Rasim Özdenören’in ilk ve son öyküleri

Rasim Özdenören’in ve ilk ve son öyküleri iki ayrı kitapta okurla buluştu. Özdenören’in 1955-1956 yıllarında yazmaya başladığı, lise 1. sınıftan üniversiteye kadar kaleme aldığı hikâyeleri İlk Öyküler adıyla bir araya getirildi. Özdenören’in son öykü kitabı olan Kör Pencereler ise 35 bölüme ayrılmış uzun hikâye şeklinde okunabildiği gibi her bir kısım ayrı bir öykü şeklinde de değerlendirilebiliyor.

Haber Merkezi Yeni Şafak
Rasim Özdenören’in ve ilk ve son öyküleri iki ayrı kitapta okurla buluştu.

*Erdem Dönmez

Rasim Özdenören’in; “Zamanını şaşırmış mevsimler olduğu gibi mevsimsiz zamanlar da oluyor. Hele de insanın nereden gelip nereye gittiğini unuttuğu, bir yerden gelip bir yere mi gitmekte olduğunu bilmediği yaşantıların içinde her şey birbirine karışıyor” (Kör Pencereden, s. 39) sözleriyle tanımladığı günlerden geçiyoruz. Modernitenin dayattığı yaşam tarzıyla, teknolojiyle, sürekli bir şeylere yetişme kaygısıyla geçen günlerimiz bıçak gibi kesildi; zamanın her saniyesi hayata bağlanmak için kıymet kazanırken geçmiş, şimdi ve gelecek algılarımız baştan aşağıya değişti. Yüce Allah’tan ölenlere rahmet, kalanlara şifa, sabır ve yardım diliyorum.

Maddi ve manevi anlamda her şeyin birbirine karıştığı bu günleri görmeyen Maraş doğumlu Rasim Özdenören, pek çok kültürün kesişim noktası olan Maraş’ta değer buldu ve Maraş’a değer kattı. Özdenören ve arkadaşları, edebiyat ve taşra ilişkisinin yeniden sorgulanmasına yol açtı. Bu etki Özdenören’in ilk kalem tecrübelerinden itibaren kendini hissettirdi. Yaşadığı yeri yazarak öyküye başlayan Özdenören’in yerliliği, öncelikle yerele sahip çıkmakla başladı.

YAZARIN MUTFAĞINA GİRMEK

Rasim Özdenören’in 1955-1956 yıllarında yazmaya başladığı, lise 1. sınıftan üniversiteye kadar kaleme aldığı hikâyeleri İlk Öyküler adıyla bir araya getirildi. Toplam 29 öykü ve bir roman başlangıcından oluşan kitaptaki öykülerin 7’si daha önce Varlık, Türk Sanatı, Yeni İstiklal ve Demokrasiye Hizmet gibi dergi ve gazetelerde yayımlanmışken diğerleri ilk defa okurla buluşuyor. En eskisi Ocak 1957 tarihli olan öykülerin yazılış ve yayımlanış tarihleri kitapta belirtiliyor; bazı öykülerin gönderilip yayımlanmadığı, kaybolduğu bilgisi verilirken bu öykülerin kendi hikâyesi de okurla paylaşılıyor. Ayrıca Özdenören’in kullandığı Özdengil, Mahmut Çukuroba gibi müstearlar da bu açıklamalarda karşımıza çıkıyor. Rasim Özdenören’in ilk öykülerinde yerel ögelerin ve söyleyiş özelliklerinin öne çıktığı görülüyor. Bu çerçevede yerel görünen Özdenören ilk öykülerinden itibaren geleneksel anlatılarla, Kur’an kıssalarıyla, Doğu motifleriyle irtibat kurarak yerli bir duruş kazanıyor. Kitabın girişindeki söyleşisinde tek bir tarzda yazmadığını, bir tarzda sekiz on hikâye yazdıktan sonra başka bir tarza geçtiğini belirten Özdenören, öykünün 1950’li yıllardan itibaren kazandığı yeni biçim ve söyleyiş özelliklerine yabancı kalmıyor; ilk öykülerinden itibaren farklı tarzları deneyerek özgün ses arayışını sürdürüyor. Elbette bu arayış yerli bir duruşla gerçekleşiyor.

Rasim Özdenören’in hemen her öyküsünde görünen tek bir hikâye/sahne içerisine pek çok insan tipi, çatışma ve durum sığdırabilme ustalığı henüz ilk öykülerde kendini hissettiriyor. Yerel kültür ile teknoloji arasındaki çatışma, modern hayat karşısında duyulan endişe, insanın trajik durumlarını yansıtma, hayatın kıyısında kalmış detaylara mercek tutma, insanı maddi ve manevi bütünlükte ele alma, toplumsal değişmeyi ve yabancılaşmayı sergileme gibi Özdenören öykücülüğünün karakteristik özellikleri ilk öykülerden itibaren öne çıkıyor. Kitapta yarım kalmış, farklı versiyonu tekrar yazılmış öyküler de var. Oda (1), Oda (2), Oda (3)… başlıklarıyla kitaba giren ve seri şeklinde numaralandırılan bu öyküler yazarın mutfağına girmemize imkân sağlıyor. Yine baştaki söyleşide değinildiği üzere bu tür öykülerin de kendine özgü bir hikâyesi var. Salim Şengil, Dost dergisine gönderilen metinlerin arşivde saklandığını belirtmiş, Rasim Özdenören de tek nüsha yazdığı öykülerini bir yerde toplamak için buraya göndermiştir. Daha sonra böyle bir arşivin olmadığı ortaya çıkmış ve Özdenören bu öyküleri ilk yazıldıkları şekliyle yeniden kaleme almıştır. Aynı öykünün farklı versiyonlarının birlikte verilmesi, öykülerin yazıldığı kâğıtların görsellerinin paylaşılması ve bu görsellerdeki değişikliklerin, karalamaların, notların gözlemlenebilmesi, yazarın metin kurgusunda ve dil kullanımında ne ölçüde hassasiyet gösterdiğine işaret ediyor. “Gün Battı Orçan’dan” başlıklı roman denemesine de öykücü üslubunun hâkim olduğu görülüyor. Bu bağlamda Özdenören’in henüz 15-18 yaşlarında iken öyküye has bir üslup benimsediğini, yerli bir duruş ve duyuş biçimine sahip olduğunu, denediği yeni tarzlarda da bu hassasiyetleri elden bırakmadığını söylemek mümkündür. İlk Öyküler, yazarın mutfağına girilmesine, dil ve üslubunun köklerine, öyküsünün kaynaklarına ulaşılmasına imkân sağlıyor.

ARAFTA KALAN BİR KARAKTER

Rasim Özdenören’in son öykü kitabı olan Kör Pencereler, 35 bölüme ayrılmış uzun hikâye şeklinde okunabildiği gibi her bir kısım ayrı bir öykü şeklinde de değerlendirilebiliyor. İnsanın varoluşundan bu yana değişmeyen temel duygu ve endişelerini yüklenen bu öyküler, yalnızlık, arada kalmışlık, ulaşamazlık, yitirmişlik duygusu, arayış, idiyetsizlik ve hüzün paydasında toplanıyor. Kentin baş döndürücülüğünü hemen her öyküde kendini hissettiriyor; kalabalığın arasında kaybolan anlatıcı-karakter, büyük bir kaosun baskısı altında gerilimler yaşıyor. Ancak bu gerilimler büyük olay ve çatışmalara yaslanmadan ayrıntılarda ön plana çıkıyor. Düş-gerçek arasında gidip gelen anlatıcı karakter, zaman-mekân ve akıl-duygu dengesini kaybederek gittikçe çaresizliğe sürüklenen bir arayış hâlini yaşıyor.

Öykülerin sembolik değeri, kitabın adından itibaren kendini gösteriyor. Tüm bu kaostan çıkış yolu olarak değer gören pencere, büsbütün kurtulma anlamına da gelmiyor. Nitekim bir mekândan tam manasıyla ayrılma yolunun kapı olduğu dikkate alındığında pencere, bir yerde sabit kalmanın güveni yahut endişesiyle öteye bakmanın aracı olarak kullanılıyor. Aynı zamanda pencere, gerçeği bir çerçeveye/perspektife sığdıran sınırlı bir bakış imkânı sunuyor. Bu anlamda Özdenören’in karakteri de tam manasıyla ne içeriye ne de pencere aracılığıyla irtibat kurduğu öteye ait olabiliyor. Bu bağlamda arafı yaşayan karaktere çıkış yolu olan pencerelerin “kör” sıfatıyla nitelenmesi anlamlı hâle geliyor.

Akılla akılsızlık, denetlenmiş duyguyla coşkunluk arasında gidip gelen karakter, alzheimer hastası annesinin teşhis konulmuş durumuyla kendi aşk ıstırabını ve arayışını bütünleştiriyor. Bu durumda gerçek, düş ve hayal iç içe geçiyor ve dış dünya, karakterin penceresindeki manasıyla değer kazanıyor ya da kaybediyor. Rasim Özdenören burada çizdiği modern insan tipini gelenekle ilişkilendirmeyi de ihmal etmiyor. Kur’an-ı Kerim’deki Hz. Yusuf ve Hz. Musa (a.s.) kıssalarına göndermeler yaptığı bu öykülerde yazar, “çöl, benim çölüm bu kentin sokaklarıdır, benim çölüm onu bulamadığım her yerdir, benim çölüm onun adının silindiği yerdir” (s. 56) ifadelerinde de görüldüğü gibi okura modern bir Mecnun örneği sunuyor.