İman ve istikamet üzere bir hayat: Doktor Ayşe Hümeyra Ökten

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Fatma Çetin yakın bir vakitte vefat eden ve vasiyeti 'Cennetü’l-Baki’ye gömülmek' olan Türkiye'nin ilk başörtülü doktor hanımı Ayşe Hümeyra Ökten ile tanışma ve hayatına nasıl dokunduğunu anlattı. Çetin, "Bu yazılan ve yapılan tanıklıkların doktor ablamın hakkında Allah katında rahmete vesile olmasını ve onu Müslüman bir hanım olarak kendine örnek almak isteyenlere de bir kılavuz olmasını ümit ediyorum" dedi.

Haber Merkezi Diğer
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk başörtülü doktoru Ayşe Hümeyra Ökten Medine'de vefat etti.

İki sene kadar önceydi, Dr. Ayşe Hümeyra Ökten Hanımefendi ile hac ibadetimizi yapmak üzere buluştuğumuzda, ölümden söz açıldığında bize, “Yok yoook, ölümden hiç korkmayın, çok güzel bir şey ölüm, ooooh rahatlık oluyor, hiçbir ağrı-sızı, üzüntü-keder duymuyorsun, öyle yatıyorsun.” dedi ve daha önce hiç yaşamadığı bir tecrübesini anlattı. Şöyle ki rüyasında ona kendi ölümünü göstermişler. Ruh çekildiği andan itibaren bu yukarıda anlattığı duyguları yaşamış, o yüzden bize de “Ölümden korkmayın, o güzel bir şey.” diye tavsiyede bulundu.

İşte o öldü. Biz yine boşluğunu içimizde fazlasıyla hissedeceğimiz, yeri zor doldurulacak bir ulu çınarımıza veda ettik.

"O benim doktor ablamdı"

Aslında “kaybetmek” bizim gibi ahiret hayatına inanmış insanlar için doğru bir ifade şekli olmasa gerek. Bizim burada kaybettiğimiz, eskiden olduğu gibi kendisine telefon ettiğimizde Dr. Abla’nın o telefonu açmaması, o kutlu şehirlere Mekke’ye ve Medine’ye gittiğimizde her zaman etrafında sevenleriyle sohbet ettiği yerlerde onu bulamamamız, onunla konuşamayışımız, her zaman güler yüzle bize bakışını bir daha görememizdir. Benim için onu kaybetmek, “hac arkadaşını kaybetmek”. Çünkü benim Doktor Ablam’dır. Çünkü her hac zamanı Mekke’de bir otelde buluşur, her gün ziyaretçileri ile sohbet ederdik. O her zaman nazik, her zaman güler yüzlüydü, kimsenin sorusunu geri çevirmez, daralmaz ve daraltmazdı. Eski ya da yeni hiçbir olayı unutmaz, hatıralarını her defasında kelimesi kelimesine aynı şekilde aktarırdı.

Terviye gününe kadar birlikte hacılarla sohbet eder, sevinçli telaşlarla Mina’ya çıkar, Arafat’ta vakfeye durur, Müzdelife’de taş toplayıp bazen çadırlarda, bazen asfalt yolların kenarlarında bu önemli vakitleri değerlendirirdik. Sabah saat 4’lerde hareketlenerek azıcık suyla abdest alıp, namaz kılar, Müzdelife Vakfe duasını yapar, sonra araçlarımıza binip Mekke’ye dönerdik. Mina’da kol kola yürüyerek Büyük Akabe’deki Büyük Cemre’yi taşlarken onun kolumda tüy kadar bile ağırlığını hissetmezdim.

O bizim, beraber yorulup beraber dinlendiğimiz, sıcak altında kaldığımız, beraber susuzluğumuzu giderdiğimiz, Ziyaret Tavafını yapmak için işaretini beklediğimiz büyüğümüzdü. Beraber tavaflarımız, dualarımız, zemzem içerek dinlenmelerimiz, Safa-Merve sa’y yapışımız, bütün menasikleri bitirdiğimizde ise “Seneye tekrar buluşmak üzere” deyişi, şükür namazları kılışımız, memnuniyetle yüzümüze gülüşü, bütün bu saatler boyunca bir kere bile yorgunluk iması yapmaması, Rabbi’ne şükrü, yakarışları ve bize yaptığı dualar, liderlerimize ve bütün İslâm ümmetine yaptığı dualar, hatıralar ve hatıralar…

İşte biz, her yönüyle heyecan, sükunet ve samimiyet dolu çağdaş bir Osmanlı Hanımefendisi ile yaşadığımız canlı hatıralara veda ettik.

Tanımayanlar haberdar olsun

Hayatta iken yapmış olduğu çalışmalarda başarılı olan bir kimsenin ölümünden sonra hayatını anlatmak ve kendisini anarak yapmış olduğu işlerden ve hizmetlerinden bahsetmek güzel bir şeydir. Çünkü okuyunca kendisini yakından veya uzaktan tanıyan kimselere bu hatıralar o günleri yeniden zihinlerde canlandırır ve yeniden yaşatır. Ayrıca anma düşüncesiyle hakkında verilen bilgileri geleceğe aktarmak özellikle de kendisini hiç tanımayan kimseleri böyle bir şahsın varlığından haberdar eder. Bu bakımdan gelecekte yaşayacak insanlar için böyle bir kimsenin hayatından bazı kesitleri anlatarak örnek olacak hatıralar bırakmanın her yönden pek çok faydası bulunduğunda şüphe yoktur. Böylece Hz. Peygamber (s.a.) Efendimiz’in: موتاكم بالخير " " اذكروا “Ölülerinizi hayırla yad ediniz” buyruğunun gereğini de yapmış oluruz. Çünkü örnek hayatları ve hatıraları anmak insanın ufkunu açar.

Müslüman hanımlara kılavuz

Bir kimseyi anmak için iki yoldan biri takip edilebilir. Bunlardan birisi o kişiyi doğum yeri ve tarihi ile yapmış olduğu tahsil ve görevleri sıralamak suretiyle yapılacak tanıtmaktır. Bir diğeri de bunların yanında onun insanlık yönünü de katarak tanıtmaktır. Diğer bir ifade ile o kimsenin hayatın içinde yer aldığı konuma bakarak tanıtmaktır. Tabiri caizse, benim gayem, onu modern hayatın dayattığı sadece bu dünyada kişiyi önemli kılan ama ahiret hayatını ihmal eden yönüyle değil, imanının tezahürü olacak şekilde hayatın içinde görerek fotoğrafını çekmek ve ortaya çıkan bu resmi hareketlendirecek olayları, onunla beraber olduğum zamanlarda şahit olduğum yönleriyle dile getirerek anlatmaktır.

İşte ben, Dr. Ayşe Hümeyra Ökten hanımın doğumunu, ailesini ve tahsil hayatını anlatmayacağım. Ben burada onunla beraber hac arkadaşlığı yaptığım zamanlar içinde yaşadığımız tecrübeleri, bana ve hacılara anlattığı hatıraları ve bende bıraktığı olumlu izlerini anlatacağım. Çünkü kendisinden çok şey öğrendim. Onunla beraber geçirdiğim zamanlarda çoğu zaman ne kadar şanslı olduğumu hissetmişimdir. Onun hakkında yazmayı, Allah’tan bu nimete şükür vesilesi olmasını niyaz ediyorum.

Benim yazdıklarımın, geçmişte onun hakkında yazılan ve söylenenlere ve onu tanıyanların hatıralarına katkı sağlayacağına inanıyorum. Diğer taraftan bu yazılan ve yapılan tanıklıkların Dr. Ayşe Hümeyra Ökten hakkında Allah katında rahmete vesile olmasını ve onu Müslüman bir hanım olarak kendine örnek almak isteyenlere de bir kılavuz olmasını ümit ediyorum.

Kotku Hocaefendi ona "Doktor Abla” diye hitap ederdi

Onu anlatmaya öncelikle ona neden “Doktor Abla” hitabıyla seslendiğimi açıklayarak başlayacağım.

Yıllar önce (80’li yılların sonu) henüz Kâbe’de son genişletme faaliyetleri başlamadan önce Beytullah’da, o dönemde Türk ailelerin buluşma noktası olan Haceru’l-esved’in karşısındaki bölümde, ilk defa bana kendisini şahsen görmek nasip olduğunda etrafında pek çok hanım vardı. O sırada yanımda oturan arkadaşım İbadet Hanım: “Bak bu meşhur bir doktor hanım, onun duaları kabul oluyor, gidelim duasını alalım” dedi. Oturduk, etrafındaki hanımlar sorular sordular, o da cevaplar verdi. Hanımlar O’na “Dr. Abla” diye hitap ediyorlardı. Biz de dinledik. Sonra ilerleyen zamanda Doktor Abla ve Mekke’de mücavir[1] olan N. Hanım ve Ş. Abla ile beraber hac yapmaya başladık. Böylece kendisiyle yakinen tanışma imkânı buldum. Hatta 2016 yılında bazı nedenlerle ben hacca gidemedim. Hac sonrası telefon konuşmamızda kendisi bana “Bu sene hacda seni çok aradım, önümüzdeki sene mutlaka hacca gel.” dedi. Bu konuşmamız üzerine ne kadar üzüldüğümü ve sevindiğimi tahmin edersiniz. Hacda beraber olduğumuz hanımlardan N. Hanım, onu çok iyi tanır, kendisine “Dr. Abla” diye hitap eder ve Ayşe Hümeyra Hanım da onunla beraber olmaktan keyif alırdı. İşte bu N. Hanım, ona teyze, anne veya başka türlü kelimelerle hitap edenlere, yaşı ne olursa olsun kendisinin “Doktor Abla” olarak kalmasını istediğini söylerdi. Bundan sonra ben de ona hep “Doktor Abla” diye seslendim. Hatta bir defasında kendisine “Doktor Abla” diye hitap edilince “İşte böyle oldu, ihtiyarım ama ablayım.” diyerek tebessüm etti.

Sonradan kendisinden öğrendim ki ona ilk olarak “Doktor Abla” diye hitap eden kişi Mehmet Zahid Kotku (k.s.) Hazretleri’ymiş. Kendisi de bunu çok sevdiği için herkesin ona böyle hitap etmesini istemiş.

O, bir “Kurrete a’yun/Gözlerin nuru” idi

Bazı insanlar vardır, bütün güzel özellikleri kendinde toplamıştır. Hayatı boyunca hiç boşluk yaşamamış, onu bütün yönleriyle doldurmuştur. Onları tanıtmak için kurduğunuz cümleler hep eksiktir. İşte Doktor Ayşe Hümeyra Ökten de böyle bir büyüğümüzdü. O, Allah Teâlâ’nın Furkan suresi 74. ayetinde ifade edilen Allah rızasının tecelli ettiği, dostluğu ile huzur duyulan olgun bir insandı. O, bu ayet-i kerimede sözü edilen “kurrete a’yun”, yani gözlerin “nuru” idi ki bu deyim “kalbin ferahlaması, ruhun huzur bulmasına ve iftihara vesile olan şeyler” için kullanılır.

  • Dr. Abla, öncelikle samimi bir imana sahipti. Bu yüzden Allah’ın emirlerine karşı son derece saygılıydı ve onları yerine getirmede hassasiyet sahibiydi. İbadetlerine düşkündü. Muttaki idi. Tertemiz, iffetli, dinî terbiyesi olan bir hanımefendi idi. Hayatta oldukları müddetçe anne ve babasına başta olmak üzere ailesinin büyüklerine itaatkârdı. Onları bahtiyar eden bir evlattı. Çünkü bir ebeveynin doğru inanç, ahlâka sahip evlât ve torunlarının bulunması, kendisi için tebrike değer, büyük bir bahtiyarlık alâmetidir. Diğer taraftan kendisi Hak Teâlâ’nın mübarek kelamıyla “takva sahiplerinin” önderiydi ki o salih kullar, “Ey Rabbimiz! Bizi (takva sahiplerine imam kıl derler) yani: Ey Allah’ım! (Bizi din ilmi ve ahlâki faziletler ile vasıflandır. Öyle ki mümin, muttaki olan din kardeşlerimiz, dinî görevlerini ifa hususunda bize uysunlar. Biz Allah’tan korkan, dinî vazifelerini ifa etmek isteyen kimselere birer davranış rehberi olarak yaşayalım ve böylece de manevî mükâfata nail olalım” veya bu ayetin tefsirinde yer alan diğer bir görüşe göre “Ya Rabbi! Muttaki zatları bizim için bir davranış kılavuzu kıl, onlara tabi olalım ve onlar ile beraber vazifelerimizi ifa edelim.” derler.

Anlatma kabiliyeti

Doktor abla, şahit olduğu olayları veya konuşmaları aktarırken her defasında aynı aynı ifade tarzıyla ve aynı üslupla anlatıyordu. Bu durumu ona söylediğimde “hatta dinlediğim kelimelerle, başka kelimelerle değil” diyerek kendisinin bu konudaki hassasiyetinin ne kadar fazla olduğunu ifade etti. Ve: “Babam da benim bu özelliğimi bildiğinden bir şey anlatacağı zaman beni de mutlaka çağırır, “Gel sen de bunu dinle, sen iyi zaptediyorsun.” derdi. Sonra da “Halk Partisi devrinde yetişmeseydim çok güzel hafız olurdum. Ama o zamanlar babam zaten neler çekti. Bana “Hayatın ne getireceği belli olmaz, bir eve, bir aileye bir doktor lazım, diyerek benim tıbbiyeli olmamı istedi. Beraber çok kereler haclar yaptık, mekânı cennet olsun” şeklinde babasına dua ederdi.

Sonra “Başımızı secdeden kaldırmasak hakkını ödeyemeyiz Rabbimiz’in”. “Bize bir kader çizmiş, ne kadar güzel Elhamdülillah; bu yaşa geldim, gözlüğümü nereye koydum, unutuyorum, bu eskileri hiç unutmuyorum, kelimesi kelimesine hatırlıyorum”. “Medine’de kaldığım evde hizmetçi kız var, gel diyorum, ben gözlüğümü nereye koydum, ilacımı nereye koydum, diye ona soruyorum ama bunlar hep aklımda aynı duruyor.” derdi.

Doktor ablanın sohbetlerini dinlemek çok keyifliydi. Mekke’de otellerde hacılara konuşurken herkes onu pür dikkat dinlerdi. Hacıların sordukları sorulara cevap verirken, onlara tavsiyelerde bulunurken sanki yüz yaşına yaklaşan biri değil de orta yaşta birisi vardı. Ve sanki karşınızda konuşan tek bir kişi değil de birden fazla konuşmacı, bir topluluk var da onların konuşmalarını dinliyormuşsunuz gibidir. Allah’ın verdiği uzun ömür nimetini en bereketli şekilde kullanmış ve çevresinde yardım isteyen herkese yardım etmiştir. Suudi Arabistan’da “serbest tababet” izni aldığı için Mekke ve Medine’de özel muayenehane açmış ve hasta kabul etmiştir. Bu bakımdan sadece Kızılay ile hacılara hizmet etmenin dışında bir de serbest doktor olarak İstanbul-Mekke-Medine yolculukları yapmıştır. Yolculukları esnasında pek çok şey yaşamış, pek çok insanla yolculuk yapmıştır. Türkiye’de ve dünyada yaşanan olaylara da asla kayıtsız kalmazdı. Cumhuriyet tarihini bir kamu görevlisi olarak yaşayan ve hala zihni yerinde, vatanını milletini seven bir Türk vatandaşıydı. En büyük derdi İslâm Âleminin başsız bir durumda olmasıydı. Anlattıkları sadece uzun yaşamış insanların anlattıklarından farklıydı. Çünkü o, kendisiyle ilgili pek bir şey anlatmaz. Tarihe ışık tutan veya ibret alınacak şeyler anlatırdı. Onun tecrübelerinden etkilenir ve mutlaka kendinize bir pay çıkarırsınız. Babasını veya annesini bile anlatsa hep ibret alınacak boyutlarıyla anlatırdı. Ayrıca Doktor Abla, bu bilgileri sadece aktarmakla kalmaz bir de şimdiki zamana uygun olacak yorumlar yapardı.

Aişe validemizi hatırlatırdı

Doktor Ablanın bir diğer özelliği de kıyafetlerinin her zaman temiz ve tertipli oluşudur. Bir defasında cuma saatinde otelin lobisinde bulunan bir odaya gideceği için nasıl olsa kimse yoktur, dış kıyafetimi giymeden gideyim dedi. Tabi orada bir iki saat durdu. Sonra tekrar odasında çıkması gerektiğinde lobide biraz kalabalık oluşmuştu. Doktor Abla onları görünce dış kıyafetini giymediğine pişman oldu ve “Tüh, bunları insan yerine koymamışım gibi oldu” diyerek üzüntüsünü belli etti.

Üzerindeki elbiselerin çoğunun mutavvıf[2] Ahmed Zeki Bey’in hanımı olan Rahme Hanım tarafından dikildiğini söyledi. Rahme Hanım her sene Doktor Abla’ya bir elbise diker ve hediye edermiş. Doktor Abla da elbiseler çok kullanışlı olduğu için çok beğendiğini ve hala daha giymeye devam ettiğini söyledi. “Elbisenin modası geçti veya bundan sıkıldım diyerek onları bir kenara atmıyor, eskiyene kadar giyiyorum” dedi. Sonra, “dış kıyafet vücudun şeklini belli etmeyecek şekilde uzun ve bol olmalı, rengi de dikkat çekmemelidir” diyerek bu şekilde bir dış kıyafet giyilmesi gerektiğini söyledi.

Doktor Abla bu hâliyle bana hep Ayşe Annemiz’i hatırlattı. Hep temiz ve tertipliydi. Başörtüsü, elbisesi hep yeni dikilmiş ya da satın alınmış gibi durur, eskisini yenisinden ayırt edemezdiniz. Ama aslında bunların neredeyse elli yıllık olanları vardır. Şöyle ki 2017 yılında yaptığımız hac sırasında bir gün yine söz Ahmet Zeki Bey’in hanımından açıldı ve o sene hacda giydiği, üzerinde geometrik desenler bulunan açık kahverengi elbisesi ile ve çok açık gri üzerine serpme çiçek desenleri olan diğer elbiseyi Rahme Hanım dikmiş ve kendisine hediye etmiş. Bunu bize şöyle söyledi: “Allah razı olsun, Ahmed Zeki Bey’in hanımı her sene bana böyle boydan elbiseler dikip hediye ederdi. Bunlar benim de hoşuma gitti, hep bunları giydim. Şimdi hanımlar bir şeyi birkaç kez giyince, of sıkıldık deyip birine veriyorlar” diyerek serzenişte bulundu,

Bazı hadis-i şeriflerde bildirilen insan çeşitleri ve Doktor Abla’nın şahsiyeti

Doktor Abla’da pek çok hadis-i şerifin tecelli ettiğini görürsünüz. O, “Müslüman diğer Müslümanlar’ın elinden ve dilinden emin olduğu kişidir.”hadisinde tanımlanan Müslümanın ta kendisidir. Yumuşak bir sesi vardı. Konuşurken hiçbir zaman imalı laflar söylemezdi. Kimsenin aleyhinde konuşmadığı gibi ağzından en ufak bir kötü söz çıktığını da hiç duymadım. Bizden duyduğunda ise mutlaka uyarırdı. Büyükle büyük, küçükle küçük olurdu. Gençlerle beraber genç gibi konuşur, kimseyi sıkmaz ve ayrıca gayet nezaket sahibi biriydi. Kimsenin kendisine hizmet etmesine razı olmaz, her işini kendisi yapar, zor zamanlarda hiç sızlanmaz; sızlanan ve şikâyet edenleri de uyarır ve sakinleştirirdi.

Bilgi ve tecrübelerini öyle büyük bir gayretle anlatır ki Peygamber Efendimiz’in “Din samimiyettir.” hadisini hatırlarsınız. İbadetlerindeki gayretleri ise bu hadisin devamında gelen “Kime karşı samimiyet?” sorusunun cevabıdır. Çünkü o bütün hayatını “Allah’a, Kitabına ve Peygamber’ine” karşı samimiyet üzerine kurmuştur. Ayrıca “Müslümanların yöneticilerine ve bütün Müslümanlara” yaptığı dualar ve uyarılarla onlarakarşı samimiyetini ifade eder.

Onunla beraber olduğunuz sürece, Doktor Abla’nın şu hadis-i şerfte misali verilen “misk” taşıyıcısı, sizin de o “misk” taşıyıcının arkadaşı olduğunuz kesindir:

“İyi arkadaşla kötü arkadaş misk taşıyan kimse ile körük üfüren kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana onu ikram eder yahut sen ondan (miski) satın alırsın ya da ondan güzel bir koku duyarsın.Körüğe üfüren kimsenin körüğü de ya elbiseni yakar ya da ondan ağır bir koku duyarsın." Bu hadis-i şerifte özellikleri anlatılan “salih” arkadaştır. Çünkü o, dinî ve ahlaki açıdan iyi davranışlara sahip, yaşantısıyla, ilmiyle, edebiyle, takvasıyla örnektir ve hayatının her anında çevresine faydası dokunan biridir. İşte siz onun yanındayken o size hep misk ikram eder, ondan senin hayatına ışık olacak güzel şeyler duyar, güzel insanların güzel hatıralarını yâd edersin.

Ahlakının güzelliği, hafızasının kuvveti ve aklının kemali ile çevresindeki herkese din ve dünya işlerinde faydalı olması, şu hadiste örnek verilen “verimli toprak”ı hatırlatır:

“Allah’ın benimle göndermiş olduğu hidâyet ve ilim, yeryüzüne yağan bol yağmura benzer. Yağmurun yağdığı yerin bir bölümü verimli bir topraktır: Yağmur suyunu emer, bol çayır ve ot bitirir. Bir kısmı da suyu emmeyip üstünde tutan çorak bir yerdir. Allah burada biriken sudan insanları faydalandırır. Hem kendileri içer, hem de hayvanlarını sular ve ziraatlarını o su sayesinde yaparlar. Yağmurun yağdığı bir yer daha vardır ki, düz ve hiçbir bitki bitmeyen kıraç arazidir. Ne su tutar, ne de ot bitirir. İşte bu, Allah’ın dininde anlayışlı olan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidâyet ve ilim kendisine fayda veren, onu hem öğrenen hem öğreten kimse ile buna başını kaldırıp kulak vermeyen, Allah’ın benimle gönderdiği hidâyeti kabul etmeyen kimsenin benzeridir.”

Yeryüzünün bazı kesimlerindeki topraklar çok verimlidir. Yağmur sularını emer, çok güzel meyve ve sebze bitirir veya ağaçlar yetiştirir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiği dini kabul ederek iyi bir Müslüman olan, dinin buyruklarından hem kendisi faydalanıp hem de başkalarına faydalı olan mü’minler nasıl bu araziye benzetildiyse Doktor Abla da hem kendine hem de başka insanlara faydalı olan vakarlı ve ilim sahibi örnek bir şahsiyetti.

Dua ve Doktor Abla

“Doktor Abla’nın hayatında en önemli detay nedir?” diye sorulsa ben “Aldığı dualar ve onun yaptığı dualardır” derim. Doktor Abla tam bir dua insanıdır. Kendisinin çok istediği hac ibadetini yapması için bir hastasının yaptığı samimi duasına, hasta dolabının yanında nasıl “âmin” dediği ve Doktor Abla’nın ayağının Mekke ve Medine’den hiç kesilmemesini bu duaya bağladığını çoğumuz duymuşuzdur.

  • Kendisi için nasıl dua ettiğini sorduğumda şöyle dedi: “Allah’tan akıllı, hafızalı, sağlıklı, ibadetli, güzel bir ömür niyaz ediyorum kendime. Eskiden uzun derdim, şimdi demiyorum artık, kendi hizmetimizi kendimiz görerek, beş vakit namazı erkânıyla kılarak, kendi aldığım abdestle, imanı kâmil ile gitmek nasip olsun” dedi ve “âmin” diyerek bitirdi. Orada bulunanlara siz de “âmin deyin” dedi.

O gün kurban bayramının 3. veya 4. günüydü. Sabah kahvaltı yaptıktan sonra yatağında oturur vaziyetteyken bize, “Hakkınızı helal edin, çünkü kalbimde bir çarpıntı var, ne olacağı belli olmaz, tık tık tık, duracak. O zamanın da ne zaman geleceği belli olmaz, ama inşallah Medine’de olsun, o bir milyonluk hastanenin kapısında bekliyormuşum[3]” Ömrüm varsa seneye bir daha hac yaparız, ömrüm yoksa benim bu anlattıklarımı hatırlarsın” dedi. Sonra “Allah’a ne kadar şükretsek azdır, Allah bize bu güzel yerleri nasip etti, Müslüman bir aileden geldik, en kıymetli kapı Rasulullah’ın kapısı, O’ndan başka şefaatçimiz yoktur. Tek O’nun şefaati vardır. Tek O’nun (sallallahhu aleyhi ve sellem) şefaati var.

Bundan sonra sesini biraz yükselterek şu beyti söyledi:

“Ayinedir bu âlem; her şey Hak ile kaim

Mir‘ât-ı Muhammed’den Allah görünür daim”

“Şair böyle demiş”, dedi ve sonra bunu şöyle açıkladı:

“Yani Peygamberimizin yolu o kadar sağlam ki daimen Allah’a götürüyor. Biz Peygamber Efendimizin aynasından bakacağız ki Allah’ı göreceğiz[4], yani Rasulullah’ın yolundan gidenler muhakkak Allah’ı bulurlar, o demek bu. Bütün önceki Kitaplar bozuldu, bir tek O bozulmuyor. Çünkü Allah koruyor.

إنا نحن نزلنا الذكر و إنا له لحافظون" "buyuruyor Allah. Kur’an’ın bir kelimesi bile bozulmaz. Kıyamete kadar bu böyle devam edecek.

“Kur’an’ı gömeceğim” diyenler kendileri ertesi gün öldü ve gömüldü. (Doktor Abla bu şahsın da ismini söylemeyeceğini söyledi ve Allah taksiratını affetsin, zavallı işte o zamanlar böyle dedi, dedi.)

Babam bu hususta çok dikkatliydi. Bir ahbabıyla münakaşaya girmiş. Ahbabı zamanın yenilikçi ve dine ters icraatlarını savunuyor. Babam, ona tabi ki onların böyle din aleyhindeki sözlerini söylüyor. Ona demiş ki: “Bak sen bu kafayla gidersen ya kâfir babası olacaksın ya kâfir dedesi!” “Ben”, dedi babam, “adamı gördüm, adamın yolu öyle. On beş sene sonra diyor, Fatih’ten sonra Atikali var ya işte biz orada oturuyorduk; o zat ile karşılaştık, geldi elimi tuttu; “Hocam sen haklıymışsın.” dedi, diye aktarmış Doktor Abla’nın babası.

Onunla hac yaparken herkesin kendisinden dua istediğine şahit oluyordum ve kendi kendime, o bütün bunlara nasıl yetişir ki? diye düşünmüştüm. Bunun üzerinden bir iki gün geçmişti ki bana “Benden herkes dua istiyor. Ben de bunların altında kalmamak için benden dua isteyenler için her gece yatmadan benden dua isteyenler ve dua bekleyenler için iki rekât namaz kılıyorum, çünkü herkesin ismini söylemem veya hatırlamam mümkün değil.” dedi.

Hacılar ondan çocukları için dua istediğinde onlara, İbrahim Suresi’nin 40. ayetindeki “Ey Rabbim, beni dosdoğru namaz kılmakta daim eyle. Zürriyetimden de (böylece namaz kılanlar yarat). Ey Rabbimiz, duamı kabul et.” duasını, son teşehhütteki “Rabbena” duasına ilave etmelerini tembihledi ve onlara ayetin açıklamasını da yaptı. Hatta sonunda, ne diyorsunuz bak “Rabbim duamı kabul et” diyorsunuz, dedi.

MS hastası olan yakın arkadaşıma da “Haşr” suresini 21. ayetinden başlayarak sonuna kadar olan bölümünü, kesintisiz her gün 41 tane olmak üzere 41 gün okumasını tavsiye etti ve “Çaresiz hastalıklar için bu okunur.” dedi. Hatta henüz adetten kesilmemiş olanların kesintisiz okumaları mümkün olamayacağı için, bu durumda olmayanların okuyabileceğini de özellikle belirtti.

Yemek yedikten sonra Mehmet Zahit Kotku Hazretleri’nden ezberlediği şu duayı ediyor:

اللهم ارزقنا نعمة كثيرة مطمئنة متصلة من يومنا هذا الى يوم الجنة

Manası: Allah’ım bizi bolca ve doyurucu bir şekilde bugünümüzden cennet (ile müşerref olacağımız) cennet nimeti gününe kadar, muttasıl olarak kesintisiz bir şekilde nimetlerinle rızıklandır.

Anneannesinin duası

Doktor Abla’nın hayatının dua olduğuna dair bir başka şahit de daha küçük yaşlardan itibaren aile büyüklerinden aldığı dualardır. Kendisi hem uzun, hem sağlıklı ve çok hizmet yaparak geçirdiği ömrünü, anneannesinin şu duasına bağlıyor:

“Anneannem bana ‘Allah sana ömür bereketi versin’ diye dua ederdi. Bu duaya binaen Allah da bana ömür verdi, Rasulullah’ın kapısındayım, bu yaştayım ve ayakta namazımı kılıyorum. Haccımı yapıyorum. Daha ne isteyeyim.” dedi.

Babasının duası

Baba duası da alan Doktor Abla babasının kendisine duasını şöyle anlattı:

“Babam benden bir şey istediğinde ben onu yerine getirmeden önce ‘dur sana bir dua edeyim’ der ve ellerini kaldırır, dua ederdi. Yani, elhamdülillah, benden o kadar memnundu. ‘Allah senin hem bu dünyanı hem de ahiretini mamur eylesin.’ derdi”. Doktor abla bana dedi ki: “Sen de böyle dua et evlatlarına. Dünyan mamur olursa öbür taraf da mamur olur, tabi ki.”

“Vefatından sonra gördüğüm rüyada babamı böyle nehir akan bir yerde otururken gördüm.” dedi. Kendisi bu rüyayı, babasının inşallah cennetlik olacağına yorduğunu söyledi.

Annesinin vefatı

Hayatında en derin sarsıntıyı annesinin vefatıyla yaşadığını söyleyen Doktor Abla bu süreci şöyle anlattı:

“Babamın vefatında Medine-i Münevvere’deydim. Buraya da haber gelmiş, eş ve dostlar haberi gazeteden öğrenmişler. Ama henüz benim haberim yoktu. O gün akşama doğru hanımlar ellerinde yemeklerle geldiler. Ben bunu normal bir şey olarak gördüm. Herhalde benim yalnızlığımı gidermek için böyle bir şey düşündüler diye aklımdan geçirdim. Ama meğer bu hanımlar akşama beyler gelip de babamın ölümünün haberini verecekleri için benim bu durumda yalnız kalmamam için önden gelmişler. Sonra beyler geldiler ve babamın ölüm haberini yazan gazeteyi bana da gösterdiler. (Bunu anlatırken Doktor Abla dışarıya bir şey hissettirmiyordu ama bunca sene geçmesine rağmen içinden üzüldüğü, kelimeler boğazında düğümlendiği anlaşılıyordu.) Sonra hemen uçakla göndermeyi düşündüler. Ama o zaman uçak bulunamadı ve ilk uçak Beyrut’a olduğu için Beyrut’a bilet alındı. Oradan kara yoluyla Şam, oradan İstanbul’a gitmiştim.” dedi.

“Annemle babam arasında yaş farkı biraz fazlaydı. Ama annem de uzun yaşamadı. 66 yaşında vefat etti. Onun vefatı beni çok etkiledi. Bir türlü içimden atamadım. Çok müteessir olmuştum. Annemin kırk mevlidi okundu. O sırada da benim Medine’ye gelme vaktim geldi. Onun için evden ayrıldım ve Medine’ye geldim. Benim o üzüntülü halim devam ediyordu. Orada Saime Hoca Hanım vardı. Kendisi ilkokul öğretmenliğinden emekli olmuş bir hanımdı. Medine’de yalnızdı. Her gün Harem-i Şerif’e geliyordu. Orada görüşüyorduk. Bana ‘sen bu acıyı başka türlü değil sadece Kur’an okumakla atlatabilirsin.’ dedi. Saime hoca hanım bana Konyalı Mehmet Vehbi Efendi’nin (1862-1949) ‘Hulâsatü’l-beyân’ tefsirini okutmaya başladı. Önce 30. cüzden başladık, sureyi okuyup sonra tefsirini okuyorduk. Tefsirde nüzul sebepleri ile ilgili bilgiler de vardı. O tefsiri çok beğenmiştim.

Saime Hoca Hanım, daha sonra yaşlanınca orada kalmaya tahammül edemedi ve Türkiye’ye döndü. Hakikaten o Kur’an bana şifa olmuştu. Yoksa daima ağlıyordum.

Annem çok muhterem bir hanımdı. Biz ondan hiçbir kötü söz duymadık. Hatta bazı annelerin çocuklarına söylediği bazı hayvanların adları gibi şeylerden hiçbirini duymadık. Babam biraz otoriter birisi olmasına rağmen babamın aleyhine de hiçbir şey söylemez, sızlanmaz, onu şikâyet etmezdi. Çok güzel misafir ağırlardı. Evimiz de misafirsiz kalmazdı.

Benim babama sorduğum bir soru vardı: Kur’an’da geçen “من تحتها الانهار” altından ırmaklar akar, nasıl olur? O da ‘işte böyle otururlarken ayaklarının olduğu yerden nehir akar’ diye cevap vermişti.”

Doktor Abla annesini öldükten sonra rüyasında, kır gibi bir yerde, önünden nehir akarken gördüğünü söyledi.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a duaları

Doktor Abla’nın Tayyip Erdoğan’a karşı özel bir muhabbeti vardı. Bunun da sebebi Müslümanların İslâmi yaşayışı onun zamanında mümkün olduğu için sevdiğini söylüyordu. 2017 yılında sohbet yaptığı çoğu kişiye “Onu sevmeyebilirsiniz ama günümüzde onun yerine geçecek başka birisi yok. Mecburen hepimiz ona rey vereceğiz ve onu desteklemeye mecburuz.” dedi. Televizyon seyrederken haberlerde Tayyip Erdoğan’ı görünce hemen ayete’l-kürsi’yi okuyup ona üflüyorum; siz de okuyun” dedi.

Ayrıca bir de “Allah onu hatadan yanlıştan, kazadan beladan, hastalıktan darlıktan muhafaza etsin; her işi hayırlı, faydalı ve muvaffakiyetli olsun.’ diye dua ediyorum.” dedi.

Bir başka akşam bana şunları da söyledi: “Geçen seneydi, seçim yapılacaktı, her köye sandık konulacaktı. PKK dedi ki, bu köyden farklı oy çıkarsa hepinizi yakarız. Tabi seçim oldu ve Tayyip Erdoğan’ın partisi yeterli oyu alamadı. Koalisyon falan konuşuldu. Ben de çok üzülmüştüm. Sonra tekrar seçim kararı alındı.

Bir Perşembe gecesiydi. Mekke’deydim. Mekke’ye pek çok Türkler gelmişti. Beni de haberdar ettiler. Kâbe’de onlarla buluşmaya gittim. Hatta çoktandır görmediklerim de vardı aralarında. Ben de üzüntülüyüm tabi. Konuştuk, dertleştik. Türkiye’de yaşamıyorum ama oradaki bütün olayları takip ediyorum, kendimi sanki Türkiye’de gibi hissediyorum, hiç gurbetlik çekmiyorum. Üzüntülüyüm çünkü yine böyle büyük büyük emellerim var, istiyorum ki İslâm Birliği kurulsun. Tabi daha önce bunu yapan bir millet olarak Türkiye’nin yapması daha mümkün, diye düşünüyorum. İşte o gece orada bulunan 15 kadar hanım, yatsı namazından sonra haceru’l-esved ile rüknu yemani arasında ‘vallahu galibun ala emrihi’ duasını saatlerce okuduk, ağladık. Artık öyle bir zaman geldi ki, bende elektriklenmiş gibi bir şey oldu, içime bir ferahlık geldi. Eve döndüğümde de nedense İstanbul’daki bir ahbabımı aramak istedim, ona olanları anlattım ve dedim ki, sen de Ankara’yı ara, haber ver ki inşallah yarınki seçimlerden iyi bir netice alınacak. İşte sonra Tayyip Erdoğan Medine’ye geldiğinde beni aradı ve beraber kahvaltı yaptık.”

Hacılara anlattıklarından birkaç hatıra

“Ananemin teyzeleri Bursa’da otururlarmış. Onların efendileri hacca gittiği zamanlarda hac yolculuğu aylarca sürermiş. Onlarınki de sekiz ay sürmüş. Efendileri hacca gittiğinde annemin teyzeleri de hiç dışarı çıkmamışlar. Çünkü o zamanlarda efendisi hacca giden kadınlar hiç dışarı çıkmazlarmış. Her sabah çırak gelir, ihtiyaçlarını sorar, onlar da ne gerekliyse ona söylerlermiş. Yalnız çırak geldiğinde onun karşısına çıkmadıkları gibi, kapının yakınında bir pencerenin kenarına koydukları atkestanesini de ağzına atarmışlar ki, çırağa sesleri güzel çıkmasın. İşte onlar mahremiyete bu kadar dikkat ederlermiş.”

Araplar’ın Türk hacılarını kaçırdığına dair kadınlar arasındaki söylentilere cevabı

Doktor Abla, 2017 yılında Mekke’de Türk hacılarının kaldığı Beyza Otel’de hacılara bir konuşma yaptı. Bu esnada ona, Arapların Türk kadınları kaçırdığına dair söylentinin gerçek olup olmadığı da soruldu. Çünkü her Türk hacı kadın hacca gittiğinde, muhakkak, kocasından, taksiye binmemesi gerektiği, yoksa Arap şoförlerin kocası yanında olmayan kadınları kaçıracakları, böyle hadiselerin filancanın başına geldiğine dair ‘mış ve miş’li pek çok uyarı dinler. En son bir TV programı da bunu iyice yerleştirmiş oldu. Doktor Abla şöyle cevap verdi:

“Bakın buranın kanunları eskiden beri çok ağır. Şayet birisi bunu yapacak olursa buranın kanunlarına göre o kişinin öldürülmesi icap eder. Ben yıllar yılı hiç böyle bir olaya şahit olmadım. Ben kendim gençliğimden beri buralara geldim, gittim. Tek başıma da geldiğim zamanlar oldu. Böyle bir durum olsaydı ben de gelip gidemezdim. Ama anladığım kadarıyla bu söylentilere sebep şu olabilir: Ben buraya Kızılay doktoru olarak geldiğim zamanlardan itibaren şunlara şahit oluyordum. Biz o zamanlar görevli olarak bir yerden bir yere giderken yolda sıcaktan bayılmış kalmış hacılarla karşılaşır ve bunlardan kıyafetlerinden Türk olduklarını anladıklarımızı hemen arabamıza alırdık. Tabi yer varsa başka milletlerden olanları da alırdık ama önce Türkleri alırdık. Onları baygın vaziyette hastanelere getirir, bırakırdık. Orada bazı hacılar iyileşir, bazıları da iyileşemezdi, ölürdü. İşte bu ölen hacıların şayet kimlikleri yoksa hastanenin morgunda belli bir müddet bekletirler sonra da kimsesizlere yapıldığı gibi buralarda gömülürdü. Tabi hacı dönmeyince Türkiye’de onun kaçırıldığı haberi yayılmış olabilir. Bir de yine sıcağın etkisiyle hacılar geçici hafıza kaybı yaşayabiliyorlardı. Mesela böyle bir Türk hacısıyla karşılaştığımda ben kaybolduğunu anladım ve onu oteline götürmek için nerede kaldığını sorduğumda bana ‘Alâeddin Tepesi’ demişti.” Doktor Abla (burada güldü ve) dedi ki: “Alâeddin Tepesi Konya’da, demek ki bunun oteli burada da tepede bir yerde olmalı ki böyle diyor diye o zaman tepelerde olan ve Türk hacılarının kaldığını bildiğim otellere götürdüm ama oralar değilmiş. Sonra kendisini tanıyan biriyle karşılaştım da ona teslim ettim. İşte Türkiye’de hacı kaçırıldı, diye dolaşan söylentilerin aslı bu gibi olaylar olsa gerek. Mesela bu hacı da geçici hafıza kaybı yaşadığı için kendine gelince ‘beni Araplar kaçırdı’ demesi muhtemeldir. Yoksa burada hiç kimseyi kaçırmazlar. Burası Kur’an’da Allah’ın ‘emin’ olarak tanımladığı bir yerdir. Şu son olayda da o Yemenli bir Arap’ın kaçırdığı söylenen hanım için bana da geldiler. O hanım 26 sene buralarda kalmış. Kimse aramamış. Anladığım kadarıyla bu adam da yalnız kaldığı için sahip çıkmış, evlenmişler. Çocukları olmuş ve kadın da bu adamdan memnun kalmış ki bunca sene imkânı olduğu halde Türk sefaretine gidip şikâyette bulunmamış. TV’deki o program maalesef reyting amaçladığı için bu konuyu gündeme getirerek, zaten halkın inanmaya meyilli olduğu bu konuyu ele alarak kendisine reyting sağlamak istedi. Olayın kaçırılmakla hiç ilgisi olmadığı halde.”

Hacılara bazı tavsiyeleri

“Herkese söylüyorum şöyle dua edin: Allah tekrar bizlere İslâm âleminin birliğini sağlama gücü versin. Devletimiz büyüsün, daha da kuvvetlensin. Türkiye’nin reisliğinde bütün Müslüman devletleri birleşsin, iç işlerinde müstakil, dış siyasette beraber hareket etsinler. İslâm devletleri birliği olsun inşallah.

İmandan sonra namaz geliyor. Namazlarınızı kılın. Kazaya namazlarınız varsa kılın.

İki şeyi çok önem verin istiyorum:

Namaz. Çocuklarınıza namaz kıl, diye söylemeyin. Onlara namazı, namaz kılanlar güzel insanları örnek vererek sevdirin.

Hizmet. Gücünün yettiği hizmeti karşılık beklemeden Allah rızası için yapmak. Ben hep böyle yaptım gücüm yeterken Allah da bana yaşlılığımda hizmet eden insanlar gönderdi.

Hacılardan birinin ateşi çıkmıştı. Hastaneye kaldırdılar. Ben gittim refakatçi oldum. Bunun gibi pek çok hizmette bulundum.”

Doktor Abla’ya en çok sorulan sorular:

Kaç yaşında olduğu

Kadın olsun erkek olsun Doktor Abla’ya en çok yaşı soruluyordu. “Kaç yaşındasınız?” dediklerinde o da bazen 80, bazen 90’a yaklaştık gibi kısa cevaplar veriyordu. Erkekler kaç kere hacı olduğunu da çok merak ediyorlardı.

Doktor Abla’ya bir sohbette yine bu soru sorulduğunda soran hanıma baktı ve gülerek “senin yaşın kadar” diye cevap verdi. Hanıma yaşı soruldu, 62 dedi. (Henüz 2017 yılının haccına 5 gün vardı.) Bunun devamında Doktor Abla “Tabi ben keyfi olarak her sene hac yapayım diye gelmedim, vazifeli geldim, buralarda hacılara hizmet etmek için geldim ve çok hizmet ettim.” dedi.

Müzdelife’den dönüşte (2017) O’na bu soruyu K. Hoca sordu. Bu defa da 1953 sonra 56 sonra 59’dan sonra devamlı yaptığını söyledi. Böyle olunca bu sene 2017 yılının haccı ile beraber 63’üncü haccını yapmış oldu. Bilindiği gibi Doktor Abla ilk haccını Kızılay’da görevli doktor olarak 1953 yılında geldiğinde yapmıştı. Sonra iki sene hacca gitmek yasaklanıyor. Doktor Ablanın tekrar Kızılay’la 1956’da oluyor. Ancak bu defa anne ve babası da onunla beraber geldiği için mutluluğunu ifade etmişti. Sonra “ben yaptığım hacları saymam ama siz soruyorsunuz diye sayıyorum” dedi. Bu sene 63’üncü haccını yaptığını, hicri sene miladi sene farklılığı nedeniyle 1974’de veya 1975’ aynı sene içinde iki defa hac yapmak nasip oluyor. Bunun aynısı 2006 yılında tekrarlanıyor.

Evlenmemesi

Hanımların merak ettiği bir konu da Doktor Abla’nın evli olup olmadığı hususu oluyor. Kaç çocuğu olduğu soruluyor. Onlara gülerek “Sayısız, o kadar çok ki,” diye cevap veriyor. Bir defasında, Allah Teâlâ benim içimden o sevgiyi de aldı çok şükür, çocuk özlemi duymuyorum, dedi. Bazen niçin evlenmediği de soruluyor. Bu soruya yerine göre bazen uzun bazen kısa cevaplar veriyor. Bazen kısaca “Nasip değilmiş demek ki,” diye cevap veriyor. Bazen de “Ben dedim ki erkekler için evlenmek çok önemli, onlar mutlaka evlenmeli, çünkü nesil onlardan devam edecek. Ben de, bütün evlenmek isteyen, evlenecek olan kızlarla evlensinler, şayet hala bir erkek bekâr kalırsa ben o zaman evlenirim, dedim.” şeklinde nükteli cevaplar veriyordu. Böyle nükteli cevaplardan başka bir de şunu dedi: “Benim hayatım Medine- İstanbul arasında geçti. O bakımdan evlenmem mümkün olamazdı. Ayrıca doktor olduğum için ailemizdeki büyüklerle de hep ben ilgilendim.”

Aynı sene (2017) bana, “Bak sana şunu da anlatayım, sen belki duymamışsındır,” dedi. “Evlenme yaşıma geldiğimde demek ki babama sağdan soldan teklifler geliyordu galiba, babam da bunu bana nasıl söylesin, bir gün, gel sana kitaptan nikâh bahsini okutayım, dedi. Ben bunu duyunca hemen ne demek istediğini anladım. Aman babacığım, ben o bölümü biliyorum, dedim. Sonrasında babam bir daha bu konuyu hiç açmadı.”

Son vasiyeti

Doktor Abla’yı tanıdığımdan beri kendisinden en çok duyduğum şey, öldüğünde Cennetü’l-Baki’ye gömülmek isteğidir. O sene bana ve çevresindeki diğer hacılara şöyle söyledi: “Beni öğretmen Mustafa bey rüyasında görmüş. Hastalanmışım ve hastaneye götürüyorlarmış. Götürdükleri ilk hastanede yer yokmuş. Diğerine götürmüşler orası da çok pahalı bir hastaneymiş. İşte o çok pahalı hastane ‘Cennetü’l-Baki’ çünkü orası Rasulullah’ın hastanesi. Ben oraya gideceğim. Bakın şayet Mekke’de ölecek olursam beni bir çarşafa sarın, arabanın arkasına atın ve Medine’ye götürün. Orada cenaze yıkanan yere, üzerime adımı yazan bir kağıtla bırakın. Onlar nasıl olsa beni yıkarlar, kefenlerler ve kimsesizlerin gömüldüğü yere gömerler. Sakın burada (Mekke’de) bırakmayın. Buradaki Cennetü’l-Mualla bana çok azametli geliyor, korkuyorum. Ama Cennetü’l-Baki’ çok şefkatli, merhametli geliyor.”

Yine bu sene kurban bayramının ikinci gününde sabah kalp çarpıntısı olmuş. Bize, “hakkınızı helal edin”, dedi. Bir müddet sonra da çarpıntısının geçtiğini söyledi ve dedi ki, “benim böyle çarpıntım oluyor, hatta bazen kalbimin durduğu oluyor, ama sonra tekrar çalışmaya başlıyor. İşte ömür bitmeyince böyle oluyor” dedi. Bir defasında da insan hastalıktan ölmüyor, mesela benim bir sürü hastalığım var, kalbim düzgün çalışmıyor, ama ölmüyorum demek ki ecel gelmeyince ölmüyorsun, demişti.

Sonuç

Bu koca çınara veda ettikten sonra O’nun ibret alınacak yaşanmış gerçeklerini sizlerle paylaşımı sona erdirirken rahmetli âlimlerimizden Ömer Nasuhi Bilmen Efendinin Kur’an-ı Kerim mealinden Fussilet Suresi 30.ayetinin mealini sunarak Allah’ın rızasına nail olmuş, ebedi hayatı kazanan kullardan olma bahtiyarlığını herkes için niyaz ederim:

Allah Teâlâ, Fussilet Suresi 30. Ayette îman ve doğruluk sahiplerinin hakkındaki ilâhî vâ'din gerçekleşeceğini, sadık iman ve bu imanın tecellisi olarak sırat-ı müstakim üzere hayat sürenleri, son nefeslerinde meleklerin kendilerini nasıl bir nimete, ilâhî bir ziyafete kavuşturmakla müjdeleyeceklerini ve aralarındaki dostluğu açıklarken bu esnada onlara “korkmayın ve mahzun olmayın ve size vaad olunmuş olan cennet ile müjdelenin!” diyeceklerini müjdeliyor. Çünkü onlar Allah Teâlâ'nın Rablığını, yaratıcılığını birliğini ikrar ettiler. Mükellef oldukları vazifeleri tam bir samimiyetle yerine getirmeye devam ettiler. Allah tarafından müjdeyle inen melekler de onlara hitaben, “korkmayın insanlık icabı yapmış olduğunuz kusurlardan dolayı korkuya düşmeyin, Cenab-ı Hak sizi bağışlar ve kendilerinden ayrılmış olduğunuz çoluk çocuğunuzdan vesâireden dolayı (üzülmeyin) ebedî ferahlığa kavuşacaksınız (ve size) dünyada Peygamberler lisâniyle (vad olunmuş olan cennet ile müjdelenin) çünkü siz cennetlere kavuşacak, onların içinde ebediyyen kalıp nîmetlere ereceksinizdir diyeceklerdir. Meleklerin bu müjdesi, ölüm zamanında, kabirlerde ve dirilme zamanında vuku’ bulacaktır.”[5]

İşte ilk başta Doktor Abla’nın bize “ölümden korkmayın, o çok güzel bir şey” diye sevinçle anlattığı şey belki de bu mübarek ayetin ona tecellisiydi.

Benim Doktor Ablayı tanımam, onun emeklilik yıllarına rastladı. Bu yüzden o yıllarda O’na saygınlık kazandıran şeyin aslında yapmış olduğu mesleği olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten kendisi de mesleğini îfa ederken onu hep ibadet şuuruyla yaptığını beyan eden açıklamalar yapıyordu. Dolayısıyla o modern zaman kadınları gibi mesleğiyle değil, imanı, ibadeti ve güzel ahlakı ve insanlara olan hizmeti ile çoğu meslektaşından farklıydı.

“Allah, mümin kullarının dostudur”. Ben de bir Allah dostunu bazı yönleriyle sizlerle paylaştığım için mutluyum ve Allah’a hamd ediyorum.