Abdullah Uçman’ın kaleminden Mehmet Kaplan

Abdullah Uçman, Mehmet Kaplan biyografisini yayımladı. Uçman, Kaplan’ı tanımanın, onun talebesi olmanın bu dünyada tadılacak manevî zevklerin en değerlisi ve paha biçilmezi olduğunu dile getiriyor. Biyografi, Türkolojinin bu büyük ismini ilk defa bu derece yakından tanımak imkânını sunuyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Mehmet Kaplan.

YAKUP ÖZTÜRK


Türk Kültürüne Hizmet Vakfı’nın 2023 Cumhuriyetin 100. Yılına Armağan Yayın Projeleri kapsamında Kültürümüzün Temelini Oluşturan Değerli İnsanlarımızın Biyografileri serisinden bir kitap daha okuruyla buluştu. Abdullah Uçman’ın İdealist Bir Kültür Milliyetçisi Mehmet Kaplan başlıklı bu eseri Türkolojinin yaygın sayılabilecek sahalarında derin izler bırakan Kaplan’ın hayatına, eserine ve fikir dünyasına ayrıntıları ile bakıyor. Bu biyografide, Kaplan’ın çocukluk yıllarından tahsil hayatına, oldukça sancılı evliliğine, günlüğünde “Hikmet sahibi değil, hiddet sahibi” dediği eşi Behice Kaplan’ın dünyasına, hocalığına, Fransız filozof Alain’in Kaplan’ı manen yeşertmesine, Alain hakkında “Hayatıma o istikamet verdi” deyişindeki sırra, Türkiye’nin 1960’lardan sonra Anadolu’da kurulan üniversitelerine, hocanın yetiştirdiği talebe ve yönettiği tezlere, eleştirmeci kimliğine tanık olmak mümkün. Nesillerin Ruhu, Büyük Türkiye Rüyası gibi Kaplan denince hatırlanan eserler, kendisine gelen ya da kendi kaleminden çıkan mektupların muhteviyatı, çeşitli kalem erbabının hatıralarına yansıyan Kaplan portresi gibi sayılamayacak pek çok husus bu biyografiyi zenginleştiren diğer bir cephe olarak görülebilir.

TANPINAR’IN ASIL BÜYÜK ŞANSI

Abdullah Uçman’ın tespitiyle Kaplan’ın akademik hayatında ona yol gösteren üç isim olmuştur. Tarih içerisinde edebiyat ve medeniyet arasındaki ilişkiye Köprülü dikkatini çekmiştir. Divan edebiyatının zengin dünyasını ona açan Ali Nihat Tarlan’dır. Dil şuuru ise Reşit Rahmeti Arat’tan gelir. Bu üç ismin dışında geniş kültürü ve sanatçı kişiliği ile Tanpınar’ın, “sanat ve edebiyatın ne olduğunu” Kaplan’a öğrettiği iddiası da Uçman’a aittir. Tanpınar’ın mirasına sahip çıkanın, onun asıl büyük şansının Mehmet Kaplan olduğu da burada ifade edilir. Tanpınar’ın bugünkü kuşaklara kazandırılması Kaplan sayesinde olmuştur. Bu kadronun yetiştirdiği bir ufuk, henüz lisanstan mezun olurken Emir Sultan hakkında bir tez hazırlamış, Namık Kemal, Tevfik Fikret monografileri yanında teoriyi, şiir incelemelerine getiren şiir tahlilleri ile akademik unvanlar almış, destanlarda tipler, Türk dili tarihi üzerine denemeler yazmıştır. Bugün üniversitelerdeki Halk Edebiyatı Kürsüleri de varlığını “büyük ölçüde” Kaplan’a borçludur. Uçman, Emir Sultan çalışmasının bugünün doktora tezlerinden daha ciddi bir çalışma olduğunu söyler. Ancak nedense bu tez hâlâ kitaplaşmamıştır. Kaplan’ın doktora tezi olan Namık Kemal çalışması da Tanpınar’ın danışmanlığında hazırlanmış, Halide Edip, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Caferoğlu ve Sabri Esat Siyavuşgil’den mürekkep bir jüri tarafından kabul edilmiştir.

YERLİ MALZEME İLE BATI ESTETİĞİ

İdealist Bir Kültür Milliyetçisi Mehmet Kaplan’da Kaplan’a dair onlarca ilgi çekici sahne de vardır. Mesela İstanbul’a taşralı ürkek bir genç olarak gelen Kaplan’ın “Tramvay raylarından sakın ayrılma” nasihatinden ötürü Süleymaniye Camii zannederek uzun süre Şehzade Camii’ne bakması bir masumiyet göstergesidir. 1958’de Erzurum Atatürk Üniversitesi’ne kurucu dekan olarak gönderilmiştir. Tanpınar, Kaplan, Erzurum’dayken şehrin üniversite hocasına yabancılığını hafifletebilmesi için “Rakı için ve sizi sarhoş görmeye alıştırın” dediği de bu kitapta aktarılır. İki yılı bile doldurmadan hayal kırıklığı ile şehirden ayrılmasının ardında hocanın giyiminden, fikirlerinden hayat tarzına kadar pek çok can sıkıcı dedikodu vardır. Kaplan, Türk edebiyatı araştırmacıları arasında yerli malzeme ile batı estetiğini buluşturmakta ısrarcı ilk isimlerden biridir. Bu kitapta da onun “Avrupalı her şeyi şekillendirme kudretini muhakkak ki resim ve heykelden aldı” gibi dikkat çekici tespitleri ile karşılaşırız. Orhan Okay, Paris’teyken bu çalışkan talebesine yazdığı bir mektupta “Yeni daima dışarıdadır” diyerek günlerini evde geçirmemesi gerektiğini hatırlatır. Nurettin Topçu’ya bakışı da dikkat çekicidir. Topçu’nun müthiş dindar olduğunu, bütün felsefesini İslamiyet’e dayadığını, ahlak ve imanın her şeyi düzeltebileceğine kani bulunduğunu söyledikten sonra “Ben hayatın biraz madde olduğunu sanıyorum” der. Ona göre Topçu, insanı anlamayış, derhâl itham ediş, müsamahasızlık hâli içerisindedir. Kaplan dindar olmadığını, dinî düşüncenin dünya işlerine karışmasını zararlı bulduğunu dile getirir. Atatürk’ün bir fikir değil şahıs olduğunu, ona izafe edilen Kemalizm ya da Atatürkçülüğün bir ideoloji olmayacağını anlatır. Atatürk’ün eleştirilebileceğini söylemesi de buradadır. Ona göre Atatürkçülük, Atatürk öldükten sonra doğan “bir içtimai hastalığın adıdır.” Uçman, muhtemelen bu iddialarını Atatürk’ü Koruma Kanunu tesiri ile yazdığını vurgular. Kaplan’ın Erzurum’dan ayrılmak zorunda kalmasının ardında da bu görüşlerine gelen ağır eleştiriler vardır.

Abdullah Uçman, Kaplan’ın Türk tarihinin inkârı karşısında en netameli dönemlerde tavır aldığını da tespit eder. Onun realist milliyetçiliği savunduğunu, Turancıları hayal bulutu içinde yüzenler olarak gördüğünü hatırlatır. Kitapta Kaplan’ın dergiciliği de uzun bahislerle ele alınır. Uçman, Kaplan Hoca’nın eserlerindeki bazı kısımları da eleştirmekten geri durmaz. Mesela Kaplan’ın, Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları’nı sıkça işaret ettiği hâlde bu kitaptaki Osmanlı şairlerinin sanatını hiçe sayan ifadeler karşısında herhangi bir yorumda bulunmamasını eksiklik olarak görür.