bir kısmı Ankara’da kuruldu, dikkat çekici romanların bir kısmı Ankara’da yazıldı, kimi şiir topluluklarının temellerinin bu şehirde atıldı. Ancak yine de Ankara’nın “İstanbul’un gölgesinde” kalmaktan kurtulamadığı anlaşılıyor. Peki 1980’den günümüze bu durum nasıl şekillendi? Arif Ay, Hüseyin Su, Hicabi Kırlangıç, Necip Evlice, Yağmur Tunalı, Biray Üstüner’e Ankara’nın edebiyatla olan ilişkisini sorduk.

Halil Solak Yeni Şafak
Peki 1980 sonrasındaki süreçte durum değişti mi?

Necati Tonga’nın Bir Edebî Muhit Olarak Ankara adlı kitabından yola çıkarak kaleme aldığı yazıda Yakup Öztürk Türk edebiyatının önemli dergilerinin bir kısmının Ankara’da kurulduğunu, dikkat çekici romanların bir kısmının Ankara’da yazıldığını, kimi şiir topluluklarının temellerinin bu şehirde atıldığını söylüyor. Ancak yine de Ankara’nın “İstanbul’un gölgesinde” kalmaktan kurtulamadığı anlaşılıyor.

Peki 1980 sonrasındaki süreçte durum değişti mi? Ankara tam anlamıyla edebiyatın merkezi oldu mu? Yoksa İstanbul’un gölgesindeki konumunu devam mı ettiriyor?

Biz de Yeni Şafak Kitap olarak Ankara’da yaşayan şair, yazar ve yayıncılara iki soru yönelttik:

1. İçinde bulunduğunuz çevrede nasıl bir edebi ortam var/dı?

2. Siyasi anlamda başkent olan Ankara’nın edebiyatın da başkenti olduğunu düşünüyor musunuz? Neden?

İşte Ankara’nın çeşitli edebî muhitlerinden ve yayın çevrelerinden Arif Ay, Hicabi Kırlangıç, Necip Evlice, Yağmur Tunalı, Hüseyin Su, Biray Üstüner’in sorularımıza verdiği cevaplar…

BİRAY ÜSTÜNER: Ankara’da bir edebiyat ruhu vardı

1980’de Ankara’da, Aziz Nesin, Attilâ İlhan, Ayla Kutlu, İlhami Soysal, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Pınar Kür, Sevgi Soysal gibi, edebiyatın kimliğini, niteliğini, işlevini, sosyal ve siyasal misyonunu tartışan isimlerin yol gösterip yön verdiği bir edebiyat ruhu vardı. Sadece yazarlar değil, sayısı ve önemi tartışılamayacak bir okur grubu da bu ortama dahildi. Kitabevlerinde, aradığınız neredeyse tüm kitapları bulmakla kalmayıp yazarlarla karşılaşma, tanışma şansına da sahiptiniz. Edebiyata, özellikle üniversite gençliği ve ellinin üstündeki yaş grubu ilgi gösteriyordu.Kitap fuarlarının şimdiki gibi gündemde olmadığı o dönem, akademisyenler, araştırmacılar, tarih meraklıları, sanatseverler, kitabevi etkinliklerinin mutlak katılımcısıydılar.

İkinci soru, sanıyorum, edebiyatın başkentinin İstanbul olduğunu düşünenler üzerine sorulmuş. “Edebiyatın başkenti” deyişini anlam ve anlatım açısından yanlış buluyorum. Kolayca yapılabilecek bir araştırma, bugün İstanbul’da yerleşik pek çok edebiyatçının, Ankara’dan göçtüğünü gösterir. Bir başka araştırma da Ankara’ya yerleşen edebiyatçıların, Anadolu’nun neresinden göçtüklerini.

YAĞMUR TUNALI: Ankara hiçbir vakit edebiyat başkenti olmadı

Ankara’nın İstanbul’a göre güçlü kültür muhitleri yok. Biz Ankaralılar İstanbul’un gölgesinde yürürüz. Yüz yıla yaklaşan devlet gayretimiz de bu durumu değiştirememiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ankara’yı yazdığı vakit, böyle bir yeni kültür mâbedleri şehri de hayal ediyordu. Biz o hayalin çocuklarıyız. Şimdi bu hayal cılız bir hakikat halinde hayatımızı idare etmeye devam ediyor. Ankara politik bir şehir. Edebî muhitlerin oluşması her zaman siyasî ve ideolojik bağlılıklarla çerçevelidir. İstanbul ve diğer şehirler daha esnektir. Ankara sol ağırlıklı bir kültür hayatına alışıktır. Sağ her rengiyle vardır ama geriden gelir. Sağda edebiyat adacıkları vardır. Solun hayatı edebiyatla geçer. Kalite ayrı meseledir. Sol daha kaliteli edebî eser vermiş değildir. Benim gençliğimde, dergiler etrafında gelişen bir edebî hayat vardı. Hisar dergisi pür sanat endişesiyle öndeydi. Mehmet Çınarlı’nın titizliği bu güzel dergiyi Türkiye’nin en güzel dergilerinin arasına yerleştirmişti. 1976’da ben de Hisarcılar arasına bir şiirle dâhil olmuştum. Büyük işti. Çünkü o vakitler bir dergide şiiri, yazısı yayınlanan edebiyat âlemine kabul edilmiş sayılırdı. Mâverâ, Töre ve daha ikinci planda dergiler de edebî merkezler halindeydiler. Sağ bütün renkleriyle yan yanaydı. İç içeydik. Mesela, Rasim Özdenören’le Emine Işınsu, İlhan Geçer’le M. Âkif İnan toplantılarda hep beraber olurlardı.O merkezlerden yetiştik. Şimdi daha ferdî bir hayat sürülüyor. Edebiyat çevreleri de daha gevşek ve yeni hayatımızda edebiyat o kadar belirleyici de değil. Tabii edebiyatsız olmaz. Yine dergiler, sosyal medya etrafında inzibatsız bir edebiyat devam ediyor. Herkesin her yazdığı edebiyat kabul edilebiliyor. Ciddî meseledir. Tartışılmalıdır.

Ankara hiçbir vakit edebiyat başkenti olmadı. Politik edebiyatın başkenti bile sayılmaz. Sanat angajman kaldırmaz ama böyle bir ideolojik ve politik sanat da var. Bu tarzın iki büyük ismi Necip Fazıl ve Nâzım Hikmet Ankara’dan değillerdir. Siyasetin sanata etkisi her zaman olumsuzdur. Sanat desteksiz (hâmîsiz) yaşamaz. Bu fikir geçmiş zamanlar kadar kesin bir gerçek değildir. Sanatın siyaset vesayetine girmesi felakettir. Ankara, siyasetin keskinleştiği dönemlerde irtifa kaybeden bir ruhla yaşar. Bugün, dünya ve genel hayat şartları yanında bu bakımdan da böyledir. Ruh ve mana gerilemesi edebiyatı çelimsiz kılar. Yahya Kemal doğru söylüyor: “Eski Türklerin mânevî bir hayatı varken bir edebiyatı vardı. Yeni Türklerin ancak manevî bir hayatı olursa edebiyatı olur.”

Söylenecek söz budur. Ankara, bugün dünden daha kurak ve çoraktır. Çünkü ruhu kaybolmuş bir hayatı söylüyoruz. Edebiyat bu toprakta ancak bu kadar ve böyle hayata etkisi uzaktan, ayrılmış adacıklarda yeşeriyor.

NECİP EVLİCE: 12 Eylül edebiyat ortamını dağıttı

80’ler Ankara’sında öğrenciydim ve 12 Eylül darbesinin öncesini sonrasını tüm canlılığıyla yaşadım. Ankara’ya öğrenci olarak geldiğimizde, Maraş’tayken izlediğimiz Edebiyat Dergisi’ne dahil olmak, o iklimi yaşamak, okuma ve yazma eylemine Nuri Pakdil ve arkadaşlarının gözetiminde devam etmek, kuşkusuz hem edebî, hem de siyasal/ideolojik açıdan bir ayrıcalıktı. Edebiyat Dergisi ve Nuri Pakdil yaklaşımının her kesim açısından farklı ve özgün bir duruşu vardı. Bu duruşu gösterebiliyor olmak önemli bir sorumluluğu da yüklüyordu insana: çağa ve kurulu düzene meydan okuma sorumluluğunu. 80’lerde iğrenç terör ortamına rağmen, genellikle sol/marksist kesimin egemenliğinde olan sinema, tiyatro, resim sergileri, söyleşiler, paneller, yayıncılık ve kitabevleri gibi canlı bir sanat/edebiyat ortamı vardı Ankara’da. Bu ortam 12 Eylül 1980 sonrasında hızla dağıldı, etkisi azaldı ve giderek yok oldu. 1980’li yıllarda çok canlı ve etkili bir ortam olan Edebiyat Dergisi de bu olumsuz gidişten payına düşeni aldı ve 1984 yılı sonunda kapandı, ama etkisi ve bilinirliği artarak devam etti.

Yazık ki Ankara’nın, edebiyatın da, kültürün de başkenti olduğunu düşünemiyorum. Böyle bir şeyin hedeflendiği konusunda da kuşkularım var. Devlet Tiyatroları’nın birkaç salonu ve CSO dışında gözle görülür, hissedilir hiçbir sanat/edebiyat organizasyonu yoktur Ankara’nın. Biraz da halktan, halkın değerlerinden kopuk bir yöne doğru zorlamanın sonucu olarak olsa gerek, sivil girişimler de oluşmamıştır. Ankara’nın bozkır kuraklığı tüm sanat ve edebiyat alanlarında devam ediyor maalesef.

ARİF AY: Kendimiz çalıp, kendimiz oynuyoruz

Bir iki mekânın dışında içinde bulunduğum çevrede edebiyat ortamından söz edemeyiz. Dergi olarak Hece, Edebiyat Ortamı, Sebîlürreşad; kitabevi olarak Akçağ (kapandı), Birleşik, Dost, Cebeci Hamamönü’nde Fatih Kitabevi, bu mekânlar, Türkiye Yazarlar Birliği de dahil, yazar ve şairlerin uğrak yerleridir. Sakarya’da bir iki çayevi de eklenebilir bunlara. Bu mekânlarda edebiyattan ziyade, daha çok siyaset, bürokrasi, spor ve gündelik işler gündemi oluşturur. Edebiyatın merkeze alındığı ciddi, derinlikli tartışmaların, edebiyat sohbetlerinin yapıldığı bir ortam yok ne yazık ki Geçen yıl, Türkiye Yazarlar Birliği’nde Necip Tosun’un başlattığı “Kırklar Meclisi”ni önemli bir edebiyat etkinliği olarak anmamız gerekir. Modern hayatın, mahalleyi siteye, çarşı-pazarı AVM’ye dönüştürmesinden beri edebiyat ortamları da ortadan kalktı. Eski ortamlar bir nostalji olarak kitaplarda kaldı.

Son 20-30 yılı göz önüne aldığımızda, kültür başkentlerinden değil, kültürsüzlük başkentlerinden söz edilebilir. Edebiyat da bu kültürsüz ortamın bir parçası olarak bundan nasibini alıyor. Dolaysıyla ‘edebiyatın başkenti’ ifadesi, altı boş bir ifade gibi geliyor bana. Ankara yetmişli yıllarda edebî faaliyet açısından İstanbul’un kulak kesildiği bir kentti. Önemli dergilere ev sahipliği yapıyordu: Edebiyat, Mavera, Hisar, Türkiye Yazıları vs. O yıllarda Türk edebiyatının önde gelen isimleri Ankara’da ikâmet ediyordu: Nuri Pakdil, Rasim Özdenören, M. Akif İnan, Alaeddin Özdenören, Cahit Zarifoğlu, Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Külebi, Mehmet Çınarlı, Attilâ İlhan akla ilk gelen isimler. Günümüzde edebiyat, toplum hafızasında yeri olan bir uğraş olmaktan çıktı. Kendimiz çalıp, kendimiz oynuyoruz. Hayatını iki yüz-üç yüz sözcükle idame ettiren bir toplumda ‘edebiyat başkenti’nden söz edilebilinir mi? Edebiyat; yazarıyla çoğunlukta, okuruyla azınlıkta bir uğraş artık. Bu bağlamda Ankara, her iki açıdan da başkent özelliği taşıyan bir kent değildir.

HÜSEYİN SU: Türk edebiyatının başkenti her zaman İstanbul oldu

Edebî ortam, ifadesi galiba bir hayli değişime uğradı. Edebiyatçılar tarafından böyle bir ortama ihtiyaç duyulup duyulmaması da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir husus. Elli altmış yıl önce yaşayan, yazan edebiyatçıların ‘edebî muhit’ dedikleri ortamları ve bu ortamların sahih etkilerini bugün hiçbir edebiyat çevresinde bulmak mümkün değil. Bir özlem duygusu değil söylemek istediğim, konu üzerinde düşünürken dikkat etmemiz gereken bir husus. Sanırım seksenli yıllardan sonra hızla değişti edebiyat ortamları ve işlevleri; giderek azaldı ve işlevlerini de yitirdiği söylenebilir. Bunun birkaç nedeni var kanaatimce. Birincisi, değişen hayat anlayışı, maddî ve manevî şartlar, modern, postmodern zihnin hayata dair değer yargılarını yeniden biçimlendirmesi, elemesi, iletişim araçlarının hayatımıza etkisi vb… İkincisi, yazarların ve okurların (tabii yayıncıların; yani sektörün) edebiyatla ilişkilerinin, edebiyata insanî bir değer, bir eylem olarak bakışlarının, yazı ahlâkının değişmesi. Böyle etkenlerle edebiyat öğrenilmeye ihtiyaç duyulmayan bir ilgi alanına dönüşünce edebî ortamlara veya muhitlere de ihtiyaç kalmadı. Yazdığı dergiyle birebir hiçbir ilişkisi olmayan, hatta yazdığı dergiyi okumayan bir yazarlık anlayışıyla edebiyat dergilerinin ve yazar kuruluşlarının bile bir edebî muhit olmadığı günlere eriştik. Edebiyatla ilgili böyle sorunlarımızı değişimle açıklayarak teslimiyetimizi de kabul ve ilân etmiş durumdayız. Ben edebiyat ortamlarını yetmişli yıllarda Büyük Doğu, Diriliş ve Edebiyat dergileriyle tanıdım. Edebiyatı, okumayı, yazmayı ve düşünmeyi bir ahlâkî ilkeler çerçevesinde öğrenme ve terbiye usûlü esastı bu ortamlarda. Bu dergilerin birer üstadı, ağabeyi vardı başında ve buralara gelip gidenler de onlara bakarak, onları dinleyerek, yazdıklarını okuyarak öğrenirdi edebiyatı. İlke olarak sanatta, edebiyatta, okumada ve yazmada meşk usûlü esastır. Ankara özelinde düşündüğümüzde özellikle yetmişli yıllardan itibaren Hisar, Edebiyat, Mavera dergilerinin, daha sonra da bizim yayımladığımız dergilerin, bir de Türkiye Yazarlar Birliği’nin mekânlarının ve bazı kitabevlerinin ortam olarak önemli işlevlerinin olduğunu söyleyebiliriz. Elbette başka önemli dergiler ve yayınevleri de oldu ama bu mekânlar sadece yayıncılık değil, birçok açıdan da etkili oldu. Bunların bir kısmını yakında yayımlanacak Müstear Mekânlar adlı kitapta anlatmaya çalıştım. Bir kısmını da Takvim Yırtıkları’nda daha önce yazmıştım.

Erişim, yazma ve yayımlama imkânı açısından bakınca ‘edebiyatın başkenti’ kavramı da önemli derecede tartılışır hâle geldi. Yine de böyle bir ayrımın varlığından hareketle söyleyecek olursak, taşra edebiyatı, önemli dergileri, yazarları ve şairleriyle artık İstanbul edebiyatına karşı sesini yükseltiyor ve onunla yarışabileceğini iddia ediyor, yarışıyor. İstanbul ve taşra şeklinde bir ayrımın kalmadığını söylüyor. Gerçek bugün böyle olmakla birlikte kendi adıma Türk edebiyatının yüzyıllardan beri İstanbul merkezli bir edebiyat olduğunu düşünürüm. Bu bağlamda kanaatim odur ki Türk edebiyatının başkenti her zaman İstanbul oldu. Sorun, Ankara’da, Erzurum’da, Adana’da, Konya’da da çok önemli dergiler yayımlanıyor, önemli yayınevleri, önemli yazarlar, şairler yaşıyor… şeklinde bakılabilecek bir sorun değil. Türk siyasetinin, Türk ekonomosinin de başkenti hâlâ İstanbul’dur; bu yargıda hiçbir çelişki yok. Türkiye, her zaman İstanbul’dan bakarak değerlendirilir ve konuşulur. Hem Türkiye’den dünyaya hem de dünyadan Türkiye’ye bakarken bir ülke yönetimi ruhu, bilinci ve etkisi itibariyle Türkiye’nin her anlamda başkenti hâlâ İstanbul’dur. Ankara ise hâlâ her anlamda ve reelpolitik gücüne karşın taşradır. Türkiye’nin bağlı olduğu coğrafî kaderi itibariyle de bu hep böyle olacaktır. Bu hakikat bir siyasa kavgasından başka bir bağlamı ve bakış açısını ima ediyor bize. Ankara’da edebiyat ve yazmak fiili, mahiyet itibariyle genellikle memur/yazarların elde etmek istedikleri ekgöstergelerinden sonra ikinci dereceden ilgisi ve politik gündemlerinden sonra da ikinci gündemleridir.

HİCABİ KIRLANGIÇ: Ankara’nın işi bir hayli zor

Edebiyat dergileri bakımından canlı diyebileceğim bir ortamda bulundum öğrencilik yıllarımda Ankara’da. 80’li yıllardan söz ediyorum tabii. Mavera ve Aylık Dergi gibi edebiyat dergileri Ankara’da yayınlanıyordu. Bendeniz Aylık Dergi’de kimi işlerin ucundan tutuyordum çömez kapasitemle. Nuri Pakdil’in Edebiyat dergisi yeni ayrılmıştı aramızdan. Türk Dili dergi olarak pek ilgimi çekmemiş gibi o zamanlar. Eski havası yoktu zaten derginin. Ayrıca İktibas gibi bir düşünce dergisini de unutmamak gerek. Çevremizde kitapçıların da hatırı sayılırdı. Akabe, Pınar, Fatih, Dost, Galeri Kültür gibi kitabevleri Ankara’ya edebî açıdan hatırı sayılır bir canlılık sağlamaktaydılar. 90’lı yıllara gelindiğinde bu dergilerin bir kısmı kapandı veya İstanbul’a taşındı. Yeni dergilerle tanıştık gerçi ama eski atmosfer yoktu. Kitapçıların da eski halleri kalmamıştı sanki. Şimdiyse kitap-kafeler devri.

Ankara’yı kültür ve edebiyatta başkent olarak görmek zorlama bir bakış olur. Edebî bakımdan canlılık var mı Ankara’da, var bir şekilde. Belki halihazırda hatırı sayılır dergilerin çoğu İstanbul’da değil Ankara’da yayınlanıyor, Türkiye Yazarlar Birliği’nin merkezi Ankara’da ama başkentlik ayrı bir ruh gerektiriyor. Zaten İstanbul ile Ankara’yı boy ölçüştürmek haksız rekabete girer. Teslim etmeli ki Ankara kadim şehirdir. Tarihte birinci merkez sayılabilecek konuma pek yükselmese de merkezlerden biri olmuş. Kültür ve edebiyat açısından da canlı dönemleri olmuş Ankara’nın. Bugün de bir şekilde canlılık varsa da İstanbul’u tahtından etmesi beklenmez. Bir de buna kurumların, belediyelerin ilgisizliği eklenince Ankara’nın işi bir hayli zor. Bütün bunlarla birlikte Ankara, 30’lu 40’lı yılların hoyrat ellerinde şekillenmiş o eski soğuk ve donuk şehir değil artık.