Betonarme üzerine yeniden düşünülmeli

Geçmişte inşa edilen Anadolu evlerinin bulundukları coğrafyaya uygun malzemelerle inşa edildiğini söyleyen Prof. Dr. Suphi Saatçi, “Bu şehirlerdeki evlerde coğrafya ile olan bütünlüğü hissedebiliyorsunuz” diyor ve ekliyor: “Yıkılan şehirler yeniden inşa edilecekse öncelikle bu ağır, insanlığa zorla kabul ettirilen betonarme yapı malzemesi üzerinde düşünmemiz lazım.”

Latife Beyza Turgut Yeni Şafak
Safranbolu.

Asrın felaketi” olarak nitelenen Kahramanmaraş merkezli ilk depremin üzerinden tam bir ay geçti. Arama kurtarma faaliyetleri yerini enkaz kaldırma çalışmalarına bırakırken pek çok kurum ve kuruluş şehirlerin yeniden inşası için plan ve projelere başladı. Bölgede kurulacak yeni şehirlerin yatay mimari biçimde zemine, toprağa ve doğaya yakın projelerle inşa edilmesi gerektiğini ifade eden Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Suphi Saatçi, betonarmeden vazgeçip özümüze, ahşap ve kerpiç gibi doğal malzemelere dönmenin önemli olduğunu söylüyor.Anadolu toprakları üzerinde inşa edilen geleneksel evleri düşündüğümüzde Karadeniz Bölgesi’nde ahşap ağırlıklı iken Ege Bölgesi’nde ahşap ve taşın birlikte kullanıldığını görüyoruz. Orta ve Doğu Anadolu’da kerpiç yaygınken Güneydoğu taş mimarisi ile öne çıkıyor. Saatçi, “Mardin, Antep, Urfa ve benim doğduğum Kerkük, Musul ve Erbil bu şehirlerdeki evlerde coğrafya ile olan bütünlüğü hissedebiliyorsunuz” diyor. “Yıkılan şehirler yeniden inşa edilecekse öncelikle bu ağır, insanlığa zorla kabul ettirilen betonarme yapı malzemesi üzerinde düşünmemiz lazım” diyen Saatçi, “Ülkemizde ahşap, kerpiç gibi daha hafif ve ekonomik malzemeler kullanma şansımız varken betonarme yapılarda ısrarcı olmak doğru değil” ifadesinde bulunuyor.

ŞEHİRLEŞME HOMOJEN ŞEKİLDE DAĞILMALI

Arsa sıkışıklığı, nüfus çokluğu gibi geçerli mazeretler şehirlerdeki yapıların kat sayılarının artmasına sebep oluyor. Saatçi Anadolu’da böyle bir yapılaşmayı nedensiz buluyor. “Arapça’da artık bir deyiş haline gelmiş bir ayet vardır. Zümer Suresi 10. ayette şöyle geçer ‘Allah’ın arazisi geniştir’ Öyleyse biz neden birbiri üzerine yığılmış bu evlerde ısrarcı oluyoruz?” diye soruyor. 11 ili birden etkileyen deprem sonrasında gözler elbette İstanbul’a çevrildi. Yıllardır konuşulan, “Büyük İstanbul Depremi” ve olası senaryoları dilden dile dolaşıyor. Saatçi, “Mutlu insanlardan ziyade otomotiv sanayiye teslim olmuş, yol ve kavşaklardan oluşan bir dünya başkenti” olarak tanımladığı İstanbul için bir an önce harekete geçilmesi gerektiğini vurguluyor. Ülkede şehirleşmenin homojen şekilde dağılması gerektiğini savunuyor. Depremin ardından çekilen her fotoğraf insanları hayrete düşürüyor. Örneğin betonarme bir bina tek bir camı dahi kırılmadan kökünden koparılmış bir ağaç gibi devrilebiliyor. Saatçi bu manzarayı, “Örneğin bir hurma ağacını düşünün. Yüksekliği 30-40 metreye kadar çıkar. Ama bir o kadar da kökü vardır aşağıda. Böyle olursa kimse onu deviremez. Ama köksüz bir bina yaparsanız kolayca devrilir” sözleriyle açıklıyor. Depremde enkaz haline gelen pekçok binanın deprem yönetmeliğine uygun yapılmadığını ifade eden Saatçi, “Yapmaları gereken tek şey mevzuata uymaktı. Süleymaniye Camii, belki 57 metre yüksekliğinde kimse bilmez ama bir 20 metre de temeli vardır. Üstelik bu tekniği bilmek için alim olmaya gerek yok, işin erbabının bilmesi gerek” diyor.

GELENEKSEL MEKÂN ANLAYIŞINI KAYBETTİK

“Ben Türk evinin, atlasının çok önemli olduğunu, bu güzel mimarinin camilerimizden sonra en zengin kültür mirasımız olduğunu kabul ediyorum” diyen Saatçi, geleneksel Türk evinin kendine özgü mimari özelliklerinden birinin de asla iç planının bir diğer ev ile birebir bir benzerlik taşımadığını ifade ediyor. Günümüzdeki 1+1, 2+1 ya da 3+1 gibi bir çeşitlemeden ziyade hane halkının özel durumuna göre hazırlanıyor. Örneğin evde çocuk sayısı fazla ise veya bakıma muhtaç bir hasta varsa evin iç planı bu ihtiyaçlara göre şekilleniyor. Saatçi, “Türk evinde her kesime, her hacme hitap eden bir mekân anlayışı var. Bugün o mekân anlayışını kaybetmişiz. Mimariyi de sanayileştirmişler, o güzel meslek kaybolmuş” ifadesinde bulunuyor.

MİMAR VE MÜHENDİSLİK GEÇMİŞTE BİRDİ

Geçmişte mimarlık ve mühendislik arasında bir ayrım olmadığını söyleyen Saatçi, inşaatta mühendislik tabiri pek kullanılmadığı için mimarın aynı zamanda mühendis olduğunu anlatıyor. Tarihimizde mühendislik bilgisine hâkim en büyük mimarlardan Mimar Sinan’ı da bu şekilde niteliyor. Mühendislik bilgisi ile dokuza yakın köprü inşa eden Mimar Sinan’ın köprülerinin tamamı bugün ayakta. Mimar Sinan’ın önceleri marangozluğa meylettiğini anlatan Saatçi, Antakyalı marangoz Habib-i Neccar’ı (sevgili marangoz) da kendisine pir olarak gördüğünü söylüyor. Bölgenin sevilen isminden adını alan 14 asırlık Habib-i Neccar Camii, Kahramanmaraş merkezli depremlere yenik düştü.

TARİHİ ESERLER GÜVENDE

Saatçi, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın depremin ertesinde bölgedeki tarihi yapılarda hasar tespitinin kısa sürede tamamlanmasının takdir edilmesi gereken bir hizmet olarak tanımlıyor. Bakanlık, ayrıca kent müzelerindeki hasar tespitlerini bitirerek olası bir yağmaya karşı da önlem almış. Kahramanmaraş müzesinde bulunan bazı tarihi eserler, güvenlik sebebiyle farklı müzelere taşınmış. Yapıların restore edilmesi için hazırlanılıyor. Pek çok tarihi yapının önceki yıllarda alınan plan ve kalıpları yapıların restorasyon sürecinde kıymetli bir kaynak.


Çocuklarımız depremden ne kadar etkilendi?

Memleketimizi ayağa kaldırmak boynumuzun borcu: Antakya Medeniyetler Korosu 7 can kaybetti