Edip’in tam zamanlı dünyası

Ülkü Uluırmak’ın Edip Cansever’in ölümünden sonra başladığı biyografik roman çalışması yıllar sonra ‘Edip’in Lastik Topu’ olarak karşımızda. Cansever’in zenginliği, İstanbul sevdası, Kapalıçarşı’daki dükkanı derken tam zamanlı şairin dünyasına yakından bakma fırsatını yakalıyoruz.

Merve Akbaş Yeni Şafak
Bir sanatçının yaşantısını eserlerinden ne kadar ayrı düşünebiliriz ki Hayatın her anı onun sanatını hazırlayan, olgunlaştıran öğelerdir. Yediği yemek, içtiği sigara, sohbet ettiği arkadaş, hatta oturduğu semt Hatta belki daha da küçük ayrıntılar Çok sevdiğimiz satırlar, fırça darbeleri veya notalar aslında yaşanan anların bir parçasıdır. Sylvia Plath'ın Sırça Fanus'u ya da Jean-Paul Sartre'ın usta kaleminden adeta tanık olurcasına okuduğumuz Alberto Giacometti biyografisi bu gerçekliğin en güzel örneklerinden.

KAYBOLAN DETAYLAR

Ömrünü tam zamanlı şair olarak geçiren Edip Cansever'in hayatına yakından bakmak da onun şiirini anlamak adına oldukça önemli. Cansever'in aslında çok hareketli bir yaşantısı da yok. Onun tek hareketi şiir. Bunun haricinde dostlarıyla yaptığı buluşmalar hayatına dair önemli detayları barındırıyor. Şairin ölümünün 30. yılı dolayısıyla Yapı Kredi Yayınları'nın yayınladığı 'Edip'in Lastik Topu', bu sohbetlere eşlik eden arkadaşlarının ve ailesinin aktardığı hatırları önümüze getiren önemli eserlerden biri. Ülkü Uluırmak'ın hazırladığı kitap bize onun sanatını nasıl şekillendirdiğine dair önemli ipuçlarını gösteriyor. Uluırmak, aslında bu kitabı Cansever'in ölümünün hemen ardından biyografik bir roman olarak tasarlamış. Ancak malumunuz çoğu dostu da Cansever gibi biraz müşkülpesent. Israrlara rağmen söz verilen yazılar nedense gecikmiş veya hiç verilmemiş. Kitabın yazarı haklı bir üzüntüyle şairin hayatına dair birçok önemli detayı bu nedenle kaybetmiş olabileceğimizi söylüyor.

13 EVRENDE TEK CANSEVER

Edip'in Lastik Topu, bize farklı evrenlerdeki Cansever'i gösteriyor. Zihnimizdeki şairi kardeş, dost, eş, müşteri yani insan olarak yeniden tanıyoruz. Mefharet Cansever'den Fethi Naci'ye, Selçuk Baran'dan Cemal Süreya'ya 13 farklı isimden dinliyoruz bu hatıraları. Olaylar farklı olsa da Cansever aynı Cansever. Anlatılanlara bakarak şöyle bir Cansever kurabiliriz zihnimizde: Öğlene doğru gittiği iş yerinden akşam üstü 4 gibi çıkmış. Eve gidip yemeğini yemiş. Arkadaşlarıyla pasajları, masaları dolaşmış. Fakat gece buzdolabını açıp vitaminlerini almayı ihmal etmemiş. Misalen bir Turgut Uyar yok karşımızda. Aksine, kendine bakan, kendini seven, kendini öven bir adam var. 'Lepiska' gibi saçları çok kısa sürede dökülmüş olsa da Cansever şanslı bir adam. Kapalıçarşı'da ortağının işlettiği, iyi kazanan bir dükkanı var. Geç gidip, erken çıktığı bu dükkanın asma katında gün boyu sadece şiir yazarak geçirmiş günlerini. Bundan olsa gerek, hayatın diğer meselelerine de pek ilgi göstermemiş. Arkadaşı Selçuk Baran, usta şairin bundan yakındığından, hatta biraz pişmanlık duyduğundan bahsediyor bize ve onun cümleleriyle aktarıyor: “Bir şeyi sonuna kadar yaşamalı, serserilik mi olur, bohem hayatı mı olur, aşk mı olur, ben bunu beceremedim, yapamadım, bundan sonra da artık vaktim yok.”

ŞAİR İŞİ ZENGİNLİK

Şairlik her zaman biraz da yoksulluğu çağrıştırırken Cansever'in zenginliği hayli göze batmış. Kendisi de utanmış bundan. Dostlarının anlatımına göre bu nedenle kendini hayli 'sömürtmüş.' Adeta şanslı doğmasının nafakasını ödemiş. Aynı zamanda titiz bir adam. Karısı Mefharet Hanım'ı geçecek kadar temiz. Yalçın Yalın, bir hastane ziyaretinde dahi defalarca ellerini yıkadığını aktarıyor. Onun şahitliğine göre eli hiç bir yere değmese dahi gittiği her yerde musluğu arayan biri Cansever. Ve tabi herkesle başka meseleler konuşabilen biri. Ancak karşısındaki bir yazarsa o zaman işler değişiyor. Mutlaka edebiyattan konu açılıyor ve meseleyi sonunda kendi şiirine getiriyor. İşte bu noktada duymak istediği şey iltifat. Hatta övülmemesi bir darılma sebebi.

YAŞAMINA UYAN BİÇİM

Cansever İkinci Yeni'nin önemli isimlerden biri. Kuşağının diğer isimlerine göre kendini biraz daha önce gösteriyor. Bunun nedeni Cemal Süreya'ya göre bu yeni biçimin Cansever'in yaşantısına uyması. Şöyle diyor Süreyya: “O sırada kendine özgü bir söylem geliştirmeye başladı. Yani kendiyle bir monolog içinde, ne yaptığını tam bilmeyen ama sözcükleri çok seven, her gün okşayan, öyle bir şiir.” Şiir, Cansever için pek çok şeye mal oluyor. Öncelikle evine. Evin şiire uymasını istemiştir hep. Mutluluğunu ihmal etmiştir. İşiyle de uğraşmamıştır. Varlıklı bir aileden gelir ancak şiir yüzünden kendini sömürüye açık bırakır. Ortağı Mösyö Jak, onun işlerini yürütür. Jak, Edip'in ortaklığın ilk günlerinde işe sarıldığını ancak kısa sürede ticaretten uzaklaştığını, bu mesleği sevmediğini anlatıyor.

İSTANBUL VE RUHİ BEY

Türk şiirine çıta atlatan şairin daha önce bilmediğimiz huylarına şahitlik etmemize sağlayan kitapta Selçuk Baran, onun İstanbul'u çok sevdiğini özellikle söylüyor. Bunun ilginç hikayelerinden biri şu: Cansever bir ara kendisini şiirinin tıkandığına inandırır. Dostları bunun üzerine ona 'Anadolu'ya git' önerisi getirir. Doğu Anadolu Gezisi'ne çıkmaya karar verir, oğluyla yola çıkar. Gezide tam olarak ne yaşadıklarını bilmiyoruz. Bildiğimiz Cansever'in üç gün sonra İstanbul'a koşarcasına geri döndüğü. Dostlarına göre İstanbul olmadan yaşayamayan biridir. Baran'ın şu cümlelerini de eklemeli: “Yahya Kemal için de İstanbul çok önemliydi ama Edip İstanbul şiiri yazmamıştır. Fakat Edip İstanbul'da olmasaydı şiir yazamayacaktı.” Şair Cansever'in hayatı belirli bir hatta, Beyoğlu'nun arka sokaklarından Kapalıçarşı'ya, Krepen Pasajı'na uzanıyor. Bu yıl 40 yaşına basan en önemli kitabı Ben Ruhi Bey Nasılım zaten tam da bu güzergahta doğuyor. Nasıl diyordu kendisi:
“Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey
Nasılım
Bir yaz ikindisinden çıktım geldim
Diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim
Kapıyı iyice kapadım
- Kapadım mı, evet, kapadım -
Çitlenbik ağacının altından geçtim
Frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım
Dişlerimle sıyırdım
Sardunya renginde ve sardunya tadında idiler
Biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum
Azıcık gülümsedim
Ve dünya bana gülümsedi
Çakılların üstünden yürüdüm
Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki
Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi
İyice duydum
Çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım”

Bir gün Evet, bir gün Tanpınar şiirlerimi görmek istiyor. 17-18 yaşlarındayım. Tünel'deki Narmanlı Yurdu'na gidiyorum. Kocaman masasına oturup () hiçbir bıkma belirtisi göstermeden bütün şiirlerimi okuyor. Okuması bittikten sonra başını kaldırarak ilk cümlesini söylüyor: 'Bu şiirler çok güzel, hepsi de güzel. Ama hiçbiri şiir değil!'
(Edip Cansever – Şiiri Şiirle Ölçmek)



• • •
'Edip'in Lastik Topu'
Ülkü Uluırmak
Yapı Kredi Yayınları
88 sayfa
Ekim 2016